Milliyet fikri üstünden etnikçiliğe yol açan laik karakterli milliyetçiliğin Cumhuriyetle resmîleşmesi ve bu mecradan çeşitli akımlar doğması, Türkiye’nin doksan yıllık huzurunu heba etmiştir. Milliyetçilik bir ideoloji hâline getirilmiş, etnik aidiyetler üzerinden yapılan târiflerle beslenmiş ve İslâm mânasına gelen millet kavramıyla irtibatı koparılmış, neticede problemli bir yapıya dönüşmüştür.
Menfî milliyetçilik hareketlerinden Araplar ve Türkler zarar görüp tarihteki mâlûm trajedi yaşandı. Bu günde Kürtler bu menfî etnik milliyetçiliğin içinde kıvranıyorlar ve kardeşleri Türklere zor zamanlar yaşatıyorlar. Müslümanların beraberliğinden rahatsız olanlar, ehl-i iman kardeşlerin bin yıllık muhabbetlerini propaganda ve tahriklerle bitirmeye çalışıyorlar. Milliyetlerin esası ve rûhu İslâmiyettir hükmünden dün Araplar ve Türk aydınları kopmuştu. Bu günde Kürtler kopuyor.
20. Asrın münevveranı içinde İslâmcılar “Dâva-yı kavmiyye” olarak gördükleri milliyetçiliği “millet” birliğini bozucu bir akım olarak telin ettiler. Asrın getirdiği problemler içinde bu kavrama Said Nursi Hz.leriz.leri İslâm medeniyeti zemininden bakarak, milliyet duygusunun İslâm milletini haiz Türkiye’de müsbet bir yola sokulabileceğini düşünüyordu:
“Milliyet fikri bu zamanda çok ileri gitmiştir. Hileci Avrupa aydınları (müsteşrikler) bunu Müslümanlar arasında menfî bir şekilde uyandırıyorlar. Onları parçalayıp yutmak istiyorlar. Milliyet fikrinde, nefis için gâfilce bir zevk ve uğursuz bir kuvvet vardır. Onun için bu zamanda cemiyetle meşgul olanlara ‘milliyet fikrini bırakınız!’ denilmez” (E. Düzdağ, Türkiye’de İslâm ve Irkçılık Meselesi). Osmanlı münevveranı 20. asrı “milliyetler asrı” ve milliyetçiliği, milletlerin ruhuna işleyen bir mikrop olarak görmektedirler. Fakat bu mikrobun “faydalı bir mikrop mu yoksa zararlı bir mikrop mu” olduğu konusunda farklı düşünmektedirler. Tartışılan bu mikrop, “milliyet fikri”dir. Said Nursi Hz.lerine göre milliyet fikrini “zararlı bir mikrop” olmaktan çıkarıp, mâna ve muhtevasını tashih ederek “faydalı bir mikrop” yapmalı ve millet vecibelerine mutabık bir milliyet anlayışı ortaya çıkarılmalıdır.
“MENFÎ MİLLİYET, MÜSBET MİLLİYET”
Görüşleri mealen şöyle: Milliyet fikri menfî ve müspet olarak iki çeşittir. Mikrop benzetmesini kullanırsak menfî milliyeti zararlı mikrop, müsbet milliyeti ise faydalı mikrop olarak telakkî etmek mümkündür. Menfî milliyetin hususiyetleri, başkalarına düşmanlık, ırkçılık, bölücülük, sömürgecilik, dîne karşı kayıtsızlık ve hatta onun yerini almak, kibirliliktir. Milliyetin bu biçimi, hususen Avrupa tarafından Müslüman milletler arasında uyandırılarak onların parçalanmasını hedeflemektir. Yerli milliyetçilik yapanlar, farkında olarak ya da olmayarak Batı’nın emellerine hizmet etmektedirler.
Batılı mânada milliyetçilik yapan Türkçüleri kınar ve onları “Türkçülük perdesi altında yabancılara hizmet eden” işbirlikçiler olarak görür. Kendi ifadesiyle “Müsbet milliyet” ve “pozitif milliyet, cemiyetin dâhili ihtiyacından ileri gelir; yardımlaşmaya ve dayanışmaya sebep olur; faydalı bir kuvvet temin eder; İslâm kardeşliğini teyit edecek bir vasıta olur. Bu fikir de İslâmiyet’e kale ve zırh olmalı, onu korumalı; onun yerine geçmemelidir. Çünkü İslâmiyet kardeşliğinin içinde binlerce kardeşlik vardır. Âhirette de devam eder. Milliyet kardeşliği onu korumaya hizmet etmeli. Yoksa bunu İslâm kardeşliğinin yerine geçirmeye kalkışmak, kalenin taşlarını hazineye koyup, hazinedeki mücevherleri dışarı atmak gibi ahmakça bir cinayet olur.”
Hülâsa anlatımla “Pozitif milliyetçiliğin” en mühim prensibi, din kardeşliğini pekiştirmek ve asla onun yerine geçmemektir. Çünkü din kardeşliğinin yerini tutması imkânsızdır. Din, etnisite ve milliyet üstü bir değerdir. Din, yani İslâm farklı etnik gruptan insanları kardeş kılar, ama milliyet fikri, asla böyle bir şeyi başaramaz.
