Mersin’in Tarsus ilçesinde insanın kanını donduran tecavüz ve cinayet sonrası, adeta bir infial yaşandı ve toplum sanki söz birliği etmişçesine bu tür suçlara idam istedi.
Bunun altında yatan sebepler, verilen cezaların vicdanlarda karşılığını bulmamasıdır. En adi, en aşağılık suçlarda bile “indirim” sebebi arayan hukuk sistemi, vicdanları yaralamakla kalmıyor, caydırıcı özelliğinin olmadığını da düşündürüyor.
Bu görüşte olanlar, özellikle çocuk tacizi ve tecavüzlerde en ağır cezanın verilmesi, kadına uygulanan şiddetin azaltılması için de ağır cezaların getirilmesini istiyor.
Ama yasayla taciz ve tecavüzün önleneceğini sanmak, iyi niyetli bir yaklaşım ya da en azından kolaycılık…
Elbette bu tür suçların cezası idam olmalı, hadım olmalı ama bu ceza, tek önleyici sebep olarak görülmemeli.
Tarihin hiçbir döneminde önlenmeyen bu tür suçlar, yeni ve farklı cezalarla önlenemez.
Zaten yeni bir ceza şekli de pek mümkün görünmüyor.
Zira tarihte giyotin başta olmak üzere, yağlı kazığa oturtma, şehrin en kalabalık yerinde haftalarca asılı bırakma, zehirleme, zindanda çürümeye bırakma, çölde açlık ve susuzlukla öldürme, vahşi hayvanlarca katledilme ve akla hayale gelmedik şekilde infaz metotları uygulandı.
Ama bu kadar ağır ve dayanılması mümkün olmayan işkencelerle ölüme gideceğini bile bile taciz ve tecavüz de eksilmedi.
Eğer etkili olsaydı, bizler bugün bunun lafını etmiyor olurduk.
Çünkü taciz ve tecavüz, “aklı başında” ve “bilinçli” bir şekilde yapılan bir eylem olduğunu düşünmüyorum.
Uzun süren bir boğuşma ve öldürme süresinde akıl sağlığı yerinde olan, yüreğinde en azından merhamet kıpırtısı bulunan, kalbinde vicdan taşıyan, kafasının içinde beyin olan birisinin bir kez dahi olsa düşünerek, bu eylemden vazgeçeceğini, “yahu ben manyak mıyım, ne yapıyorum?” diyeceğini, kendi kendini sorgulayacağını ve yaptığı işin kabul edilemez olduğunu anlayacağını düşünüyorum.
Ama böyle bir şey olmuyor.
Elbette her taciz ve her tecavüz ölümle sonuçlanmıyor.
Her taciz ve tecavüz, kamuoyuyla da paylaşılmıyor.
Kadın olmanın en zor yanlarından birisi de bu olsa gerek.
Evde, işyerinde, sokakta, herhangi toplu bir ulaşımda veya kamuya açık yerlerde kadınların sözlü veya fiili olarak tacize uğradıklarını artık bilmeyen yok.
Tecavüz ise bir saplantının, bir sapıklığın ve hasta bir ruh halinin ürünü olduğunu düşünüyorum.
Sonrasında gelen cinayet, panikleme, çevre korkusu, yakınlarının ne diyeceği, kimin yüzüne nasıl bakacağı psikozuyla yapılan ve sonuncunu pek de hesap edemeyen bir paranoya olduğunu düşünüyorum.
Tıp uzmanı değilim ama yaşananlardan çıkan sonucun bu olduğunu varsayarsak, o zaman cezanın ağırlığı, eylemi engelleyeceğini düşündürmez.
Belki azalır ama onun da garantisi yok.
Ama sağlıklı bireyler yetiştirmenin garantisi çok.
Hem ailede, hem okulda, hem toplumda, saygı ve sevgi, bugünkünden farklı şekilde öğretilmeli.
Ahlakı, bir toplumu muhafazakârlaştıran, içe kapatan olarak görmek yerine, ahlakın bir toplumu aydınlatan, bir birine kaynaştıran en sihirli bir davranış/ilişki modeli olduğu kabul edilmelidir.
Bunun giyimle, kuşamla alakası yok.
Mini etekli bir genç kız tacize uğrarken, kot pantolonlu bir genç kız tacize uğramıyor mu?
Ya da başı örtülü bir genç kız tecavüze uğramamış mı?
Bu açıdan, Nihat Doğan, “Sizde mini eteği giyip soyunup laik sistemin ahlaksızlaştırdığı sapıklar tarafından tacize uğrayınca da bas bas bağırmayacaksınız” sözü, bir tacizci ve tecavüzcü bakış açısıdır.
Taciz ve tecavüzün kadının giyimiyle, kuşamıyla, süsüyle, püsüyle veya çekiciliğiyle alakasının olduğuna hiç inanmadım.
Zira bu ülkede damacananın da çekiciliği yok, 80 yaşındaki bir ninemizin de…
Ama ne yazık ki bu iğrenç olayları okumuş, izlemişiz…
O nedenle taciz ve tecavüz olayları veya özellikle kadına şiddetin önlenmesi, yasal yaptırımlardan önce toplumsal baskıyla ve eğitimle mümkündür.
Özellikle yerli filmlerde ve dizilerde bu tür ilişkileri normalleştiren, küfrü ve küfrün karşılığındaki eylemi “gülme aracı” olarak kullanan bir toplum, bunun eyleme dönüşmesini ağlayarak izleyemez…
Eğer Özgecan, ölmemiş olsaydı, insanlık dışı bir şekilde katledilmemiş, yakılmamış olsaydı, bugün bu yazıyı yazıyor olmazdım, siz ağlamıyor olurdunuz ve hiç kimse de sanıklara idam istemezdi.
Çünkü, yaşanan vakıaların sıklığı,
Her akşam ailece izlediğiniz dizilerdeki ilişki ve diyalogların normalliği
Ve en kötüsü gişe rekorları kırdıran ve yüz kızartan küfürlü filmlere deki diyaloglara henüz gülüyorken, bunun eyleminden şikâyet etmeye başlamadan önce bir kez daha düşünmek lazım.
Hem de bunu “gerici oluyoruz” klişesiyle değil, “toplum olarak çürüyoruz” sağduyusuyla yapmak lazım, hem de hemen…
Tweetimden seçmeler
Toplumun tepkisiyle idam cezası gelmez; gelmesi gereken adalettir, güvenilir yargıdır, siyasetin/darbenin oyuncağı olmayacak hukukçulardır.