Şehr-i Maraş’ta, Suriye, Mısır ve Türkistan’daki katliamlar kalben, fikren ve dua ile telin edildi. Yedi gün yedi gece Ulu Câmii önünde “Nerede mahzun ve mazlum bir gönül var ise orada onunla olmaktır gayretimiz” dediler ve “Rabia” işaretlerinin mânasını taşıyan nöbet tuttular.
Ağustos sıcağına rağmen keyfiyet bakımından topluca atıyordu nöbet tutanların yüreği. Hesap ve siyaset yoktu. Maraşlılar, münevvaranı, âlimi ve hocasıyla samimice toplanıp dualar ettiler ümmetdaşları için. Fikir teatisi yaptılar, güzide halkımıza Batı’nın ne menem bir “uygarlık canavarı” olduğunu anlattılar. Dik durmak gerektiğini söylediler. Esed zâlimimin katliamına şimdi de Batı’nın azılı katilleri gelecek, yangına benzin sıkacak dediler.
İslâm dünyasının dayanışma içinde olması gerektiğini anlattılar. Amerika ve Avrupa kâfirinin müdahalesi değil, İslâm ümmetinin müdahalesi lâzım geldiği üzerinde ittifak ettiler. Fikir adamları ve âlimler yüreklerini yanına alarak gösteriş olsun babından değil, kalplerinden fışkıran cehdle konuştular her gün her gece.
Sivil Kuruluş temsilcileri oradaydılar ve Hakk’ı söylediler, zulmü lanetlediler. Ulu Câmiin semasını yürekten fışkıran dualar ve kelimeler kapladı.
Sohbet ve yazılarıyla ufuk açan Semerkand Dergisi yazarı eğitimci Ali Yurtgezen hocanın, Türkiye Yazarlar Birliği K.Maraş Şube Başkanı KSÜ öğretim görevlisi İsmail Göktürk’ün, şair ve eğitimci Memduh Atalay’ın konuşmaları yüreğimizi zulüm gören Suriye, Mısır ve Doğu Türkistanlı ümmetdaşların acılarına çekiyordu.
Platform Başkanı av. Haki Demir ve değerli âlimlerden Abdullah Taylan hoca gibi birçok yürekli insanlar aydınlatıcı konuşmalarıyla, vaiz ve hocalarımız yaptırdıkları toplu dualarıyla bu nöbete yedi gün yedi gece emek verdiler.
Kalplerden fışkıran bu nöbetli protestonun takdimini yapan Semerkand-Mostar Grubu temsilcilerinden Mehmet Yaşar’ın hüzünlü takdimi ve okuduğu şiirler çocuklarıyla gelen bacıların, edelerin yüreklerini bileyliyordu.
Bu nöbetli protestonun Türkiye sathındaki mâna ve tarihî önemi büyüktür. Ümmet dayanışmasının kuvveden fiile çıkmasını şuurlu hâle getirebilir. Meselenin bu yönüne işaret eden şair ve eğitimci Memduh Atalay “Sayfası”nda yazdığı “Mısır Meselesine Haşiye” adlı yazısıyla İslâmların hilafet çatısında yeniden ittihat yapmasının gerektiğini anlatıyor:
”İslâm dünyasında tüm sancılar hilafet ve Türk İslâm birliği için saf tutmaya zorluyor bizi. Ya bu safta yer alacağız, ya da ruhumuzdan yaralanacağız. Mısır, Suriye, Türkistan, Arakan tüm mazlum milletler için Kahramanmaraş STK’ları cumaya nöbeti devralacak. Herkes davetlidir. Beş günden hiç değilse birine katılmanız lâzım. Allah, İttihadı İslâm’ı görmeyi nasip etsin. İslam ülkeleri için bırakalım artık demokrasi diye nutuk atmayı. Türk İslam Birliği, hilafet diye miting yapalım da başsız ve rotasız Müslümanlar istikamet bulsun.” Yapılacak en doğru şey nümayişlerden ziyade İttihadın İslamın teorisi ve pratiği üzerinde durmaktır. Medeniyet projesi üzerinde çalışmaktır. Dernekler, sivil toplum örgütleri dört parmak yarışından ziyade tarihî şuur vermenin, alternatif üniversite olmanın davasını anlatmalıdırlar. Meydanlarda dört parmak yarışı çok komik kaçıyor. Nerde medeniyet projen? Nerde tarih ve millet şuurun? Nerde kapitalizme karşı duruşun? Nerde kimlik ve oluş çaban? Bunlar rayına oturmadan meydanlarda dört parmak kaldırıp eve varıp yemeğin maydanozu neden yok diye lezzet peşinde koşmanın ikiliği olduğumuz yerde saymamızın nedeni olacaktır. ‘Bir başkası olmadığımızın ve olamayacağımızın kanıtı nedir? Ecnebilere mahsus hüznü ve sevinci hayatımızdan kovduk mu? Soruları ışığında Diriliş hamlesi yoksa parmaklar bir sorun çözmeyecek. En kolayı seçerek en zoru kazanamayız.”
