Kahramanmaraşlı olup, Ankara’da görev yapmaktayım. 5-6 yıl önce bir akşam vakti Atatürk Havaalanından çıkış yapıyorum. Servis için sıra beklerken bir yabancı 45 yaşları civarında sakallı birisi önümde birileriyle konuşmaya çalışıyor, kulak kabartıyorum. Yabancı diyalog kuramıyor. Yabancıya derdini sordum ki Hacı Bayram Veli Camisine gitmek istiyormuş.Ben yardımcı olacağımı söyledim ve beraber gideriz dedim. Tabii yabancı sevindi. Otobüse bindik sohbete başladık. Biraz Arapça biraz Almanca konuşarak anlaşıyorduk. Adı Abdullah Katarlı olup, Almanya'da kendisi ve hanımı öğretmenlik yapıyormuş. 2-3 çocukları varmış. Kendisi ülkesine gitmiş oradayken bir rüya görmüş: Hacı Bayram Veli hazretleri Abdullah'ı kendisini ziyarete çağırmış. MaşaAllah dedim. Biz ara sıra ziyaret ediyoruz, ama çağrılan değiliz, ancak sana hizmet etmekle bu fakir de nasiplenir İnşaAllah dedim. Abdullah’ın niyeti camide sabaha kadar ibadet etmek istiyordu. Ulus’a gelince durakta indik ve önce Lokantaya gittik. Bilahare camiye vardık. Normalde cami kapalı olması lazımken Cuma gecesi nedeniyle Camii sabaha kadar açıkmış. Böylece Abdullah ile helalleştik ve ayrıldık.
5 yıl önce de bir vakıf aracılığıyla “Uluslarası Anadolu Erenleri Anma Etkinliği-Hacı Bayram Veli” projesini hazırlayarak Başbakanlığa sunmuştuk. Ancak 5/1 az bütçe verilmesi nedeniyle etkinliği Vakıf gerçekleştirmekten vâz geçti. Elhamdülillah artık son üç yıldan beri Kalem Vakfı tarafından “Uluslararası Hacı Bayram Veli’yi Anma Semineri” yapılmaktadır. Bu hususta geniş bilgiyi Kalem Vakfı sitesinden öğrenebilirsiniz.
Asıl konumuza gelecek olursak; İstanbul’un fethi, aslında Ankara’dan başlamış ve Hacı Bayram Veli'nin de katkısıyla fetih gerçekleştirilmiştir. Şöyle diyebiliriz, İstanbul’'un Fethi Ankara'dan geçmiştir. O halde Hacı Bayram Veli’yi aşağıda inceleyelim:
İstanbul'u, Fâtih Sultan Mehmed Hanın fethedeceğini müjdeleyen büyük velî. Nûmân bin Ahmed bin Mahmûd, lakabı Hacı Bayram'dır. 1352 (H. 753)de Anakra ilinin Çubuk Çayı üzerindeki Zülfadl (Sol-Fasol) köyünde doğdu. 1429 (H. 833) senesinde Ankara'da vefât etti. Türbesi, Hacı Bayram Câmiinin kenarında ziyârete açıktır. Nûmân, küçük yaşından îtibâren ilim tahsîline başladı. Ankara'da ve Bursa'da bulunan âlimlerin derslerine katılarak; tefsîr, hadîs, fıkıh gibi din ilimlerinde ve o zamânın fen ilimlerinde yetişti. Ankara'da Melîke Hâtun'un yaptırdığı Kara Medresede müderrislik yaparak talebe yetiştirmeye başladı. Kısa zamanda, halk arasında sevilip sayılan biri oldu.
