Yaşadığımız dünyayı öylesine kullandık ki, hiç bitmeyecek gibi…
Oysa her güzel şeyin sonu olduğu gibi bununda bir sonu olacaktı. Korumadık. Koruyamadık dünyayı kendimizden. Gözlerimiz hep daha iyisini, daha güzelini kovaladı. Uyduk bu akışa ve bugünlere geldik hasbelkader. Yaşadıklarımız, yaşayamadıklarımız ve umutlarımız…
Öyle bir haldeyiz ki şimdi ne kadar aciz olduğumuzun.
Ve hatalarımızla yüzleştiğimiz günlerdeyiz. Neler umduk dünyadan ve yaşamdan ve akışta nerelere geldik. Her şeyin en güzelini, en iyisini istedik ve bunun için, bu uğurda neleri ezdik neleri es geçtik, neleri heba ettik. Gerektiğinde doğadan çaldık. Hep kendimizi düşündük. Oysa bugün şapkamızı önümüze alıp düşünüyoruz. Biz dünyaca nerede hata yaptık?
Haklıydık ama yetinmesini bilip alçak gönüllü olamadık.
Tamam, herkes, bu dünyada yaşamayı hak eden herkes birer şampiyon! Bir şampiyonda emeğinin karşılığını yaşamak ve tek olduğunu hissetmek ister. İyi de dünyada sekiz milyar insan var! Bu sekiz milyar şampiyon demek!
Daha doğmadan mücadele verip, milyonlarca aday arasından birinci olmak başka şey dünyaya geldikten sonra yaşamak başka şey. İnsan bunu ancak kırkını geçince anlıyor. Çok şey bekliyoruz hayattan. Sade bir yaşam, mutluluğunu kendin inşa etmek, insanlarla (şampiyonlarla) düzeyli ilişkiler içinde olmak ve bunun sürekliliğini sağlayabilmek elimizde olan şeylerdi.
Her türden şampiyon var. İnsanlar çeşit çeşit. Kimseyi sana benzemesi için zorlayamazsın. Kimsenin de senin gibi düşünmesini. Şampiyonların içinde yaşıyorsak bir şampiyon olmamızın gereği olarak onlar bizimle yaşayanlar saygıyı hak ediyor. Kulvarlarımız farklı. Çeşit çeşitiz. Her insanda özü başka, sözü başka bildiği bilmediği yönler var. Biz insan olarak birbirimizi tamamlamakla mükellefiz. Olmadığımızı düşünmeyin. Koca bir dünyada birbirimiz için varız. Yoksa neyleyim köşkü sarayı içinde salınan insan olmayınca!
Varlığımızın vardığı hatta varabildiği noktalardayız. Bir buğday tanesinin bile nerede yeşerip, nerede başak olacağı, kimin karnını doyuracağı belli ise nicedir bu insanoğlunun gaflet uykusunda oluşu. Neyi paylaşamaz, neyi hedefler…
Şampiyonluk ruhu insanın ceninken başlıyor. Kendini özel hissetmek, sevgi pıtırcıklarıyla büyümek, pamuklara sarmak… Çocuk büyüdükçe herkesten anne-babasından gördüğü davranışları bekliyor. Oysa her insanın bir şampiyon olduğunu anlayınca değişiyor insan.
Doğan Cüceloğlu bu anlamda çok güzel bir anektot anlatmıştı semeninerinde.
Yazarımız yakın olduğu bir çift tarafından yemeğe davet ediyor. Anne mutfakta, baba gazete okuyor. Yazarımız kendi kendine oynamaya çalışan bebekte gözü. Anne-babanın ona dahil olmamasına şaşırıyor. Bir ara bebek kendi yatağına çıkamaya çalışıyor. Düşüyor, tekrar deniyor, düşüyor yuvarlanıyor tekrar denerken, yazarımız daha fazla tahammül edemiyor ve bebeği poposundan tutup kaldırıp yatağa koyuveriyor. Sakin gazetesini okuyan baba kızıyor, yüksek sesle;
-Ne yaptın sen!
-Onu yatağa koydum...
-Hayır! Onun zafer duygusunu elinden aldın!
Yazarımız şaşkın. İçinden şu Amerikalılar da ne tuhaf diyor amaa hakveriyor.
Birey olmak, insan olmak beşikten mezara kadar pek tabi ki. Gelişeceğiz, öğreneceğiz, uygulayacağız bize uyanları, gerekirse tavrımızı koyacağız yerinde.
Bizde ise durum çok farklı. Daha sonra bu konuya bilahare dönebiliriz.
Yaşarken iyi örnekler, gerçekten insanlığa faydalı olmuş idolleri kendimize örnek almak bizim yolumuzu kolaylaştıracak. Yaşam kalitemizi artırıp, yaşamı hak ettiği ölçüde ömür ne kadar müsaade ederse yaşamak.
Varlığımızın kıymetini önce kendimizi bilmekten geçer ki aksi takdirde varlık olarak pek dik duruşumuz olmaz. Bu bir kişilik kaybı olur ki, Hüsran kaçınılmaz olur.
***
Koronadan virüsü dünyayı tehdit ederken, yaşamın kıymeti tüm şampiyonlar tarafından daha da bilinir oldu.
Dilerim zaiatımız en az olur bu illet yüzünden.
Sağlıcakla kalın.