Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Yani bugünlük kadınlara ne kadar sevdiğimizi, onları ne kadar saydığımızı, başımıza taç, gönlümüze ilaç olduklarını, cenneti ayakları altına seren bir dine mensup olduğumuzu, siyasette görmek istediğimizi, kariyer yaparken de anneliği yapabileceğini.. her şeyi ama her şeyi söyleyeceğimiz gün. Sıkın dişinizi, bugün söyleyin, yarın unutun.
Hep öyle yapıyoruz ya, bugün söyleyeceğiz, 364 gün unutacağız.
Özellikle bugün siyasiler “mesajlarıyla” kadınlara verdikleri önemi gösterecek. Odalar, sendikalar, dernekler.. Tüm sivil toplum kuruluşları, kadına değer verdiklerini gösterecek etkinlikte bulunacaklar. Bir karanfil uzatacaklar, nazlı, narin ve hoş kokulu…
Bunu yaparken bile “yerimize göz dikme ha!” tavırlarını hissedebilirsiniz. Zira siyaset, erkek işidir.
Bugün ya sadece bugün, biraz daha sıkın dişinizi. 24 saat nedir ki, yarın tekrar gerçek kimliğinize dönersiniz.
“Kadınlar Günü” derken bile “dışladığınızı” hissediyorsunuz, biliyorsunuz, yaşıyorsunuz ve inanıyorsunuz.
Kadın başkadır, erkek başka. Kadının erkek için yaratıldığına inandığınız ama erkeğin de kadın için yaratıldığını düşünmediğiniz inancınızla içiniz çok rahat.
Siz güçlüsünüz, o zaman zayıf ezilmeli. Gücü göstermek, birini ezmekle olur. Öyleyse herkes haddini bilecek, yerine oturacak.
Makamı, konumu, tahsili, yaşadığı yer, aldığı eğitim veya kültüre bakmaksızın, bir tarafı ağır basan erkeklerin “geninde” olan bir üstünlük olduğuna kuşku duymuyorum. Belki de erkeklerin “eşitlik” anlayışı, damarına basana kadardır. Sevgi, saygı, hoşgörüyü bile “damara” kadar anlayan bir erkeklik anlayışına sahibiz.
Hem seviyoruz, hem dövüyoruz. Severken ses etmeyenin, döverken mızmızlanması hiç hoş değil.
Kadın dediğin namustur, o zaman namusumuza leke gelmemeli. Erkeğin de namusu olduğu yalanı ortaya atılmamalı.
Erkek aldatır, kadın haysiyetini korur. Erkeğin aldatması, “çapkınlık”tır, kadının aldatması “orus….luktur”
Maalesef böyle…
***
Dün bir okurum, Nazlıcan…
Bir şeyler karalayıp göndermiş, “adımı yazma ama” dedi.
Kadına şiddeti kaleme almış.
Şiddet derken “illa dayak” akla gelmemeli diye not düşmüş.
Erkeğin tasladığı her üstünlük, kadını ezmeye dönük bir eylemdir çünkü.
Yaşadığını yazmış Nazlıcan…
Çevresindekileri yazmış…
Sadece üstün oldukları için şiddet uygulayanları…
Sadece üstün oldukları için kapının anahtarını çevirmeme adına anahtar taşımayanları.
“Karımdır, evinde olmalı, beni beklemeli, kapımı açmalı” yaklaşımının bile bir “afra tafra”dan öte “üstünlük” taslama adına yapıldığını…
250-300 liraya çalışan tekstil işçilerinin umutlarının “tacizlerle” alındığını, ses çıkarılmadığını, dağa kaldırılıp öldürüldüğünü söylüyor Nazlıcan…
Canına tak edip intihar yolunu seçenlerin sayısındaki artışa dikkat çekerek, “boğuluyoruz!” diye haykırıyor Nazlıcan.
Törenin “kadın için” olduğu bir bölgede yaşamanın acısını anlatıyor, erkeğin neden bir töresi olmadığının halen sorgulanamadığını anlatmaya çalışıyor Nazlıcan…
Onurun neden “erkeğe has” olduğunu, aldatılan kadının onurunun yerinde saydığını anlayamadığını anlatmaya çalışıyor ya, boşa çaba olduğunu kendisi de biliyor.
(Nazlıcan dediğimde aklıma Ahmet Kaya geliyor. Hani “Biz üç kişiydik” diye başlardı ya Nazlıcan, Bedirhan ve ben Suphi…)
İkiye bir öndeydik zaten…
Güç erkekteydi, kadın erkeğin zevkusefasıydı, helal de olsa, haram da…
Helal olduğunda, evinde eşini beklemeliydi, kendisi başkalarıyla oynaşsa da…
Haramında zaten sorun yoktu, erkekti, yapardı…
Kadın, sadece sevdiği için töreye kurban edilirdi. Sadece sevmişti, uzaktan uzağa. Adını terennüm etmişti belki, geleceğe dair planlar kurup, hülyalara dalmıştı.
Sakın töreye takılıp kalma. Sadece bu bölgede böyle değil Nazlıcan…
Dünyanın her yerinde böyle, ne yazık ki böyle…
İnsanlara cinsiyetiyle değil, insanlığıyla bakmayı öğrendiğimiz gün, kadın ve erkeğin eşit olduğu/olacağı bir hayata kavuşabiliriz. Aksinde sen kadınsın Nazlıcan, biz erkek…
“Şiddete karşı susmayalım” derken, kadınların haykırması gerektiğini de söylemiş.
Eğer “şiddete dur!” diye haykırılacaksa bunu erkekler yaptığı gün sona erecektir, kadın yaptığı zaman değil. Güç gösterisinin “erkeğe has” değil, “hayvansal içgüdünün dışa vurumu” olarak algılayan erkekler, kendilerine yapılan haksızlığın farkına vararak haykıracaklardır Nazlıcan.
Ama bunun olmayacağını sen de biliyorsun, ben de…
Sadece böyle düşünenlerin sayısını arttırmak zorunda olduğumuzu bil yeter. Yoksa şiddet, her zaman oldu ve olmaya devam edecektir.
Bakın gün bitti bile!
Şimdi herkes kendi kimliğine bürünsün; insanlar insan kimliğine, vahşiler vahşet postuna…
Twitimden seçmeler
Hz. Ömer'in “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.” sözünü sıkça tekrarlamak gerek!