Hazreti Mevlana’ya atfedilen çok sevdiğim bir söz var; “Suskunluğum asaletimdendir. Her lafa verecek cevabım vardır ama bir lafa bakarım laf mı diye bir de söyleyene bakarım adamı mı diye"
Muhtemeldir ki, bu sözü çoğumuz severiz. Hatta özellikle sosyal paylaşım sitelerinde, kendi profil durumlarımızda, günlük notlarımızda, belki öğütlerimizde, belki sitemlerimizde, belki şikayetlerimizde, belki serzenişlerimizde bir şekilde kullanmışızdır.
Ama ders aldık mı diye sorarsanız, sanmıyorum…
Okurken ve söylerken elbet ders alıyoruz. ‘Hımm’ bile ediyoruz, derin düşüncelere dalıyoruz. Gözümüzün önüne ağzı salyalı insanlar geliyor. Her zerresini kaplayan kiniyle sağa sola saldıran tipler. Bunların bazısı sanatçı(!), bazısı siyasetçi(!), bazısı gazeteci(!), bazısı yazar(!) ama çoğu silahşor, kalemşor, kumanda edildiği duruma göre ötenlerdir.
Ne dediği belli olmayan, bir biriyle alakası bulunmayan cümleleri bir biri ardına sıralayan ve hiçbirinde de bir tutarlılık, bir anlam, bir mana, bir ders, bir dert, bir sevgi, bir istek, bir öneri barındırmayan, hiçbir mantıkla örtüşmeyen laf salatası.
Söylediği her söz özellikle bir kesimi hedef alır.
Ve çoğunlukla bu kesim ‘inançlı’ bir kesim olur.
Bütün dinlere saygı duyan bu tipler, söz konusu İslam olunca saygıyı bir kenara bırakır.
İnsanların ‘özgürce’ giyinmesini isteyen bu tipler, ‘örtü’ dışında özgürlüğe inanırlar.
Bütün görüşlere saygılı olan bu tipler, söz konusu kendi görüşlerinin dışındaysa bu saygıyı da bir kenara bırakırlar.
Demokrasi, onlar için sadece kendi istediğidir.
Kendi partisi, kendi görüşü, kendi fırıldaklığı, kendi örgütü, hatta kendi terör örgütü.
Kendi gözündeki merteği görmeyen bu tipler, sürekli karşı tarafa saldırır, çok uzaktaki adamın gözündeki çöpü bile görüverirler.
‘Münferit’ olan suçları genele yayar, bütün bir kitleyi suçlarlar.
Buna karşın kendilerinde ‘organize’ olan hırsızlığı, yolsuzluğu, tacizi, tecavüzü gizlemeye, normalleştirmeye çalışırlar.
Başkasını diktatörlükle suçlarlar ama tarihin en büyük diktatörünün tebaası olmakla övünürler.
Başkasına ‘tek parti’ suçlamasında bulunur, ‘tek partili’ hayatın özlemiyle yanar tutuşur, marşlar söyler, şarkılar bestelerler.
Halkın gözünde olmayan, halkın itibar etmediği, değer vermediği, ‘adam’ yerine dahi koymadığı bu tipleri el üstünde tutanlar var.
Bunlar genellikle sanatın çeşme başını tutanlar, paranın kaynağında oturanlar, haksız kazançla 100 yıldır millete zulmedenler olur.
Bunlara terör örgütlerini ve ülkemize diş bileyen ülkeleri de eklerseniz, saz ekibi tastamam olur.
Adam olmayan, adam olması da mümkün görünmeyen bu tiplerin aynı partide, aynı görüşte, aynı yerde bulunmalarını yadırgadığım yok. Aksine onlar bu tarafta olsaydı yadırgardım.
***
Ama yadırgadığım var…
Bu tiplerin ne mal olduğu belli.
Onların ağzından ‘hayır’ çıkmayacağı, ‘şerden’ başka bir işle uğraşmayacakları bilindiği halde kulağını ağızlarına dayayıp, “güzel bir cümle duyar mıyım” diye bekleyenler var.
Halen onlara iltifat var.
Sosyal medyada takipçilerin çoğu bu taraftan.
Her sabah ‘bize ne kadar hakaret edecek’ diye bekleyenler var.
Onların televizyonu izleniyor, onların radyosu dinleniyor, onların gazetesi okunuyor, onların kitapları yok satıyor.
Sadece bunlar değil, onların filmi izleniyor, onların tiyatrosu gişe rekorları kırıyor.
Bizim gazeteler okunmuyor, bizim televizyonlar izlenmiyor, bizim radyoların frekansına uğranmıyor.
Bizim kitapları alan yok, filmimizi çeken yok, tiyatromuzu sahneye koyan yok.
Benim gözümde o adamların zerre-i miskal kadar bile değeri yok.
Ne dediklerini, ne yaptıklarını, ne halt ettiklerini merak dahi etmiyorum.
Çünkü onların dilinden güzel bir cümle, ellerinden iyi bir iş geleceğine inanmıyorum. Bunun örneği, ancak ve ancak yüce yaratanın mucizesidir.
O nedenle onları takip etmiyor, izlemiyor, okumuyor, yazdıklarını dikkate bile almıyorum.
İnanıyorum ki, onlara en güzel cevap tartışmak değil, dikkate almamak, önemsememek ve aynen oldukları gibi “adam yerine koymamak”tır.
Onları hak ediyor muyuz, elbette ediyoruz.
Biz, “lafa bakarım laf mı diye bir de söyleyene bakarım adamı mı diye" sözünü bir yana atıyor, onun “güzel” bir şey söyleyebileceği de mümkünmüş gibi, ona laf yetiştirmeye çalışıyoruz.
Reklamın da iyisi kötüsü olmuyor. Onlar bize sövüyor, kazanan yine onlar oluyor.
Belki biraz ağır oldu ama ne yazık ki böyle işte…