Sorunlar şiddetle çözülür!

.

 

Büyüklerimizden öğrendik belki, sorun varsa, çözümü şiddettir. Eğer bir sorun varsa, sesin gür çıkmalı, yumruğun sert, dişlerin pek, yüzün olabildiğince çirkin olmalıydı. Haklı olup olmamana bakmadan, zeytinyağı gibi üste çıkmanın yoluydu şiddetten geçerdi.

Kiminle tartıştığının önemi yoktu, sorunun küçüklüğü veya büyüklüğü bir şey ifade etmezdi, eğer ortada “üste çıkma” gibi bir sonuç varsa, bu sen olmalıydın.

Muhatabının senin kanından, canından, hısımlık ve akraba bağıyla bağlı olmasının da bir şey değiştirmeyeceğini, sırf “haklı olma” adına, sırf “üstte çıkma” adına mubah göreceğin işlemlerin tahayyül edilemeyecek boyutlara varacağını gördük, duyduk, şahit olduk.

Yine muhatabın ister yedi yabancı, ister düşman bildiğin, ister sizle uzaktan yakından ilintisi olmayan birisi veya birileri olmasının da sonucu değiştirmediğini gördük.

Bizi “idare” ettiğini sananların tek çözümüydü şiddet.

Ortada bir sorun mu var, bastırmak gerekir.

Bastırma” deyince silahlar konuşmalı, bombalar atılmalı, tazyikli sularla püskürtülmeli. (Atacağınız gaz bombasının sağlığa zararlı olmamasına dikkat etmeli!)

Bunun dışında gerektiğinde darağaçlarını kurabilmeli, “meydanda asacaksın üçünü beşini, görecekler gününü” diyen büyüklerimizi haklı çıkaracak malzemeler hazır edilmeli.

Ortada hak isteyen varsa, “hak istemenin ne olduğunu” göstermelisin.

Hukuk isteyene de, emeğinin karşılığını bekleyene de göstereceğin şey, şiddet olmalı, ürkütmeli, sindirmelisin.

Kimse başını kaldırmamalı, herkes haddini bilmeli.

Yoksa ne ev idare edilir, ne ülke.

Haksızsanız “haklıyım” diyebilmelisiniz, haklıysanız da zaten haklısınız.

İnsanlar “ben haklıyım” diyebilmenin yolunu, şiddette görmeye başladı.

Diliyle ifade edemediğini, gücüyle göstermenin yolunu seçti.

Duyguları ifade ediş tarzını değiştik belki de.

Unuttuk, çok unuttuğumuz güzel hasletler gibi.

Devlet olup olmamanız, hükümet edip etmemeniz, zenginliğiniz, fakirliğiniz, makamınız, mevkiiniz de sonucu etkilemeye yetmedi.

Aldığınız tahsil, “adam olmaya” yetmediği gibi, iletişim kurmaya da yetmedi.

Maalesef yetmedi.

Bu nedenle ki, bir aracı park ederken bile kavga çıkarabiliyoruz.

Banka kuyruğunda “sıra benim” tartışmasında bıçaklar çekilebiliyor.

Üst komşumuzun, bizden en emin olması gereken komşumuzun bir yaşındaki bebeğinin çıkardığı gürültü, birilerinin hayatının sonlanmasına gerekçe olabiliyor.

Canından çok sevdiği” ve “sevgilim” dediği kişiyi ormana götürüp, kalbine bıçak saplamak, başını taşla ezmek, sevgi gösterisi olarak yorumlanmalı mı?

Çünkü bu ülkede sevginin yolu da şiddetten geçmeye başladı, nefretin yolu da.

Herkes haklı ve herkesin haklı olduğu bir ortamda, haksız bulmak kadar zor bir şeyin olmadığını görüyoruz.

Bugün barış diye “her şeylerini feda etmeye hazır” olanların şiddetseverliği, istenen barışa kuşkuyla yaklaşmamızı sağlıyor.

Devlet barış istiyor, operasyon yaparak.

Terör örgütü barış istiyor, saldırılar düzenleyerek.

Her iki tarafa destek olanlar barış istiyor, nefret kusarak.

Ya ne istediğimizi bilmiyoruz ya bildiğimiz en iyi dili konuşuyoruz.

Canımızdan, kanımızdan olanlara uyguladığımız şiddet, bizim “sevgiden” ve “barıştan” anladığımızın ipuçlarını veriyor zaten.

Sokak ortasında karısını 37 yerinden bıçaklayacak kadar sevgisi(!) olan bir erkeğin şiddete çözümünün nasıl olmasını beklersiniz?

Etiler’de “sevgilisinin” başını testereyle kesen adamın sevgisi, bu toplumun barışına verilen destek midir acaba?

Kendi öz oğlunu, öz kızını, öz babasını veya annesini katledecek kadar yüreği sevgiyle(!) dolu olanlar, ülkenin barışına nasıl bir katkı sağlarlar diye düşünmeden edemiyorum.

Konuşarak bir şeyin çözüme kavuşmayacağına inanan herkesin başvurduğu şiddet sarmalı, toplumun tümünü etkilemiyorsa, halen bu ülkede iyi insanlar var demektir.

İnsanları, hayvanlardan ayıran en önemli özelliklerini bir yana bırakarak, “vahşeti” tercih etmeleri, gen bozukluğundan mıdır, karakter bozukluğundan mıdır bilemiyorum.

Ama bildiğim bir şey var, büyüklerimiz bize ne öğretiyorlarsa, sorunun çözümü için çare olarak neyi uyguluyorlarsa, toplum olarak ona doğru bir kayışın içindeyiz ki, sonu hiç de iyi görünmüyor.

Twitimden seçmeler

Her seçim döneminde, birileri bir şey olmak için hiç bir şey olmamaya başlar ve kişiliklerini kaybederek, makam sahibi olunacağını sanırlar, olurlar da!

www.naifkarabatak.net

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri