Sık tekrar etmem kimseyi rahatsız etmemeli. Makalelerimde kullandığım uslup çoğul olduğu için aslında tüm ümmete şamil.
Şehidlerimize layık gördüğümüz her türlü övgü, Rabbimizin övgüsü yanında ancak bir kum tanesi gibidir. Onlar sayesinde bu topraklar kutsal ve kalanlarımız için de üzerinde yaşadığımız toprak namusumuzdur.
Hafta boyu İstanbul’umuzda ve tüm ülkede selatin camilerinde şehidlerimiz için kur’an tilaveti ve mevlid-i şerifler okundu. Unutmayacağız ve unutturmayacağız. Bu millet vefali.
Özellikle 28 şubat döneminde Çanakkale şehidlerimizin unutturulmasına yönelik planlı projeli yaklaşımları hatırlarsak söylemek istediklerim daha iyi anlaşılır.
Bu gazi millete gelince: İdarecilerimizin gayretli çalışmaları elbette umut verici. Ancak yerel ve devlet bürokrasisinde yukardan aşağı yönetim erkinin daha dikkatli ,adil ve daha şeffaf olması gerekiyor. Bir çok yerel ve devlet kurumundan hala dumanlar çıkmaya devam ediyor.
Bugün git yarın gel gibi eskiden kalma alışkanlıkların kesin olarak tekrarlanmaması icap ediyor.
Rüşvet, adam kayırmacılık gibi alçakça ve insani olamayan kötü uygulamaların köküne kibrit suyu dökmemiz, alan ve verenin lanetlendiğini aklımızdan çıkarmamamız iki dünya saadeti için gerekli.
Ateş olan yerlerden çıkan dumaları azaltmada görevlilerin ve vatandaşların daha bir özen göstererek içinden geçtiğimiz süreç aşkın biraz daha özveri ile çalışması elzem.
El ele verme zamanı. Tefrikadan uzaklaşma zamanı. Gazilerimiz ne diyor? Sadece bir kaçını hatırlayalım mı? Bir kol gitmiş iki bacak gitmiş ne ki . Vatan kurtuldu ya… Benzer açıklamalara hepimiz çok şahid olduk.
SESSİZ KATİL BENİDE VURMAK İSTEDİ
Bizim meslekte saman altından su yürüten hastalıklardan korkulur.
Şeker ve tansiyon yüksekliği en iyi örnektir diye düşünüyorum. Sinsidir herhangi uyarıcı bir belirtisi de olmayabilir. Aylarca hatta yıllarca insan bu münafık ve sinsi hastalıkla yaşadığının pek farkında dahi olmaz.
Sessiz katil hpertansiyona karşı uyanık olmak gerekir. Çünkü işaretini bazen ciddi ve kalıcı hasarlarla verebiliyor. Kalp krizi, böbrek yetmezliği, görme kaybı, beyin felci hünerlerinden sadece bir kaçı.
Bu katil ile geçtiğimiz hafta bende yüz yüze geldim. Tesadüfen tansiyonumu ölçmek aklıma geldi. Ölçtüm yüksek. Tansiyon ölçmenin ve sonuçlarını değerlendirmenin de bir adabı usulü vardır.
Tansiyon ölçülecek kişi biraz dinlenmiş olmalı, oturur pozisyonda olmalı , ölçülen kol kalp seviyesinde tutulmalı vs gibi.
Kurallara harfiyyen uyarak tekrar ölçtüm. Yine yüksek.
Kendimi kolladım. Sağıma soluma baktım . Tansiyon yüksekliğinde bazı hastalarımızın yakındığı baş ağrısı, baş dönmesi ,dengesizlik gibi bir işaret aradım. O da yok. Hiç bir şikayetim olmamasına rağmen bu tansiyon neden yükselir? Sorusuna cevap aradım. Yeme ve içmede hatalarımı araştırdım. Tuz zaafım yok. Yaşam kalitemi bozacak bir yanlışım da yok. Yemede içmede ölçüsüzlük yok vesselam sebep de bulamadım.
Mesleki tecrübelerimi geriye doğru taradım. Tansiyon yüksekliğinin sebep olduğu hastalıklarla gelen hastalarımın çoğunda da herhangi bir belirti vermeden sinsice, münafıkça fırsat kolladığını ve bulduğu ilk fırsatta da maalesef kişide ciddi hastalıklara sebep oluşturduğunu hatırlattı bana.
Sağlığın kıymetini iyi bilelim. Hastalıklar birden gelip, kolay kolay gitmek istemeyebilir.
Öncelikle panik yaparak felaket tellalı olmamalıyız.
Tansiyon ölçümlerini dinlenmiş olarak ara ara tekrarlamalı ve yüksek seyrettiğinden eminsek hekimlerimizden yarım almalıyız.
Bizim yapacaklarımıza gelince:
Çok sık yapılan bir hatadan dönmeliyiz. O da tuz kullanımı. Nasıl ki şeker ve beyaz unlu gıdaları ölçüsüz tüketmenin bedeli şeker hastası olmaksa, aynı şekilde tuz tüketimindeki fazlalığında karşılığı tansiyon yüksekliği.
Günlük alınacak tuz miktarını nerede ise her öğünde alma alışkanlığı terkedilmeli.
Kilo kontrolü muhakkak sağlanarak kalbin yükü azaltılmalı.
Yaşam tarzımızı yürüme ,yüzme gibi hareketler ile zenginleştirerek ataletten uzak durmalıyız.
Sıgara , alkol gibi kötü alışkanlıklar muhakkak terkedilmeli.
Hastalığı ciddiye almadığımızda bedelini muhakkak ödeyeceğimiz algısını unutmamalıyız.
DİYANETİMİZDEN GELEN KÖTÜ KOKULAR
Diyanet camiasına dil uzatmadan , burnumuzun dibini sızlatan kokularla ilgili elbette eteklerinde taşı olanlar susmamalı. Bu koku çorap kokusu gibi maddi koku olsa çözüm belki daha kolay olur.
Geçen haftaki makalemde bahsettiğim mesele ile ilgili tarafıma ulaşan çok sayıda bilgi ve yorum maalesef bendenizi haklı çıkardı.
Yetkililerin daha dikkatli ve titiz davranarak bilerek yada bilmeyerek içlerinde barındırdıkları mikropları temizlemek görevlerini layıkı ile yapacaklarına güvenim ve inancım tamdır.
Bu günlük de bu kadar.
Kalın sağlıcakla.
Son Not: Tüm ülkemizi ateş çemberine alarak yaşam alanımızı daraltan yerli yabancı alçaklar bizi yıldıramayacaksınız. Topunuz birden geliyor ve kalleşçe saldırıyorsunuz. Direneceğiz. Kazanacağız. Şimdiden çatlayıp patlayabilirsiniz.