Bir takım eşyaların, güncel kullanımları bittikten sonra, kimi sandık odasında, kimi bir tavan arasında, kimi de eskicilerin mahzenlerinde yıllarca tek başına beklerler. Sonra birileri gelir, onlara, bilgi, emek ve göz nuru, sunarak geri eski hallerine kavuşturur. Bu yeni yaşamın başlangıcı gibidir. Sanki nesnelerin de bir kaderi var dedirten bir anlayış ortaya çıkar. Bazen birileri de çıkar hemen şu sözü söyler: “Eskiye rağbet olsaydı bitpazarına nur yağardı" Peki "Nereden biliyorsunuz bitpazarlarına nur yağmadığını" diye sorsa birileri, buna verecek bir cevabımız var mı? Zannederim yoktur. İşte onun içindir ki, korunan her eşya ve her bilgi yarınlarımızın oluşmasında bizlere rehberdir. Bende bu rehber anlayışından yola çıkarak, kendimin tavanarasında ki arşivimden küçük bir bilgi demeti hazırladım. Bakalım beğenecekmisiniz?
Tarihten gelen bazı olaylar vardır ki günümüzde deyim gibi dilimize yerleşmiş olup ve bizlerde işin aslını bilmeden kullanıp dururuz. İşte onlardan bir kaçı:
FESİN İÇİNDEKİ KAFA KÂĞIDI
Halk arasında, kimlik, kafa kağıdı, kafa koçanı, nüfus kağıdı, nüfus tezkeresi gibi adlarla da anılan nüfus cüzdanları, ülkemizde ilk kez günümüzden 128 yıl önce yapılan nüfus sayımından sonra 'Aliye-i Osmaniye Tezkeresi' adıyla kullanılmaya başlandı. Nüfus cüzdanları, günümüze kadar 6 kez değiştirildi.
Osmanlı Devleti uyruklarına verilen 24X35 cm boyutlarında tek yaprak kimlik belgeleri, 1863’te yapılan TAHRİR-İ NÜFUS ( GENEL NÜFUS SAYIMI) sonrasında verilmeye başlandı. Halk arasında nüfus tezkeresi, nüfus kâğıdı denen bu belgenin ön yüzünde, bezemeli bir çerçeve içinde matbu olarak üstte padişahın tuğrası ve “DEVLET-İ ALİYYE –İ OSMANİYE TEZKERESİDİR” başlığı, alt sol köşede Nezaret-i Umur-ı Dâhiliye “(İçişleri Bakanlığı) mührü vardır. Tezkirede, kişinin ismi ve şöhreti, baba ana adları, doğum yeri, tarihi, dini, mesleği, evli olup olmadığı, boyu, göz rengi, nüfus kütüğü, Osmanlı uyruğu olduğuna ilişkin kayıtla, 1 kuruşluk pul, mühür ve tarih, arka sayfada ise diğer bolümler vardır. Tezkirelere kafa kâğıdı denilmesinin sebebi, erkeklerin bu belgeyi sekize katlayıp feslerinin içinde ki kesede taşımalarındandı. Böylece Osmanlının simgesi olan fesle, uyrukluk belgesi tezkire daima bir arada bulundurulur. Kontrollerde “Kafa kâğıdını çıkar” dendiğinde, tezkire göstermeyen karakola götürülürdü. İşte “kafa kâğıdın ne?” Sorusunun hikâyesi bu.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra 1927 yılında ilk nüfus sayımı yapıldı ve herkese nüfus cüzdanı verilmesi kararlaştırıldı. Nüfus sayımından 1 yıl sonra 1928 yılında yürürlüğe giren, Osmanlı Türkçesi'yle hazırlanan ve 32 sayfadan oluşan nüfus cüzdanları 1929 yılına kadar kullanıldı. 1929 yılında Latin alfabesi ile düzenlenen yeni nüfus cüzdanları ise tam 62 yıl kullanılarak, en uzun süreli nüfus cüzdanı olarak anılarda kaldı. Kurşuni renkli cilt kapağında kırmızı renkli ay yıldız bulunan, 32 sayfadan oluşan, içerisinde askerlik yoklaması ve askerlik hizmetiyle ilgili bölümler de bulunan nüfus cüzdanları, 1991 yılından itibaren yürürlükten kaldırılarak her türlü resmi işlemlerde geçersiz sayıldı. Halen kullanmakta olduğumuz nüfus cüzdanı ise 1 Haziran 1976 tarihinde yürürlüğe girdi. Tek yapraklı yeni nüfus cüzdanlarımız, kadınlar için sarı, erkekler için de mavi renkli olarak düzenlendi. 29 Ekim 2000 tarihinde bilgisayar ortamında tutulan nüfus kütükleriyle eşleştirme yapılarak 2001 yılında basılan yeni nüfus cüzdanlarına T.C. kimlik numaraları yazılmaya başlandı. Son olarak uygulamaya girecek olan çipli kimlik kartları ise halen pilot bölge olarak seçilen Bolu ilinde 2009 yılından itibaren kullanılmaya başlandı. Daha sonra tüm ülkeye yayıldı.
KAYMAKAM
VEKÂLETEN YÖNETİCİ
“Kaim-i makam” (makamda duran), yetkileri üstlenen vekil demektir. Osmanlı Devleti’nde, sadrazam sefere gittiğinde, dönüşüne kadar payitaht İstanbul’da sadaret kaymakamı unvanıyla bir vezir kendisine vekâlet ederdi. Aynı sırada padişahta Edirne’de ise bir başka vezir sadrazamın ikinci vekili olarak ve rikâp kaymakamı unvanıyla padişahın yanında bulunur; payitahttakine İstanbul kaymakamı denilirdi. Tanzimat döneminde, taşra yönetiminde düzenlemeler gidilirken vilayet ve sancakların, kaza denen bölgeleri, konumlarına göre kaza kaymakamlığı ve nahiye müdürlüğü olarak teşkilatlandığında, kazayı vilayet valisinin vekili sıfatıyla yöneten mülkiye amirlerine kaymakam dendiği gibi, orduda da binbaşılıkla miralay(albay) arasında ki rütbeye de kaymakam denilirdi.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında bir ara, vali karşılığı(İlbay), kaymakam yerine (İlçebay), sözcükleri benimsendi. Ancak bunlar ve ŞARBAY(BELEDİYE BAŞKANI), SAYLAV(MİLLETVEKİLİ), KAMUTAY (BÜYÜK MİLLET MECLİSİ), gibi daha birçok Türkçe karşılık yasallaşamadı. Askeri rütbe kaymakam yerine ise yarbay öngörüldü.
Sonuç: Günümüzde de il ve ilçe yöneticilerimiz Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre ama Osmanlı Devleti’nden kalma vali, kaymakam sanlarıyla görev yapıyorlar.