“Pozitif milliyetçilik”, “negatif milliyetçilik” gibi ayrılıkçı değil, kuşatıcı ve birleştiricidir. “Pozitif milliyetçiliğin” esasları mevzunda “Dil, din bir ise millet birdir” diyen ılımlı Türkçü aydınlara nasihat ederek, “Şu halde ırka değil, dil, din ve vatan birliğine bakmak lazımdır” der. “Milliyet ile İslâmiyet’in arasının açılmasının bir felaket olacağına” inanır ve Türklere, İslâm medeniyetinin hadimi oluşlarını hatırlatırcasına yüreğinden hitap eder:
“Şu halde ey Türk kardeş, bilhassa sen dikkat et! Çünkü senin milliyetin İslamiyet’le kaynaşmıştır, ondan ayrılması imkânsızdır. Ayırırsan mahvolursun! Senin mazindeki bütün mefahirin İslamiyet defterine geçmiştir, bu mefahiri, dünyada hiçbir kuvvet silemezken, sen şeytanların hilesine kanarak o mefahiri kalbinden silme!”
BEDİÜZZAMAN, GÖKALP VE AKÇURA’NIN MİLLİYET FİKRİNE KARŞIDIR
Said Nursi Hz.leri, ırka dayalı seküler “menfî milliyetçilik” fikrine İslâmî esasları göstererek karşı çıkar. Milliyet fikri, “dinî bağlılığı artıran bir unsur olmalıdır, asla onun yerini almamalıdır.” Türkçülerin aksine, İslâm’a değil, milliyet fikrine vasıta bir pozisyon biçer ve asrın ortaya çıkardığı milliyet fikrinden İslâmîyet içinde faydalanmayı gerekli görür. Yusuf Akçura’nın milliyetçilik anlayışını, Türk, Kürt ve diğer Müslümanlar açısından “dışlayıcı ve İslâm dışı” bulur. Milletin târifinde Akçura ve Gökalp’ın İslâm’a bir vasıta olarak yaklaştıkları mâlûmdur.
Millet târifinde bütünüyle İslâm’dan beslenmeyen sentez kültürü (hars) esas alan, bu kültür içinde yoğrulmamış unsurları millet içinde değerlendirilmesi için “temessül”ü (benzeşme) şart koşan Gökalp’in milliyet fikrine karşıdır. Müslüman unsurların kendi hususiyetlerini İslâm dairesi içinde kalarak ifade etmelerinin müsbet milliyet fikrine uygun olduğunun söyler. Bir etnik grubun dil ve kültürünün diğerlerine dikte edilmesi, söz konusu unsurları rahatsız edecek ve onlarda menfî milliyet fikrini canlandıracaktır.
MENFÎ MİLLİYET FİKRİNİN SUÇLUSU
Said Nursi Hz.lerinin, birliği bozucu bulduğu “menfî milliyet” fikrinin 1924 Anayasası’ndan sonra resmîleşmesinin ve laikçilik zeminde bir “ulus” çizgisine çekilmesinin suçlusu Atatürkçü Cumhuriyettir. Doksan yıl önceki görüşleri, Türkiye’nin sancısının değişmediğini ve teklif ettiği çârenin elan geçerli olduğunu göstermektedir. Cumhuriyet’le hızlanan “negatif milliyetçilik” anlayışı bunca yıl sonra Türklerle Kürtler arasındaki kardeşlik duygularını zayıflatmış, etnik ayrılıkçılığa sebep olmuştur.
Onun ifadeleriyle “çünkü her milletin kamet-i kıymeti başka bir elbise ister. Bir cins kumaş bile olsa, tarzı ayrı ayrı olmak lâzım gelir. Bir kadına bir jandarma elbisesi giydirilmez. Bir ihtiyar hocaya tango bir kadın libası giydirilmediği gibi, körü körüne taklit dahi çok defa maskaralık olur. Çünkü evvelâ; Avrupa bir dükkân, bir kışla ise, Asya bir mezra, bir câmi hükmündedir. Bir dükkâncı dansa gider, bir çiftçi gidemez. Kışla vaziyeti ile mescid vaziyeti bir olmaz.”
MİLLİYET FİKRİNİ İSLÂM’LA MUTABIK HÂLE GETİRMEK
İslâm’la milliyet fikrini mutabık hâle getirmek ister. Seküler milliyetçiliğin aksine milliyet duygusunu dinin yerine koymaz, dinden neşet eden birleştirici bir hareket ve İslâm’ın bünyesinde bir üslûp olmasını anlatmaya çalışır. Osmanlı ortadan kaldırıldığı için İslâmî bir cumhuriyet yapısı içinde hiç olmazsa Müslüman unsurları dışlamayan “müsbet milliyet fikri”nin birleştirici olacağını tavsiye ediyordu. Fakat bu birleştirici gayret “irtica” ile yaftalanmış, Türkçü ve Kürtçü ulusalcılarla engellenmiştir.
Türkler idaresinde Kürtleri etnik olarak “benzeştirmeye” çalışmayan “İslâmî milliyet” fikrinin Türkiye’yi bu hâle getirmeyeceği apaçıktır. Çünkü ona göre “Kürtler, Doğu Vilayetinde mukim, muhafazakâr ve dindar bir halk olduğu için ancak seküler olmayan bir milliyet fikri etrafında Türklerle birlikte yaşayabilirler. Aksi bir durum, onların da milliyetçilik yapmasına, ayrılıkçılık gütmesine yol açacaktır.”
Hâsıl-ı kelâm; Bu yapının despot Cumhuriyet idaresince göz ardı edilmesi ve ulusçu bir rejim içinde “benzeşme” baskılarının sürdürülmesinden dolayı bugün Kürtlerce etnik aidiyet istekleri yüksek ve kararlı bir sesle dillendirilmeye başlandı.