Çocukluğumuzun ilk anlarından itibaren, birden çok olan her şey arasında yaptığımız seçim, bizim kişiliğimizi belirleyen en önemli faktörlerdir.
Kuşkusuz çocukluğumuzdaki seçimlerimiz daha saf, daha temiz, daha çıkarsız ve daha gösterişsizdir. Çocukluğumuzdaki seçimlerin bir kısmı ihtiyaçtan bir kısmı ise renklerin sihrineve ambalajların albenisine kapılmaktandır diye düşünüyorum Elbette uzman olmadığım için çocukların seçimlerinin psikolojik etkilerini de sıralamam mümkün değil. Buna rağmen de çocukların çok daha ‘doğru tercih’ yaptığını söyleyebilirim.
Gelelim bizim tercihlerimize ve bizim seçimlerimize…
İlk bakışta ‘tercih’ ile ‘seçim’ aynı gibi görünse de, küçük ama önemli ayrımlar olduğu bir gerçektir.Tercih, daha çok bizim beğenimizi ifade eder ama seçim, belli sayılar, kişiler arasından birini tercih etmeyi ifade eder.Bu açıdan tercih, bizi daha doğru ifade eden yönümüzdür ama seçim, ‘çıkar’ güden bir tercih de diyebiliriz.Bu ‘çıkar’ı salt menfaat olarak almamak gerek. Ya da bireysel menfaat olarak düşünmemek gerek.Çıkar, daha çok ‘kazanma’ dürtüsüyle ilgili. Kazanma; kendisi, yakını, partisi, ırkı, mezhebi, dini, köylüsü, kentlisi..diye uzatabiliriz.
Bir futbol kulübünü tutan fanatiğin ‘kazanma’ dürtüsü, aynı zamanda bir yaşam biçimdir. Herhangi bir taraftar, olaya bir dahli olmadığı halde, takımının ortaya koyduğu oyun ve oyuncuların performansı sanki kendi başarısıymış gibi kendisini gururlandırır. Maçın sahadaki yönüyle, perde gerisinde olan ve olabilecek bütün yönleri de onun fikrini değiştirmez. Önemli olan takımının rakiplerine karşı üstünlük göstermesidir. Gerisi teferruattır.
Sporda ‘meslek ahlakı’ daha çok centilmenlik diye gösterilir. Elbette siyasette de buna benzer ‘meslek ahlakı’ diyeceğimiz yaklaşımlar var, olmalı da.
Futbolla siyaset bu açıdan bir biriyle örtüşür.Futbolcu, işini parayla yapar. Yani profesyoneldir. Bugün rakip olarak gördüğü takımdan iyi bir teklif alırsa safını değiştirmek onun için çok da bir anlam ifade etmez. Sadece transferin miktarı önem taşır.
Siyasette de bu böyledir ama sadece görünüşü böyle değildir, algılanışı da bu şekilde kendisini göstermez. Futbolda iyi futbolcu hangi takıma giderse gitsin, taraftar onu çok çabuk benimser. Diğer takım da ‘bizim oyuncumuz dönek’ demez.Siyasette ise ‘dönek’ denir ama yeni takımı yani yeni partisi onu ‘sütten çıkmış ak kaşık’ olarak görür, kabullenir veya işine öyle geldiği için sindirdiği görüntüsünü verir.
Futbolda taraftar vardır, siyasette seçmen…
İşte asıl benzerlik de bu ikisinde vardır.
Futbolda da, siyasette de ‘yönetim’profesyonel olarak işini görür. Asıl çıkar profesyonelliktedir. O çıkarı için herkesle, her türlü ilişkiyi kurabilir.Bu çıkar işi bazen isteyerek, bazen de istemeyerektir.
İsteyerek olan, tamamen makam ve para hırsızdır. Daha iyi yerlere gelmek, daha iyi yaşamak, daha çok kazanmak ve kazanmak.
İkincisinde ise siyasetçinin boynuna takılan yuları tutan veya tutanlar tarafından ‘istemeyerek’ de olsa yaptırılan ‘zorlama/dayatmabirliktelikler’dir ki, bu her zaman içerisinde çokça ‘çıkar’ ve bir o kadar ‘ihanet’ barındırır.(Bunda ısrar edilmesinin altında yatan sebep ise çok çeşitlidir. Belki de her zaman öne çıkan ama hiç açıklanmayan ‘şantaj’dır. Diğerleri çok daha kişiseldir; kin, nefret, para, makam, hırs, öç alma duygusu..)
Seçmen olursan seçersin ama taraftar olursan, hiçbir yanlışı görmez, doğruyu büyütürsün. Rakibinde ise hiçbir doğruyu görmez, bulduğun tek hatayı/yanlışı büyüttükçe büyütürsün.
İşte burada devreye giren, futbol taraftarıyla, seçmenin benzerliğidir. İnsanların sebebini kendilerine bile açıklamaktan çekindiği tercihleri de burada devreye girer. Seçimlerimizi etkileyen şeyler sahi nedir?
Profesyonel olarak aldığımız ‘yukarıda dönen bütün dolaplar’a, bütün kirli ilişkilere, hatta ihanete varan iç ve dış desteğe rağmen, seçmenin gözünü bürüyen taraftarlık körlüğü, seçmenin seçimini doğru yapmasını engeller.
Seçmen, taraftar olduğu andan itibaren sadece taraftar olur, tercihini ortaya koyan birisi veya bir seçmen değil.Artık bizim tercihimiz, çocukluğumuzdaki seçimimiz kadar saf değildir.
Sırf kazanmak, sırf birilerini alt etmek, sırf birilerini yenmek, sırf partimizi bir yerlere taşımak için, tıpkı ‘profesyonel’ olarak her türlü kirli ilişkinin, her türlü ihanetin, her türlü menfaatin ‘doğal’, ‘normal’, ‘mubah’hatta ‘doğru’, hatta ‘iyi’ sayıldığı bir anlayışa bürünmeye başlar. İşte o andan itibaren bütün değer yargılarımızkaybederiz;işini ‘profesyonelce’ yapanların tuzağına düşerek.
Seçmen böyle bir şey değildir.
Seçmen, tıpkı bir ‘adil hâkim’ gibi olabilmelidir.
Tercihini, yargısını ve kararını hiçbir dış müdahale belirlememeli. Kendi özgür iradesi, kendi özgür seçimi oyunun rengini belirlemelidir. Partilerin seçmeni olmaz, taraftarı olur anlayışıyla, ‘seçmen’ olma konumuna yükselmek gerek. Taraftar konumu “övünülecek” bir makam değildir.
Seçmen, bütün ‘kişisel çıkarlardan’ arınarak, kendisi için, ailesi için, ülkesi için, milleti için, bugünü ve yarını, inancı için, kültürü için, değer yargıları için, bir davası varsa onun için, bir kaygısı varsa onun için, bir korkusu varsa onun için, bir sevgisi varsa onun için seçim yapmalı/yapabilmelidir.Gerisi, kuru bir taraftarlıktır ki, bunun için eğitime gerek yok. Gözünü kapat, kulağını tıka, dilini de tut, oyunu da ver, olsun bitsin.