Nice ölümüne sevdaların yaşandığı, uğruna nice savaşların verildiği, Maraşı almadan Anadolunun alınmayacağını bilen nice ünlü komutanların, imparatorların savaşlarına sahne olan Maraşa kuş bakışı tepeden bakarak o günleri hatırlamak adına tarihe bir yolculuk yapmak.
Bu yolculukta kimi zaman hüzün, kimi zaman bir tebessüm ve kimi zamanda keşke yaşanmasaydı dediğimiz geçmişte olan, günümüzde olan nice olayları ya kitaplardan okuduk ya da tanığı olduk.
Maraşa bakarken önüme görkemli bir şekilde konulan kahve fincanı ve bunun yüreğimde bıraktığı izler ve fırtınaları!...
Maraş çok çok eski bir yerleşim yeriymiş. Belki de yüzlerce medeniyete ev sahipliği yapmış. Maraş ovasının neresinde bir kazı yapacak olsan bir medeniyet ve tarih fışkırıyor.
Bu günkü Kara Maraş olarak anılan ve depremle yok olduğu iddia edilen bölgenin altı adeta keşfedilmeyi bekliyor.
Adeta üzeri kumla ortülerek bu günlere gelmesi sağlanmışcasına güneş ışığına hasret çıkartılmayı bekleyen bu medeniyet kalıntıları adam gibi bir projeyle ortaya çıkartılmış olsa belki de Dünyanın en büyük açık hava müzesi olacak.
Malik Bin Ejderin Kahramanmaraş önlerine gelerek burasını bir İslam Beldesi haline getirmek için verdiği savaş ve sonrasında yaralı olarak çekildiği dağ ve mezarı!..
Araplar ile Bizanslılar arasında sürekli savaşlara sahne olan bu kent. Toroslara kadar uzanan ve Anadoluyu ele geçirmek için maraşa hakim olması gerektiği bilinci içinde sürekli Memluklularla Osmanlının bu şehir üzerinde ki egemenlik savaşları.
Yiğit bir beylik olan Dulkadirlilerin her iki büyük devlet arasında tampon olarak yerini koruması ve bu bölgenin hakimi olması
İşte sürekli savaşlara sahne olan Kahramanmaraşın üstünde yer alan tarihi yapıların ard arda yıkılması kalanlarında bilinçsizce yok edilmesi, son dönemde uygulanan politikalar bu şehri kör ve çıkmaz bir sokak haline getirdi.
Daha 100 yıl önce Çukurovadan Kayseriye kadar sürekle göç halinde olan Avşarların Kayseride ürettikleri ürünlerini Kahramanmaraş pazarında satması, Kuzeyi-güreye, doğuyu-batıya bağlayan kervan yolları üzerinde bulunması bu şehri bir ticaret merkezi konumuna sokmuştur.
Bir zamanlar Antebin bize bağlı bir nahiye olduğunu hatırlayacak olursak, Maraşın önemi daha iyi anlaşılır sanırım.
Ya şimdi?
Şimdi üzerimize örtülen ölü toprağının altında kaderimize razı, teslimiyetçi bir anlayışla adeta ölümünü bekleyen çaresiz bir hasta misali bir durumdayız.
O 1920 yılında Anadolunun ilk kurtuluş kıvılcımını ateşleyen ilk özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini başlatan sanki bu şehir değil.
Öylesine bir inanç ve özgüven ile Türk Kurtuluş Mücadelesinin ilk başlangıç ateşini yakarak kendi kendini kurtaran bu şehir, bu gün için ölümünü bekleyen bir zavallı gibi çaresizlik içinde kıvranıp durmaktadır.
O tarihi görüntülü kap içinde Seyir terasında bana sunulan bir fincan kahve beni nerelere götürdü.
Nice ağıtların yakıldığı, nice çaresiz sevdaların yaşandığı bu güzel kente bu tepeden birde akşam bakayım dedim.
Dün gece saat 22.00 sularında aynı masadan Kahramanmaraşa bakarken Abdulhamithan Camisinin ihtişamlı görüntüsü, Adana ve Antep yollarının ışıkları, Apartmanlar, apartmanlar!... Gece yoksulluğumuzu saklıyor. Gece perişanlığımızı ve çaresizliğimizi saklıyor. Ve gece günahları saklıyor!...
Bu şehirde yaşayan herkesi bir gündüz birde gece olmak üzere iki defa seyir tepesinden Kahramanmaraşa bakmalarını istiyorum.
Tabii bakarken bakar kör gibi bakmayın.
Ve göreceksiniz bu kentin ne denli çaresiz kaldığını.
Şehirleri cansız bir varlık olarak algılamayın. Şehirlerde doğar, büyür ve ölür.
Şimdi size bir soru.
Kahramanmaraş doğuyor mu yoksa ölüyor mu?
Bana göre ölüyor!...
Ya size göre?....