Bilâhare İstanbul'un mânevî fâtihi olacak olan Akşemseddîn de Osmancık'ta müderrisken şeyhin evliyâlık derecesini duymuş ve ona talebe olmak üzere Ankara'ya gelmişti. Fakat şeyhin dükkan dükkan dolaşıp para topladığını görünce, yanına varıp hikmetini sormadan "Evliyâ para mı toplar, buralara boşuna gelmişim." diyerek oradan ayrıldı. Zeynüddîn Hafî hazretlerine talebe olmak üzere Mısır'a doğru yola çıktı. Haleb'e vardığı gece bir rüyâ gördü. Rüyâsında, boynuna bir zincir takılmış ve zorla Ankara'da Hacı Bayram-ı Velî'nin eşiğine bırakılmıştı. Zincirin ucu ise Hacı Bayram'ın elindeydil. Bu rüyâ üzerine, Akşemseddîn yaptığı hatâyı anlayarak derhal Anakra'ya geri döndü. Şehre ulaştığında Hacı Bayram-ı Velî'nin talebeleriyle ekin biçmeye gittiğini öğrendi. Tarlaya gitti. Fakat Hacı Bayram hazretleri ona hiç iltifat etmediler. Akşemseddîn, diğer talebelerle birlikte ekin biçmeye başladı. Yemek vakti geldiğinde, insanların ve orada bulunan köpeklerin yiyecekleri ayrıldı. Hacı Bayram-ı Velî, talebeleriyle yemek yemeye başladı. Yine Akşemseddîn'e hiç iltifat etmeyip, yemeğe çağırmadı. Akşemseddîn yaptığı hatâyı bildiği için, kendi kendine;
"Ey nefsim! Sen, Allahü teâlânın büyük bir velî kulunu beğenmezsen, işte böyle yüzüne bile bakmazlar. Senin lâyık olduğun yer burasıdır." diyerek, köpeklerin yanına yaklaşıp, onlarla berâber yemeye başladı.
Hacı Bayram-ı Velî hazretleri, Akşemseddîn'in bu tevâzuuna dayanamayarak; "Köse! Kalbimize çabuk girdin, yanımıza gel." buyurup iltifât etti, kendi sofrasına oturttu. Sonra ona; "Zincirle zorla gelen misafiri, işte böyle ağırlarlar." diyerek, onun gördüğü rüyâyı, kerâmet göstererek anladığını bildirdi.
Akşemseddîn bundan sonra hocasının yanından hiç ayrılmadı. Sohbetlerini kaçırmayarak, kalplere şifâ olan nasihatlarını zevkle dinlemye başladı. Hacı Bayram-ı Velî'nin teveccühleri altında, kısa zamanda bütün talebe arkadaşlarının önüne geçti. Nefsini terbiye etmekte herkesten ileri gitti.
Akşemseddîn'e icâzet, diploma verdiğinde, bâzıları;
"Efendim! Sizde yıllarca okuyan talebelere hilâfet vermediğiniz hâlde, bu yeni gelen Akşemseddîn'i kısa zamanda hilâfet ile şereflendirdiniz?" dediler.
Hâcı Bayram-ı Velî de;
"Bu öyle bir kösedir ki, bizden her ne görüp duydu ise hemen inandı. Gördüklerinin ve işittiklerinin hikmetini de bizzât kendisi anladı. Fakat yanımda yıllardır çalışan talebeler, gördüklerinin ve duyduklarının hikmetini anlayamayıp bana sorarlar. Ona hilâfet vermemizin sebebi işte budur." diye cevap verdi.
Hacı Bayram Velî, hem talebelerini yetiştiriyor, hem de belli saatlerde câmide insanlara vâz ve nasîhat ediyordu. Herkes Hacı Bayram Velî'nin vâazlarına koşuyor, bâzı kerâmetlerini görünce, ona daha çok bağlanıyorlardı. Bu şekilde Hacı Bayram'ın etrafında pekçok kimsenin toplandığını gören bâzı hasetçiler, Pâdişâh İkinci Murâd Hana;
"Sultânım! Ankara'da Hacı Bayram isminde biri, bir yol tutturarak halkı başına toplamış. Aleyhinizde bâzı sözler söyleyip saltanatınıza kasdedermiş. Bir isyân çıkarmasından korkarız!" diyerek iftirâlarda bulundular. Bunun üzerine sultan, durumun tetkik edilmesi için iki kişi vazifelendirip; O kimseyi hemen gidip huzûrumuza getirin. Emrimize baş kaldırıp isyân ederse, zincire vurarak getirin!" emrini verdi.
