Bugün yerimden kalkmaya hiç niyetim yok. Dünün yorgunluğu halen üzerimde. Benden önde giden göbeğimi eriteceğim diye aç kaldığım yetmiyor gibi bir de üstüne üstlük on bin adımı yirmi bin adıma çıkararak canıma kastediyorum. Bugün evde kimse yok. Ev sakin, dışarısı sakin, kafam sakin, ben sakin…
Yok.. yok bugün kesinlikle yerimden bile kalkmayacağım.
-Küt
-Küt
-Takk. Tukk
Sabah saat tam 7 olmalı. Asker emeklisi üst kat komşum yatağından kalkarak, önce sol terliğini, sonra sağ terliğini tam ayağının hizasında yere attı. Önce sol, sonra sağı atmasının nedeni “sol.. sol” diye yürüyüşte ve koşuda tempo tutmasından dolayıymış. Bir gün sordum da söyledi.
Komşum terliği aynı hizaya koyduktan sonra bu defa da ayağına geçirerek, lavaboya kalkacak ve sonra da lavabodan “şır, şar, şor” diye sesler gelecek.
Komum, 40 yıl askeri alışkanlığından zerre kadar taviz vermemiş.
Her sabah içtimaya kalkar gibi kalkıyor. Birazdan bölüğü denetlemeye kalkarsa yandık demektir.
Neyse şimdi uyurum, hele bir sessizlik olsun.
Yan komşumun pencereden sesi geldi; “Yufkacı komşu, yufkacı komşu sepete 3 yufka atar mısın?”
Aşağıdan verilen cevabı pek duymadım.
Halim selim olan yufkacı, sessizce veya muhtemelen başını sallayarak üç yufkayı getirip sepete koymuştur.
Demek ki saat 07.30.
Neyse birazdan uyurum, hele bir sessizlik olsun.
İstanbul’a geldiğimden beri ne dediğini anlamadığım tek meslek hurdacı veya eskicidir. Sesini tanırım ama ne dediğini bilmem muhtemelen “Hurdacııı” veya “Eskiciii” diyordur ama bunu farklı bir gramerle söylediği için hiçbir manaya ve hiçbir şiveye de dâhil edemiyorum. İşte hurdacının sesi de geldi.
Demek ki saat tam 07,45.
Çok geç değil, birazdan uyurum, hele bir sessizlik olsun.
-Sütçüüüü, dütttt, düttt..
Ve derken sabahın sultanı sütçümüz de geldi. Saat 08.00 olmuş, akşama da daha çok var. Sütçünün bağırtısı birazdan kesilir. Sürekli süt alan komşuların uzaktan sesi gelir, sütçünün güğümü ve “çek çek” diye pencereden uzatılan sepetlerin geri gelmesinin hafif sesi dışında çok ses gelmez. Birazdan uyuyacağım, kararlıyım. Yeter ki bir sessizlik olsun.
İstanbul’un göbeğinde yaşıyorum ama köyde yaşam sürüyormuşum sokaklar çerçiden geçilmiyor. Her bir yanımız bakkal, market ve manav dolu ama sokağa gelen çerçiye ilgi hayli fazla.
“Dolaba, turşuya, salçaya, yemeğe, kavanoza..” neye dersen ona göre domates, salatalık, biber, hıyar var.
Bizim çerçi mevsimi çok iyi takip eder. Çilek zamanı çilek, üzüm zamanı üzüm, incir zamanı incir. Konserve zamanı domates, turşu zamanı acur ve hıyar, karpuz zamanı karpuz, portakal zamanı portakal. Ama saati hiç şaşmaz, sokağa girdiğine göre saat tam 08,30.
Vakit geçti ama akşama daha çok var, birazdan uyurum, hele bir sessizlik olsun.
“Değerli Bahçelievler sakinleri, kıymetli komşularımız, geri dönüşüm aracımız sokağınıza girmiş bulunmaktadır…” diye başlayan ve bir türlü bitmek bilmeyen anonsla, bizlere daha önce verilen poşetlere konan geri dönüşüm atıklarının atık aracına teslim edilmesi, daha temiz bir çevre için, falan filan diye hikâye okunması sürer gider.
Neyse ki atık toplama aracı haftada iki gün gelir.
Saat tam 09.30 olmuş demek ki, neyse birazdan yeniden uyumaya başlarım, akşama daha çok var.
-Zırrrrrrrr...
Bu vakitte kim ola ki, hayrola.
-Kim o?
-Kargo!
-Ama benim kargom yok ki.
-Senin yok ama komşunun var. O açmayınca sizi çaldım, Maşallah erkencisin bey baba.
-Bey baba senin babandır. Ne erkeni, saat 10 olmuş. İnsanda uyku mu bırakıyorsunuz ki?
-Amcamın da şekeri tansiyonu var herhalde. Bir kargo verip çıkacağım.
-Hasbinallah, gir içeri bakayım, gir.
Sinirlenmeye gerek yok. Uykusu çabuk gelen birisiyim. Çağırdı mı gelir ama çağırmaya fırsatım kalmıyor ki, “Gel bakayım uyku, gir gözlerimden içeriye” diyeyim.
Ama kararlıyım, bugün dinleneceğim. Kendime izin verdim.
-Zırrrrrrr
Bu vakitte kim ola ki, diye düşünmeye gerek yok, basarsın diafona, öğrenirsin kimmiş bu münasebetsiz.
-Kim o.
-Amca şu aracını bir çeker misin, dükkâna mal gelecek.
Dükkân dediği de küçücük bir şey, az ileride dursan olmuyor mu, kolun mu kırılacak, demeye gerek yok. Bugün sakin olmalıyım.
Üstümü başımı giyinip, kuşandım. Aşağıya indim, aracımı çektim ve eve girip, uykuma kaldığım yerden devam etmek için kapıya yüklendim, açılmıyor.
Tabii canım, anahtar olmadan açılır mı, açılmaz. O zaman elini cebine atıp, anahtarı çıkaracaksın ve kapıyı açacaksın.
Öyle de yaptım ama anahtar olması gereken yerde değildi. Evde kimse olsa kapıyı da çalacağım, zile de basacağım, elimi tokmak yapıp vuracağım ama evde kimse yok. Yalnız bir günümde, yalnız başıma, sessizlik içerisinde bir gün geçirecektim.
Neyse ki overlokçu, eski kitap ve defter alıcısı, dilenci ile anketçilerle karşılaşmadan kalabalığa karıştım.
Sessizlik mi, başka zamana; uyku mu, o da başka zamana…