Bu satırlar meselenin can damarına işaret ediyor. İslâmlar bu istikamette adım atmaya başlamadıkları müddetçe Amerika, Avrupa emperyalistlerinin “müdahaleleri” hiç bitmeyecektir. Atalay, fikirlerimize ve söyleyeceklerimize tercüman olan “ABD’den Beklediğimizi Allah’tan Beklemeyi Öğrenmek Zorundayız” adlı yazısıyla, duracağı parseli şaşıranlara istikamet gösteriyor:
“Müslümanım, Ümitliyim, Abd Putunu Kırıyorum. Modernizm insanı küçültürken eşyayı çoğaltmayı bir sistem olarak çok iyi başarıyor. Eşya ve tüketim tekelleri kimin elindeyse onu adeta bir put gibi yüceltiyor. İnsan bu güçler karşısında kendini yalnız ve çaresiz olarak görüp mevcut mekanizmanın çarkları arasında boğulmaya hazır bir edilgenliğe mahkûm gibi olaylardaki parmakları aramaktan kendini ve var oluş sebebini unutarak aktüaliteye teslim oluyor. Bu tehlikeli zihin yapısını oluşturmak için futbol ve magazin en etkili silah olarak kullanılmaktadır. Bizatihi icrası doksan dakika olan bir maçın belli ve kuralları olan pozisyonlarının haftalarca tartışılması bir zihin inşası çabasının sonucudur. Ülkemizde ve dünyada oluşturulmak istenen zihin, edilgen, kendine has düşünceleri olmayan, sahibinin sesi bir zihindir. Türkiye’de kaç yorumcu kaç başyazar varsa o kadar insan var diyebiliriz. çünkü kendi olmayan, olamayan kimseler seçtikleri yorumcu ya da başyazarların fikirlerini, yorumlarını kendi yorumuymuş gibi sunmaktadırlar. Televizyon AB diyorsa o da AB der, yorumcu İrtica tehlikesinden dem vuruyorsa o da dem vurur, belli odaklar AB olmadan hiçbir şey yapılamaz diyorsa bu edilgen zihin yapısı aynı şeyi söyler. Bir inanç alanında yer almakla her şeyde Allah’ın kudretine inanan insanlar nasılsa siyaset ve hayat noktasında Allah’ın müdahalesi yokmuş gibi, bütün olanları ABD ve İsrail belirliyormuş gibi bir anlayışla İlahi kuvvet ve kudreti görmemekte ya da dışta tutabilmektedir. Irakta ya da başka bir yerde herhangi bir hileli yönlendirmeyle zalimi haklı görebilecek kadar edilgen bir zihin yapısı vardır. Bu zihin yapısının atladığı en mühim nokta ‘hikmet’le ‘kudret’in birbirine karıştırılmasıdır. Elbette Allah’ın kudreti zalime haddini bildirir ama bu dünyada hikmeti caridir ki imtihan sırrı kaybolmasın. Amerika her şeyden haberdardır anlayışıyla Allah’ın ‘habir’ ismi, her şeye gücü yeter anlayışıyla ‘hakim’ ismi, dilediğini yüceltir dilediğini alçaltır anlayışı ile Allah'ın ‘Aziz ve Râfi’ ismi, dilediğini daraltır dilediğini sıkar anlayışı ile Allah'ın ‘Bâsıt ve Kâbız’ isimleri adeta ABD ve İsrail’e verilmektedir. Peki, hayır ve şerrin Allahtan geldiğine inanan bir kimse bu taksimin farkında mıdır? Bu taksim aslında bilmeden ortak koşma tavrının bir yansıması değil midir?”