Vazifeli çavuşlar, ellerinde pâdişâhın fermânı olduğu hâlde, Edirne'den kalkıp süratle Ankara'ya gittiler. Şehre yaklaştıklarında önlerine, yaşlı, nûr yüzlü bir kimse ile bir genç çıktı. Selâmlaştıktan sonra ihtiyâr zât;
"Evlâtlarım! Nereden gelip nereye gidiyorsunuz?" diye sorunca, onlar da;
"Ankara'da Hacı Bayram isminde biri, etrâfına adamlar toplayıp, Pâdişâhımıza başkaldırmış. Onu yakalayıp pâdişâhın huzuruna götüreceğiz." dediler. Çavuşların bu sözünü bekleyen ihtiyâr zât;
"O aradığınız Hacı Bayram bu fakîrdir." diyerek, kendisini gösterdi. Çavuşlar bir fermâna baktılar, bir de Hacı Bayram-ı Velî'ye. Aradıkları isyâncı bu olamazdı. Bu nûr yüzlü, hoş sözlü zât, hiç isyân edecek birine benzemiyordu. Hacı Bayram-ı Velî'ye tekrar tekrar dikkatle baktıktan sonra, birbirlerine;
"Gidelim, Sultanımıza gidelim. Bu zâtın mâsûm olduğunu, söylenilenlerin yanlış olduğunu bildirelim." dediler.
Hacı Bayram;
"Evlatlar! Sizin geleceğinizi biliyorduk. Onun için yola çıkıp sizi bekledik. Pâdişâhımızın fermânı başımız üzerindedir. Haydi durmayınız, elimi zincirle bğlayınız ve bir an önce buradan gidelim." buyurdu.
Hacı Bayram ile yanındaki genç talebesi Akşemseddîn, çavuşlarla birliket Edirne'ye doğru yola koyuldular. Hacı Bayram-ı Velî, yol boyunca çavuşlarla sohbetler etti, onlar nasîhatlerde bulundu. Günler sonra Çanakkale Boğazından geçip, Edirne'ye geldiler. Sarayda Sultan İkinci Murâd Han, söylentilere göre devletin selâmetine kasdeden ve tahtına göz diken bir eşkıyâ beklerken, karşısında; nûr yüzlü, kâmil bir velî gördü. Hayretini saklamayarak, onu baş köşeye oturttu. Utancından bu büyük velînin yüzüne bakamadan;
"Yolculuğunuz zahmetli oldu herhalde." dedi.
Hacı Bayram-ı Velî ise tebessümle;
"İyi bir vesîle oldu. Birçok yerde ve buralarda epeyce mâneviyât âşıkları gördük ve tanıştık." diyerek, pâdişâhı rahatlattı.
Sohbete başladılar. Sultan Murâd, şehzâdeliğinden beri ilme pek meraklıydı ve büyük bir âlim olarak yetişmişti. Hacı Bayram-ı Velî konuştukça, ilminin yüksekliğini daha iyi anladı. Tâ Ankara'dan buraya kadar getirttiğine çok üzüldü, tanışmakla şereflendiği için de çok sevindi. Tasavvuftaki bâzı müşkillerini Hacı Bayram-ı Velî'ye sordu. Aldığı cevaplardan ziyâdesiyle memnun oldu. Pekçok ihsânda bulunup, hediyeler verdi. Fakat Hacı Bayram-ı Velî;
"Sultânım! Bizim dünyâ malında gözümüz yoktur. Siz onları, ihtiyâcı olanlara veriniz." diyerek nâzikçe reddetti.
Pâdişhâh ısrar edince de;
"Mutlaka ihsânda bulunmak istiyorsanız, talebelerimizin, devlete vereceği vergilerden muaf tutulmasını arzu ederiz." dedi.
Pâdişâh da memnuniyetle kabûl etti. Hacı Bayram-ı Velî'yi günlerce sarayda misâfir etti, izzet ve ikrâmda bulundu.
İstanbul'un Fethi
Baş başa sohbet ettiği günlerden birinde; konu İstanbul'un fethine gelmişti. Murâd Han Gâzi;
"Allahü teâlânın izniyle, evliyânın himmet ve bereketleriyle İstanbul'u almak istiyorum. Rahmetli dedem Yıldırım Bâyezîd Han bu işe girişti. Fakat bir netice elde edemedi. Devlet-i âl-i Osman'ın toraklarının ortasında bir Bizans Devletinin olmasına hiç gönlüm râzı değil. Sevgili Peygamberimizin de fethini müjdelediği bu İstanbul bize lâzım. Bunu almak için de himmetinizi, yardımınızı bekliyorum." dedi.
