“Kent”i şehirle karıştıran ve mekân dâvamızı anlamayan kafası karışık olanlar için evvel emirde belirtelim; modern dünyalıları ürettiği kentle Müslüman ceddimizin inşa ettiği, kimlik ve ruh verdiği şehir arasında mahiyet farkı var. Birbirinin zıddı ve hasmıdır. Şehir yerli ve millî, yâni Müslüman tasavvurundan doğmuş mekân… Kent Batılı, Frenk, yâni gayr-ı müslim tasavvurunun mekânı…
KENT HÂFIZASIZDIR, İNSANI TANIMAZ
Modern dünyalıların kurduğu kentin rüyası ve hâfızası yok, mankurttur, modern kapitalizmin egemenlerine ve toplumuna ayarlıdır. Şehrin mahalleleri, çınarlı bahçeleri ve câmileri var, kentin şeddadî plazaları, gökdelenleri ve avm’leri… Gönlü ve kalbi yok kentin, makinadır; insanı tanımaz, hatırlamaz, yabancıdır, nobrandır.
Şehrin hâfızası ve rüyası vardır, kimliğimizi ve tarihimizi yaşatır. Evimizin
büyütülmüş hâlidir, bizdendir, akrabadır, dosttur şehir, huzur verir. Kent modern hapisâne ve toplama kampıdır. Sıkıntı ve bunalım verir daima. Şehirlerimizin yerini ruhsuz kentler aldıkça hâfıza kaybımız artıyor.
Şehirlerimizin ceddi vardır; Mimar Sinan, Fâtih, Hac-ı Bayram Velî, Mevlâna, Yavuz, Kânunî, Sultan Ahmet… Kentin ceddi yok, kimliksiz, aidiyetsiz ve melez… Dolayısıyla daima yabancı.
KENTİN DİLİ VE ÂDÂBI YOK, TERBİYESİZDİR
Şehrin dili, terbiyesi, âdâb-ı muâşereti var, yâni bir zamanlar vardı… Kentin dili ve âdâbı yok, terbiyesizdir. Köksüz ve argodur. Soğuk ve itici bir dili vardır. Bol İngilizce kelime ve diksiyonla plaza ve sosyal medya diliyle hitap eder. Şehir içindeki insanı emzirir ve yaşatır. Kent sömürür, sahip çıkmaz, ölüme terkeder.
Kentlerde tarihî kimlik göremezsiniz. Milletin kültür ve medeniyetini temsil etmez. Çok kimliklidir, “çok ulusludur”, çok tanrılıdır, bâbil kulesi gibi... Kentin dinî yoktur; sekülerdir, putperesttir, pagandır, “nekropol” dür, yâni ölüler kenti. Şuursuz, hüviyetsiz ve Tanrısız yaşayan ölüler metropolü…
KENT SUÇA VE GÜNAHA TEŞVİK EDER
Kent suça ve günaha teşvik eder. Ahlâkı ve töresi yoktur; erdemsizdir, modern dünya kapitalizminin egemenlerine ayarlıdır. Dîni, tarihi, geleneği ve kimliği olan toplumun ruhuna, gönlüne hayat tarzına hitap etmez. Kentte her şey makine, para ve modern kapitalizmin kanunlarına bağlı, insanın hükmü yok, kimliksiz ve ruhsuz gökdelenler enkazıdır. Ahmet Hamdi Tanpınar boşuna dememiş: “Şehir inşa eder, kent ise imha.”
Şehirlerimiz hızla kente dönüşüyor. “Kentsel dönüşümün” iktidarların politika malzemesi olması büyük tehlike. Şehir medeniyetimizi yıkmak için yarışıyorlar. Gafletten eseri(!) olan modern kentler tarafından erdemli şehirlerimiz bir bir öldürülüyor. Erdemli şehir katliamları daha da hızlanacak. Şehirler evlerden, kentler plazalardan, rezidanslardan oluşur. Şehirlerde hayat yavaştır, kentlerde hızlıdır. Hızlı hayatın ruhu, vicdanı ve merhameti olmaz. Şehirde can, ruh ve tabiat vardır. Kentte makine, metro, tünel vardır, her şeyiyle mekanik ve gökyüzüne kapalıdır.
İslâm medeniyetimizi kentlerde inşa edemeyiz. Modern dünyalıların ve sekülerleşmenin ürünü olan kentleşme şehri öldürdü, içindeki insanların da ruh dengesini hızla bozmaya devam ediyor. Kentin ardından sanal kentler geliyor. Zübde-i âlem olan insan sanal kentte ruh ve kimliğiyle büsbütün yok olacak.
“KENT GÜNAHLARIN SERGİLENDİĞİ BİR PANAYIRDIR”
Ruhsuz ve medeniyetsiz kente isyan eden Öğretim Görevlisi İsmail Göktürk “Beyaza Tedailer-1” adlı yazısında kentin şenî ve ifsad edici karakterini en tesirli ifade kalıplarıyla anlatarak şuurumuzu keskinleştiriyor:
“Kent, büyük küçük günahların sergilendiği bir panayırdır. Günaha, senin olmayana dâvettir kent. Sen, oksijen çadırındaki hasta gibi kapanmışsındır bir kuytuya. Beyaz'ı solumak, Beyaz ne büyük nimet... Kent uygardır. Uygar olmak kentin yeni çehresidir. Bu güne kadar yaşanan zamanın boşa gittiği hissini uyandırır insanda. Yeni bir görünüm, yeni bir şahsiyet, yeni bir tavır, yeni bir üslûp sunar kent. Yeni veya senin olmayan, yâni senden başka senin dışında. Kent bir malzemeler yığını bir malûmat deposudur. Kent, deli taşlarıyla dolu bir kuyu. Kentte bir deli taşı da sen olursun. Yeni kişiliğin veya kişiliksizliğinle, kentli tipine karışıverirsin. Kent sana memleketini sormaz, nereli olduğunu sorar. Kentlisin dostum. Bir birimlik üstünlüğünü, bir birimlik zulüm vesilesi sayan merhametsizler güruhundan. Meziyetsizliği üstünlük sayan, tabiî olan her şeyin yerine bir sunîlik bulan hilkât garibesi. Sonra tatminsizlik başını döndürür. Kent her defasında yeni modeller sunar insana. Kentin değer yargıları senin bir insan olduğunu umursamaz. En iyi insan, en çok tüketendir. Sen değil etiketlerin muhatap olur kentle. Adın, kullandığın eşyanın markasından sonra telâffuz edilir. Kent deşifre eder insanı. Mahremiyet kentin tanımadığı bir hâldir. Zaman bir asfalt yoğunluğunda yaşanır. Kent paket programlar sunar insana. Kendini değil kalabalıkları yaşarsın. Kendisiyle başbaşa kalmak kentlinin en büyük ayıbıdır. Neyi niçin yaptığını hiçbir zaman düşünmeden koşturmalısın kentte.”
Kentin muhalifi olanlar, kentin nobranlığına mâruz kalanlar kentin caddelerine çıkmadan evvel bu satırları hınçla emerek okusunlar ve kente olan isyanlarını günbegün büyütsünler…(ilbeyali@hotmail.com)