Babalar ve oğulların arası nasıldır? Babalar ve oğulların yolları aynı olmayabiliyor. Bütüne şâmil olmasa da dünyaları ayrı olan oğullar babalarının yolundan gitmiyor ve sözünü dinlemiyorlar. Baba “oğul” diyor, oğul “baba” demiyor. Baba oğuldan oğul babadan ne talep ediyor? Baba oğlundan kendine benzemesini istiyor.
Kadîm ve gelenekli devirlerden modern döneme kadar babalar ve oğulların hikâyesi dertli bir hikâye. Dinî kıssalar, sosyal ve psikolojik romanlara, toplum ve aile yapısı araştırmalarına konu olmuştur. Gelenekli toplumları kasırga gibi sarsan modern hayat tarzından dolayı birbirinden uzaklaşan farklı karakterlerdeki baba-oğul hikâyeleri yürek yakıcılığının yanında sosyal bir tehlikeyi de hatırlatıyor.
İlk baba olarak oğluyla imtihanı Hazret-i Âdem aleyhisselâm yaşadı. İki oğlundan Habil onun yolundan gitmedi ve sözünü dinlemedi. Nuh aleyhisselâm (Hud sûresi / 46. âyet) tufan günü oğlunu da gemiye çağırdı. Oğlu ona inanmadı ve gemiye binmedi, “ben kendimi korurum” dedi, babasının ikazını dinlemedi ve boğuldu gitti.
Çocuk sahibi olmak için çok dua eden İbrahim aleyhisselâm’a Allah (c.c.) bir oğul nasip eyledi ve oğul sevgisiyle imtihan edildi. “Ey oğlum! Rüyamda seni boğazladığımı görüyorum” dediğinde, “Babacığım sana emredileni yap! Beni inşallah sabırlı bulacaksın!” dedi oğul İsmail. İnsanlık, varoluşundan bu yana böylesine ulvî bir baba-oğul beraberliğine hasret… Bu imtihanın başka cephesi de var. İbrahim aleyhisselâm babası Âzeri “Ey babacağım! Beni dinle, gittiğin yol yol değil” diye ikaz etse de baba oğlunu dinlemedi, bâtıl yolda olan kavminin yolunda gitti ve helâk oldu. İnsan-ı kâmiller “Zâlimden âlim doğabilir” demişler. Yakub aleyhisselâm baba olarak, diğer oğullarına nazaran Hazret-i Yusuf’un hasretiyle yanıp kavruldu. İkisi de birbirinden râzı ve aynı ulvî yol için yaratılmışlardı, istikâmetleri birdi.
Osmanlı devletinde hükümdar olan babaların “nizâm-ı âlem” için oğullarıyla yaşadıkları “siyaseten katl” vak’aları hiçbir babanın kaderi olmasa ve hiçbir oğul da bu kaderi yaşamasa ne güzel olurdu.
“STATÜKOCU BABALARIN OĞULLARI DEVRİMCİ OLABİLİR”
Modernleşmenin hızlanmasıyla babalar ve oğulların arası iyice açılıyor. Modern dünyada “baba demek, çatışma demektir.” Batılılaşma dönemi romanlarının ekseriyeti baba-oğul çatışması üstünedir. Meşreb, meslek tercihi, hayat tarzı ve ideolojik farklılıklar gibi sebepler hayli çok. Prof. Dr. Kemal Sayar’a göre baba ve oğul meselesi toplum hayatımızın trajik ve sancılı meselelerinden biridir. Baba oğlundan kendi hayâl ve arzularını gerçekleştirmesini ve beklentilerinin yaşatılmasını görmek ister. Oğul, çocukluk ve ilk gençliğinde babasına bağlıdır, hayrandır. Sokak, tahsil ve toplum hayatına katıldıkça, babasının hayallerine uymaz, otoritesini sarsar ve baba oğul münasebeti çatışmaya döner. Statükocu babaların oğulları devrimci olabilir.