Murâd Han bu sözleri söylerken, Hacı Bayram-ı Velî derin bir tefekküre dalmış, onu dinliyordu. Sultanın sözü bittikten bir süre sonra şöyle konuştu:
"Sultânım! Bu şehrin alınışını görmek ne size, ne de bize nasîb olacak. İstanbul'u almak, şu beşikte yatan Muhammed'e (Fâtih Sultan Mehmed Han) ve onun hocası, bizim Köse Akşemseddîn'e nasîb olsa gerektir." müjdesini verdi. Sonra geleceğin Fâtih'ini kucağına aldı. Onun gözlerine bakarak, uzun uzun teveccühlerde bulunda. Sultan Murâd Han, bu müjdeye çok sevindi. Oğlu şehzâde Muhammed'e ve Akşemseddîn'e artık başka bir nazar ile bakmaya başladı.
Biraz da Sütçü İmam’dan bahsedelim
Maraş'ın Fevzipaşa (Bektutiye) Mahallesi Hane 112, Cilt 9/1 Sahile 177 de kayıtlıdır, Babası Kireçcioğullarından Ömer Efendi, Annesi Tiyeklioğullarından Emine Hanımdır. 1872 yılında doğan İmam fakir bir ailenin çocuğu idi. Kendi halinde Uzunoluk Camii'nin imamlığını "Allah rızası" için yapan imam, geçimini de caminin biraz altındaki küçük dükkanında süt satarak temin ettiği için İmam olan asıl adı Sütçü İmam olarak bilinirdi. Sütçü İmam, oğlunun anlattığına göre;” Sütçü İmam, daha önceleri de bir süre köşkerliK yapmış. Çünkü evde köşker aletleri vardı. Ancak hayatının önemli bu bölümünü bir yandan süt satmakla ve bir taraftan Uzunoluk Mescidinde hem imamlık hem de Müezzinlik yaparak geçirdiğini biliyoruz. Tabiki Mescid'deki görevi hasbi idi. Yani ücretli değildi. Allah rızası için . Kendi kendine namazını kıldırır ve dükkanında sütünü satardı. Ve geçimini de böyle sağlardı.”
31 Ekim 1919 tarihinde Uzunoluk hamamından çıkan 3 kadın ve bohçalarını taşıyan bir erkek çocuğu gören Fransız-Ermeni devriyesinden bir asker, "Burası artık Türk memleketi değildir. Fransız müstemlekesinde peçe ile gezilmez!" diye bağırarak kadınların peçesini açmak istedi.
Kadınlar bu arada bağırarak yardım istediler. Olaya ilk müdahale eden Çakmakçı Sait; "Gavur oğulları! Dokunmayın bacılarıma!" diyerek Fransız Ermeni Lejyonerlerinin üzerine yürüdü. Üzerinde silah olmayan Çakmakçı Sait, askerlerin açtığı ateş sonucu hayatını kaybetti. Olayı gören Sütçü İmam silahıyla bir Fransız-Ermeni Lejyoner askerini öldürdü, bir diğerini de yaraladı. Ermeni ve Fransız askerleri Sütçü İmam'ı aramaya başlayınca bir atla Ağabeyli köyüne gitti.
31 Ekim 1919'da düşmana ilk kurşunu sıkarak Kahramanmaraş'taki kurtuluş hareketini başlatan Sütçü İmam, işgalcilerin bölgeden kovulmasından sonra savaştaki fedakarlıklarına mükafat olarak belediyeye odacı olarak alınmıştır. Ayrıca bu görevi dışında kaledeki topun idaresi kendisine verilmiştir. Sütçü İmam, 25 Kasım 1922'de hayatını kaybetti. Cenazesi Çınarlı Cami Mezarlığı'na defnedildi.Çınarlı Camii mezarlığına defnedildi. 3 Kız bir erkek çocuğu vardır. ilk kurşunun atıldığı Uzunoluk meydanında 1936 yılında Belediye başkanlığı yapan Hasan Sükuti TÜKEL tararından bir anıt ve çeşme yaptırılmış, 1977 yılında da Kıbrıs meydanına Kurtuluş anıtı yaptırılmış. 1980 den sonra Çınarlı Camii avlusundaki mezarı türbe haline getirilmiştir.