Onun şu satırlarını da şeametli bir süreci doğru anlamak bakımından okumak gerek:
“Bu güce teslim olan ve gücü kutsayan zihin yapısı, kendi inanç alanının kabullerini hayat ve siyaset alanında atlamaktadır. Allah’ın tecellisi ve hikmetleri bu alanda daha açık tecelli etmesine rağmen bunu çağdaş putlarla paylaşan anlayış modernizmin kutsallar üzerinde şüphe oluşturduğu gerçeğinin bir yansımasıdır. Olan hadiselerde her ülke siyasi donanımına ve samimiyetine göre hikmet noktasında bir rol üstlenmektedir, bu rol ilahi kudretin ortağı değil hikmetinin ve imtihan sırrının bir gereğidir. Bendeniz ABD yi sanıldığı gibi bir güç olarak görmemekteyim. Bu ülke karşısında zaafa uğrayanlar milli ve dini hakikatlerinden yeterince beslenemeyen ve kendi değerlerine güven duymayan siyasilerin beşeri zaafıdır ki temsil ettikleri makam bakımından tavizleri ve kayıpları bizim hanemize yazılmaktadır. ABD bir devlettir, millet bile değil. Muhataplarına göre misyonuna ve kendi dinamiklerine daha samimi inanan bir ülke olmaktan başka bir gücü ve etkisi yok büyüklerimiz ‘zaaf hasmı teşci ‘eder’derken bu duruma işaret etmiştir. Kendi değerlerine güvenmeyen, gibi yapan anlayışın yenilgisi ya da kaybı bizim ve medeniyet değerlerimizin kaybı değildir. Filistinli mücahitlerin kafasını İsrailli askerler ezerken dedem ‘Oğlum bunlar Türk mü?’ diye sordu ve cevabı ‘evet Türk’ diye alınca 1330’lu dedem ‘Ben bu Yahudi’yi eski bölüğümle teslim alırım’ diyerek medeniyet değerimizin eski bir çavuşu olarak bu kutsanan putun samimi bir bölüğün şecaatine dayanamayacağını vurgulamış oluyordu. Onun torunları ise gücü imanda değil de sayıda ve fiziksel kuvvet de bulunca yenilgi başlamış oldu.”
“ABD edilgenleştirilmiş ve kutsalları buharlaştırılmış insan zihninin putudur, ben dedemin 1330’lu bölüğüne güveniyorum ve bu putu kırıyorum. Kısa bir zamanda ABD’li conilere ayakkabımı boyatacağıma inancım tamdır. Müslüman’ım, ümitliyim. Güneş şafağın en karanlık noktasında doğar. Saltanatlar küfürle ayakta kalsa bile zulümle kalmamıştır, kalmayacaktır. Ortada bir zalim var ama mazlum yok! Biz medeniyet değerlerimize samimiyetle sahip çıkmayınca kaybediyoruz. Kendimize olan güvensizliğimiz zalimi teşci etmektedir. Biz ne zaman dünyalık hüzünlerden ve eşya peşinde dilenmekten medeniyetimize dönersek o vakit zulmün sonu gelmiş demektir. Zulmün şimdilerde en acımasızca uygulandığı Irakta da Şii, Sünni, Arap ve Türk ırk ve mezhep farklılığını İslam paydasında birleştirirse ortada ABD putu kalmayacaktır. Füzenin sapan taşına yenildiğini yazacak tarihçiler şimdiden şaşkınlığını gidersin. Şunu unutmamak gerekir: Putların gölgesinde barınanlar putlarla mücadele edemez!” (Habervaktim.com)