“BÜYÜK İNANMIŞLARDAN İNANÇSIZ EVLÂT ÇIKABİLİR”
Kemal Sayar hülâsa olarak diyor ki: Babalar oğulların kim olduğunu, hayatta nasıl duracağını, nereye nasıl bakacağını tayin ederler. Oğullar için hayat babanın çizdiği bir mâceradır. Baba, oğlunun kişiliğine o kadar tesir etmiştir ki oğul bir türlü yetişkinliğe adım atamaz, ebedî bir ergen olarak kalır. Bunun tersi de olabilir. Büyük inanmışlardan inançsız evlât çıkabilir. Öyle oğul vardır ki hep bir baba azarı yiyebileceği endişesiyle hayatını kendi arzusu istikametinde yaşayamaz. Babasının bir uzvu, bir gölgesi gibi yaşar. Çünkü içinde babasına karşı mağlubiyet psikolojisi vardır. Güçlü babaların altında ezilmiş oğulların, babalarının tam aksi yönde siyasî anlayışları, inanışları da olabiliyor.( (Yavaşla / Bu Dünyadan Bir Defa Geçeceksin, s. 127-18)
MODERNLEŞME DÖNEMİNDE BABALARIN DA OĞULLARIN DA KAFASI KARIŞIK
Serveti Fünun Dönemi şairlerinden Ali Ekrem Bolayır (Nâmık Kemâl’in oğlu) “İki gözüm Cezmi” diye hitap ettiği oğlunu Avrupa fen ve kültürünü öğrensin diye Lozan’a tahsile gönderir. İstediği şudur: “Dünyada en ziyade senin için yaşadığımı herkesten iyi anlayıp bilirsin oğlum. (…) İnşallah insan gibi çalışırsın. Nâmık Kemâl'e layık evlat olursun. Elbette gayet ahlâklı, terbiyeli, çalışkan bir çocuk olacaksın...” Özel mekteplerde okutulan Cezmi ana dili kadar iyi konuştuğu Fransızca’sı ile Avrupa kültürüne âşinadır. İstanbul’da Belçikalı bir mûsiki öğretmeni hanımdan dersler de alan Cezmi evli öğretmenine âşık olur. Vuslatı olmayan bu sevda sonunda tabancayla kendini vurarak intihar eder.
OSMANLICI BABALARIN BATICI OĞULLARI
Ali Ekrem modernleşmeci bir devlet ve sanat adamı bir babadır, oğul Cezmi gelenekli kültür değerlerinden uzaklaştırıcı Avrupaîleşmenin kurbanıdır. Babanın hayâli yeni Osmanlı bir Cezmi’ydi. Oğul babasının dediği gibi olmadı. Bolayır’ın trajik kaderi bununla da bitmez. Kızı Selma Ekrem’in hikâyesi daha trajik. Amerikan Koleji'nde okutulan Selma önce dinî aidiyetinden uzaklaşır, sonra anasının peçesine ve babasının fesine itiraz eder. “Hür yaşamak için gidiyorum” diyen bir mektup bırakarak Avrupa’ya kaçar ve sonra Amerika’ya gider. Ömrünün sonuna kadar orada hıristiyan olarak yaşar ve kendi isteğiyle cesedi yakılır.
Meşhur Osmanlı devlet adamı ve Mecelle’nin yazarı Ahmet Cevdet Paşa’nın kızı ilk kadın romancılardan Fatma Aliye’nin kızı İsmet Hanım’ın hikâyesi “Allah başlara vermesin” diyecek bir hikâye. Baba ve annesinin karşı çıkmasına rağmen Fransa’da kilise mektebinde okur ve sonra manastırda rahibe olur.
Ünlü edebiyatçıların hayatlarını okuyanlar bilirler. Romancı Halit Ziya Uşaklıgil'in “biricik sevgili oğlu Vedat” hem hariciye okumuş, hem de Batı mûsikisi eğitimi almış bir piyanisttir. Yaşadığı sıkıntılardan dolayı hariciyeci olarak vazife yaptığı Tiran'da Ali Ekrem Bolayır’ın “iki gözüm dediği” oğlu Cezmi gibi intihar eder. Baba Halit Ziya’nın oğluyla yaşadığı trajedi başlı başına bir roman konusu.
Tevfik Fikret’in “inkılâp ordusunun kahramanı” olarak yetiştirmek istediği oğlu Halûk'un mâcerası daha trajik. Halûk ilim ve fenni getirmesi için gönderildiği İskoçya'dan geri dönmez, hıristiyan olur ve hayatını Amerika'da papaz olarak sürdürür. Baba Fikret deistti, agnostikti; ateizme yakındı. Oğul Hâluk ise kilise papazlığını tercih etmişti. Kader bu; babaya da ve oğula da kendi medeniyet köklerinden uzaklaşmak düşmüş.
İSLÂM ŞAİRİ DİNDAR BABANIN ALKOLİK DERBEDER OĞLU
Türk milletince büyük hürmeti haiz Mehmed Âkif'in Tophane'de yatıp kalktığı kamyon karoserinde alkol ve uyuşturucudan ölen derbeder oğlu Emin Ersoy’un hayat hikâyesi muhterem babasına hiç benzemiyordu. İslâm şairi Âkif oğluyla imtihan oldu. Kur’ân-ı Kerim, Arapça ve İngilizce bilen oğul Emin’den çok şeyler ümit etmişti. Emin istikrarsız, sebatsız, derbeder bir hayat yaşadı ve babasının ümitlerini boşa çıkardı. Ah, oğluyla imtihan olan hüzünlü Âkif! Yaşadığı döneme dair baba ve oğul meselelerini “Fatih Câmii”, “Hasta”, “Küfe” ve “Meyhâne” gibi şiirlerinde çokça anlatmıştı.
