Özellikle diktatörlerin akıl sağlığının yerinde olmadığını sıkça söyleyenlerden birisiyim. Sadece diktatörler değil elbet, “ben merkezli” bir dünya inşa etme hayali taşıyanlar, bu uğurda her şeyin yok olmasını göze alanlar, sadece kendi düşüncelerinin doğru, diğer bütün düşünceleri sakat görenler, herkesin kendi gibi yaşamasını, düşünmesini, giyinmesini zorlayanlar, birer hastadır.
Türkçesi “Kendine âşık olan adam” Narcissus tablosunu yapan İtalyan ressam Caravaggio, tarihteki örnekleri iyi analiz etmişti.
İnsanların kendini sevmesi, “kendine olan saygısı” oranının dışına çıktığında hastalıklı bir hal alıyor.
Elbette herkes kendisini birazcık da olsa beğenir. Fikirlerine güvenir, belki yakışıklı ve güzel olduğuna inanır. Beceriklidir, başarılıdır, iyi bir siyasetçi veya sanatkârdır. Toplum içinde sözü dinlenen, saygı gören, moda deyimle de karizmatiktir.
Ama sonuçta etten, tırnaktan ibarettir. Bir hastalıkla hayatı sonlanabilecek, bir kazayla her şey ters yüz olabilecek bir canlı. Nefes alıp veren ve hayatta kalmasının buna bağlı olduğu canlıdır insan. Ne kadar övünürse övünsün, küçük dağları “ben yarattım” edasına girerse girsin, bir kalp kriziyle, küçük bir yükseltiden düşüşle, kafasını bir yere çarpmayla yaşamı noktalanacak kadar da kolayca yok olup gidecek birisidir insan dediğimiz canlı.
Güç ve kudret sahiplerinin tek “inanmak” istemediği de budur aslında.
Narsisizm veya özseverlik, kısaca söylemek gerekirse kişinin kendisine tapması veya kişinin kendisine âşık olması olarak tanımlanır. Elbette her Narsist “kendime tapıyorum” veya “aşığım” demez.
Sigmund Freud, Narsisizmi anlatırken, “Dış dünyadan soyutlanan libidonun (cinsel enerji) egoya (ben) yönlendirilmesi” şeklinde açıklıyor.
Uzmanlar, bebek dış dünya ile ilişki kuramadığı erken bebeklik döneminde gerçek bir narsisizm durumu içinde olduğunu söylerler.
Çünkü libido henüz dış dünyaya yönlendirilmemiştir.
Bebeğin nesneleri ‘ben olmayan nesneler’ olarak algılaması aylar alıyormuş.
Uzmanlar göre bebekler, ‘ben’ ve ‘ben olmayan’ arasında bir ayrım yapamazmış.
Dış dünyaya ilgi duymuyor ve aslında dış dünyada bile değildir.
Böylece bebek için tek gerçek ancak ve ancak kendisi, tek gerçeklikse, acıkması, susaması ve üşümesidir. İşte uzmanlar bu durumu, “birincil narsisizm” olarak tarif ediyorlar.
Sonra bebek büyüdükçe bu değişiyor. Dış dünya ile ilişkileri artıyor ve dış dünya kurallarını öğrenmeye başlıyor. Bu defa dünyanın merkezinde olan “ben”i başka alana da kayar ve nesneleri sevmeye başlar, nesnel düşünce kazanır. İlgi alanı başka yöne kaysa da, görece olarak biraz narsist kalır. Buna da ikinci narsisizm deniyor.
İşte bu “olabilir” olarak kabul görenin dışına taşan “kendini beğenme” veya “sevme” bir hastalıklı hal almaya başlar.
Şizofreniyle ne kadar yakın bağı var bilemem ama önemli psikiyatrik rahatsızlıklardan olan nevroz, paranoya hatta psikozda narsisizm etkileri görülür.
Bugünden düne baktığımızda, Sezarlar, Firavunlar ve Nemrutlar başta olmak üzere tüm diktatörler gibi çok güçlü kişilerde bulunan rahatsızlığın temelinde “kendine tapma” dediğimiz Narsisizm var.
Bunlar, herkesin hayatının kendilerinin iki dudağının arasında olduğuna inanır ve buna başkalarını inandırmak için uygularlar da.
Çok güçlü ve kendilerini tanrı mesafesinde görmelerine rağmen, en büyük korkularıdır ölüm.
Bu korkuyu unutmak, yani gerçekle yüzleşmeme adına akla hayale gelmedik iş yapar, akla hayale gelmedik zalimliklerde bulunurlar.
İçten içe inanmadıklarını, dışarıya “inanıyor” ve “var” gibi gösterme adına güçlerinin ve şehvetlerinin bir sınırı yokmuşçasına davranırlar.
İnsanların hayatını hiçe sayar, yüzbinleri yok etmeyi önemsemezler bile.
Kadınlar, kızlar, içkiler, şatolar ve daha birçok görkemli ve zevkusefanın temelinde de asıl korkusunu gizleme vardır.
Ne kadar korkarsa, o kadar zalim olur, ne kadar korkarsa o kadar şatafat içinde yaşar.
Çünkü dünyanın merkezinde kendisi vardır, başkalarının düşünce ya da isteklerini önemsemez, başkalarının hakkına saygı göstermezler, aksi bile olsa her zaman kendilerinin haklı olduğu konusunda tereddüt bile kabul etmezler.
Hiç kimsenin değil ama kendilerinin her hakkı vardır, herkes bu hakkın gerçekleşmesi için çalışmalı, herkesin esas görevi onun memnun olmasını sağlamalıdır.
Başkalarının varlık sebebi, kendisine hizmet etmekten başka bir şey değildir. Bir de kendi haklılığını “onaylama” içindir.
***
Bırakalım Firavunları, Nemrutları, Sezarları, günümüzde bile patır patır yıkılmaya başlayan diktatörlere bakın…
Allah aşkına, bu yaklaşım size çok tanıdık gelmiyor mu?
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana dayatılmaya çalışılan yaşam tarzı, “benim gibi düşüneceksiniz” dayatması, “böyle giyineceksiniz” türü komik çıkışlar ve “ben sizden üstünüm” yaklaşımı çok tanıdık gelmiyor mu?
Barış için bir kez daha ümidimizi yeşerttiğimiz bir zamanda, savaş sürsün, kan akmaya devam etsin diye direnenlerin asıl takıntısı ve asıl korkusunun ne olduğunu anlayıp, teşhisini koyma şansını bulabilir misiniz?
Bana göre bu ülkede en büyük Narsist, “laiklik” ve “ulusalcılık” adına yaşam tarzı dayatanlardır. Gerisi, esas niyetini gizle(yeme)me çılgınlığıdır, hepsi bu.
Twitimden seçmeler
Karayalçın "Türkiyeli diye bir millet olmaz" demiş. Amerikalı olur, Fransız olur, İsveçli olar, Türkiyeli olmaz. Zaten senden de lider olmaz.