Modern kapitalizmin ürünü olan “kent”in “şehir”le muhteva ve sûret bakımından hiçbir benzerliği yok. Doğu Türkçesinde kasaba, kale, hisar ve köy mânasına gelen “kent” Cumhuriyet inkılâpçılarının İslâm medeniyetinden uzaklaşmak için Soğdca’dan intihal ettiği bir kelimedir.
Medine ruhunu kaybedişiyle şehrin yerini, menşei eski Yunan ve Avrupa’ya uzanan “site” den mülhem modern-seküler “kent” aldı. Bundandır ki Batı’nın modern kapitalist anlayışından sâdır olan ve şeddadî binalarıyla göz kamaştıran “kent” Medine, yâni medeniyet mânasında şehir değil.
“KENT” MEDENÎ DEĞİL, MODERN BARBARDIR
Şehrin ceddi Medîne, kentin ceddi “metropol”, yâni tanrısız sitelerdir. Şehir Müslümancadır, kent Batılı ve sekülerdir. Aydınlık şehir mânasına gelen Medine-i münevvere ölçüsünü taşıyan şehrin kimliği, mâzisi, ruhu ve dili vardır, mensuplarıyla harfsiz konuşur. Varlığını, kendini inşa eden milletin kimliği ve medeniyetiyle kazanır ve o milletin şahsiyetini yansıtır. “Mekke-i mükerreme”, “Medîne-i münevvere”, “Belde-i tayyibe”, “Şâm-ı Şerîf”, “Âsitâne” yâni İstanbul gibi şehirler, onu inşa edenlerin ruh ve şahsiyetlerinin birer parçasıdır.
Modern zihniyetin imalâtı olan kentin şahsiyet ve kimliği yok. Mâzisiz, köksüz modern kapitalist hayatın mekânıdır. Barbar ve bencil, merhametsiz ve geleneksiz... İçinde yaşayan insana yabancıdır, müşteri gibi bakar, sahiplenmez. Bu sebeptendir ki ecnebi bir şair, kenti “hastâne, hapishâne, umumhâne, â’raf ve cehennem” kelimeleriyle târif ediyor.
Şehrî kimliği ve şehri asıl mânasıyla idrak edemeyen içimizdeki modernler, modern muhafazakârlar “plaza” diyerek övündükleri şeddâdî binalarla çevrili “kent”in putperest Ad kavmi hükümdarı Şeddad’ın, inananların “tanrı” sından kendisinin üstün olduğunu göstermek için yaptırdığı yüksek binaların taklidi olduğundan bihaberdir.
ŞEHİR ERDEMLİ VE ÂSÛDEDİR, KENT CÂHİL VE ŞEDDADÎ…
Şehir erdemli ve âsûdedir, kent câhil ve şeddadîdir… Fakat bu zavallı idrak zümresi, Medine, yâni medeniyet mânasına gelen şehre ihânet ettiğinin şuurunda değil. Medeniyetine câhil olanların şehre ihâneti bununla kalmaz; “kent”leştirdikleri şehirleri kaplayan yüksek binalara “gökdelen” diyerek, mecazen ulvî mâna taşıyan “semâvât”, yâni “gök kapılarına” na, âyette (Fussilet sûresi /15) itham edildikleri gibi “Bizden daha kuvvetli kim var?” dercesine meydan okuyorlar.
Üstad Necip Fâzıl yıllar önce yaşamış, ruhunu sıkan ve yolunu tıkayan gökdelenlerle çevrili kentin acısını. “Çile” kitabında yer alan “Şehrin Kalbi” şiirinde şehrin kalbini delen iğneyi, yâni yozlaşmayı düzeltecek irade yok mu diye soruyor: “Nur yolunu tıkıyor yüz bir katlı gökdelen / Bir küçük iğne yok mu, şehrin kalbini delen?” Kıyamet alâmeti gökdelenlerin kıyamet gibi çoğaldığı kentlerde bugün yaşasaydı üstad, “Nur Şehri” şiirindeki “Şehirlerde tabanım değil, yüreğim yarık / Nur şehrine gidelim, yürü, çilekeş çarık” mısralarını daha bir haykırışla söylemiş. Üstadın bu mısralarda kastettiği kenttir, fakat İslâmlaşmış Türkçe hassasiyetinden dolayı şehir kelimesini kullanmış.
“KENT BİR TABUTTUR, ÇİVİSİ İNSAN”
Modern tâgutînin sembolü olan kentin ruhumuza yabancılığına isyan eden Sezai Karakoç kenti tabuta benzetir:
“Taha yürüdü yarasaların üstüne / Biliyordu kentten kendine bir fayda yoktu / Kent savaşçı değil belki bir savaştı / Göğsünü aç bu gül habercisi bu doğuluya / Gözle görünmez doğulu sabah rüzgârına / Sonra git kentin kır batı kapılarını / Kış kepenklerini parçala / Kent bir tabuttur artık, çivisi insan / Kulağında ne bir aşk, ne de bir kürek sesi / Bir meydan uğultusu, barbar bir inşaat sesi / Bir kere kente girdin” (Taha'nın Kitabı/Gül Muştusu Şiirler-IV)
Bu mısralarda dile getirildiği gibi kent bir baştan bir başa “barbar bir inşaat sesi” olmaya doludizgin gidiyor. Gülü yok, bülbülü yok. Aşksız, sevgisiz, irfanı olmayan modern bir cehennem…
Şair Erdem Bayazıt’ın “Karanlık Duvarlar” şiirinde kent insan ruhuna duvar çeken “mahpus” laştırıcı bir mekândır. “Duvarlar çıkıyor önüme şehrin mahpus yüzlü duvarları / Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme / Alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar…” (Şiirler / Sebep Ey, Risaleler)
Şairin, şiirinde sıkça ifade ettiği şehrin Medine mânasında şehir olmadığını, kastının modern zihniyetin ürünü olan “kent” olduğunu belirtelim. Şehir ve şehirciliğin bilgesi Turgut Cansever’in, “İslâm’da Şehir ve Mimari” kitabında “İslâmî davranış tercihleri” olarak saydığı âsûdelik, sükûnet, dindarlık, dürüstlük, istiğrak, mahcubiyet, nezaket, zarafet, yumuşaklık, rıza, sadelik, sâkin ifade, hürmet, şükür, takva, tevazu, tevekkül, vakar gibi meziyetleri barbar ve seküler kentte bulmak mümkün mü?
Ahlâkın, sanatın ve dinî düşüncenin yer aldığı şehir inşasının amel-i sâlih bakımımdan insanın en mühim vazifelerinden biri olduğunu söyleyen Cansever’in târif ettiği Müslüman şehrin hangi vasıfları var kentte?
Yahya Kemâl Beyatlı, “Kendi Gök Kubbemiz” kitabında “Gelmek’çün ikinci bir hayata / Bir gün dönüş olsa âhiretten / Her ruh açılıp da kâinata / Keyfince semâda tutsa mesken / Tâlih bana dönse, zaikâne / Bir yıldızı verse malikâne / Bigâne kalır o iltifata / İstanbul’a dönmek isterim ben” dediği “Aziz İstanbul” un ve “Hayâl şehir” olarak vasfettiği Üsküdar’ın şehir kimliğinden çıkmış, şahsiyeti bellisiz barbar kente dönüştüğünü görse ne yapardı? Ağıtlar ve mersiyeler yazarlardı. Hülâsa, Türkiye’de şehrini arayan insanın gelecekteki savaşlarından biri de soğuk yüzlü barbar kentlerle olacak. (e.posta:ilbeyali@hotmail.com)