Sütçü İmam ilk kurşun sıkmasıyla Kurtuluş Savaşının başlamasına vesîle olmuştur. Aslında onun attığı kurşun, bir vakar bir onur mücadelesi olmuştur. Anadolu’nun kurtuluşuna ışık tutmuştur. İşte bu yüzden Sütçü İmam ile Pir Hacı Bayram Veli'nin ortak yönü budur. Biri kurşun atmış Kurtuluşa kıvılcım olmuş, diğeri yetiştirdiği öğrencisiyle İstanbul'un fethine yardımcı olmuştur. Diğer taraftan Sütçü İmam aslında bir sembol olmuştur. Onun arkasında Milli mücadele kahramanları ve Maraş halkı vardı. Zira Ulu Camii İmamı Rıdvan Hoca, Cuma günü hutbedeyken cemaate “Ey cemaat kalede Fransız bayrağı dalgalanırken Cuma namazı kılınmaz”, diyerek cemaate vaazda bulunup halkın kaleye doğru saldırmasını ve Fransız bayrağını indirerek tekrar Türk bayrağını göndere çekmelerine vesîle olmuştur. Daha sonra Kurtuluş savaşını kazanan Maraş halkı, yardıma Gazi Antep'e gitmiştir. Yani Kahramanlık top yekun Maraş halkıyla alınmıştır.
Sütçü İmam, araştırmacılar tarafından daha başka kahramanlarla kıyaslanmalı ve ortak yönleri irdelenmelidir. Hatta belediye ve üniversitesi tarafından uluslararası sempozyumlar düzenlenmelidir. Diğer ülkelerin Milli kahramanları incelenmeli ve Sütçü İmam ile benzerlikler kurulmalı ve proje kapsamında etkinlikler yapılmalıdır. Bu zamana kadar Sütçü İmam’ın dünya literatüründe tanıtılmaması bir eksiklik olmuştur. İnşaAllah Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Niyazi Can hocamız bu konuya el atar. Belki belediyemizce Uluslararası yıllık kutlama etkinlikleri ve projeler geliştirilerek düzenlenebilir.
SONUÇ: Hacı Bayram Veli, öğrencisi Akşemseddîn'i yetiştirerek, İstanbul’un fethine katkı sağlamıştır. Yani İstanbul’un fethi Ankara’dan geçmiştir. Diğer taraftan Sütçü İmam’ın kurşun sıkmasıyla da aslında Maraş değil tüm Anadolu ve İstanbul’un Kurtuluş Savaşı başlamış oldu. Pir ve İmam'ın bu ortak yönünü incelemeyi kendime bir görev bildim. İnşaAllah bundan sonra Milli kahramanımızı başka yönleriyle de tanıma fırsatı yakalarız. Bu vesileyle ilgili makamlara istek ve sesimi duyurmayı da bir borç bilirim.
YAD, VELİ'DEN İMAM’A !
İkinci Murat Han dedi, Pir Hacı Bayram Veli'ye,
Pirim dua ediniz, İstanbul’u feth edeyim.
Pir bir düşünür, sonra görür Mehmedi beşikte,
Der, nasiptir şu Mehmed’e, Köse Akşemseddîn'e.
**
Sanki Pir, gaipten de Sütçü İmam’a seslenir,
Koymayasın Maraş’a düşmanı ilelebede.
Maraş kurtarırsa kendini, İstanbul kurtulur,
Sanki bu kutsal görevi Sütçü İmam’a verir.
**
Heyhat Maraş’a düşman girer, sahipsiz sanır,
Utanmadan nara atar Fransızı, Ermenisi.
Haddin mi pak kadına peçe açtırmak gavur,
Ezelden beri kurşunuyla Sütçü İmam hazır.
**
Uzak yakın O elbet bilir, her taraf vatandır,
Bırakır mı yabana, ebede mukaddes görevi.
Dava Kurtuluş, bu kurşun elbet görevi bilir,
Sütçü İmam’ın kurşunu, İstanbul’a ulaşır.
(Velî'ye)