Reşat Nuri Güntekin’in Yaprak Dökümü romanında anlatılan muhafazakâr bürokrat baba Ali Rıza Beyin oğlu Şevketle yaşadığı çatışmalı hayat ne kadar hazindir! Oğlu Şevket önce babası gibi olmak ister, sonra babasının otoritesinden uzaklaşır ve babasının arzu etmediği bir kadın ve hayatın içinde erir gider.
BABALARINI ÖLDÜRME ARZUSU TAŞIYAN OĞULLAR
İçimizdeki ecnebî hayranlarının Kafkaseverliği malûm. Praglı romancı Franz Kafka’nın hastalıklı kafa yapısını ve ömrü boyunca babasını öldürmeyi arzu ettiğini bilmiyorlar. Kafka ve babası birbirine son derece zıt iki tip. Baba statükocu, oğul ise sosyalist ve ateizme yakın. İri yarı, uzun boylu, gösterişli, para ve ticaret erbabı olan babası, içine kapanık, hayli zayıf, kavruk yüzlü oğlu Kafka’nın edebiyat ve yazma tutkusunu “kaçık, “zıpır” ve “züppece” boş işler olarak görür. “Babaya Mektup” da babasına duyduğu nefreti dile getirir. Babasının gösterişli, zengin ve otoriter yapısı karşısında kendini böcek gibi hissetmesi ve sürekli babasını öldürme arzusu taşıması bu ülkenin oğullarına hiç de iyi bir örnek değil.
Rus romancı İvan Turgenyev’in “Babalar ve Oğullar” romanı baba-oğul çatışmasını farklı bir cephesiyle dile getirir. Tanrıya, otoriteye, aristokrasiye karşı çıkan oğul Vasilyiç Bazarov, statükocu, muhafazakâr, tanrıya bağlılığını ifade eden, ortodoks geleneğe sahip akerî doktor babası İvanoviç Bazarov’dan nefret eden devrimci ve nihilist biridir. Rus toplumunun 19. asrı bir yönüyle baba-oğul çatışmasının tarihidir.
Tek Parti Dönemi’nin Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel zihniyetini beğenmediğim bir insan. Onun baba olarak oğluyla canciğer oluşu, aynı meşrebe, aynı dünya görüşüne sahip olması ilginç bir örnek. Keza oğul Can Yücel de babasına olan aidiyetini aynı ölçüde mısralarında dile getiriyor: “Hayatta ben en çok babamı sevdim / (…) Geldi mi de gidici - hep, hep acele işi!-/ Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi / Atlastan bakardım nereye gitti / Öyle öyle ezber ettim gurbeti / Sevinçten uçardım hasta oldum mu / 40’ı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul'a / Bi helalleşmek ister elbet, diğ'mi oğluyla!..”
Can Yücel babasına olan sevgisini ömrünün sonuna kadar eksiltmedi. Bu da bir nasip…
OĞULLARININ NEFRET ETTİĞİ ŞAİR BABALAR
1960 ve 70’li yıllarda arabesk şiirleriyle lümpen gençlik tarafından çok okunan şair Ümit Yaşar Oğuzcan sürekli alkol alan, istikrarsız, geçimsiz, evini ihmal eden bohem bir tip. 24 kez intihara teşebbüs eder. Oğlu Vedat Oğuzcan 17 yaşındadır. Babasının melankolik hayatından erken yaşta bunalıma düşer. Babasının, bunca intihar teşebbüsünün ardından dengesiz hayatına devam etmesi onu ruhen iyice sarsar. Elinde, “Baba öyle intihar edilmez, böyle edilir” yazılı bir notla Galata Kulesi’nden kendini aşağı atar ve ölür. Babasının adam olamayışına sitem ederek intihar eden bir oğuldu Vedat. Oğlunun ölümüne şiir yazan psikopat ve manyak bir babadır Ümit Yaşar Oğuzcan:
“Bir adam düştü o gün galata kulesinde / kendini bir anda bıraktı boşluğa /
ömrünün baharında, bütün umutlarıyla birlikte paramparça oldu / (…) bu adam benim oğlumdu gencecikti Vedat / ışıl ışıldı gözleri / içi bütün insanlar için sevgiyle doluydu / çıktı apansız o dönülmez yolculuğa / kendini bir anda bıraktı boşluğa / söndü güneş, karardı yeryüzü bütün zaman durdu / bu adam benim oğlumdu / küçücüktü bir zaman / kucağıma alır ninniler söylerdim ona / uyu oğlum, uyu oğlum, ninni / bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat”
Şairler hiç de umulduğu gibi olmayabiliyor. Geleneğe ve irfanımıza bigane, başıbozuk, biraz nihilist, modernleşmeci “İkinci Yeni” şiir akımında yer alan Cemal Süreya’nın gençlerimize ve cemiyetimizin edebî ölçülerine uygun bir baba olduğunu söylemek zor. Birkaç kez evlenmesi, eve değişik kadınlar getirmesi, evde şiddetli kavgaların olması, bunun dışında sürekli kitaplarla meşgul olup şiirler yazması oğlu Emrah’ın ruh sağlığını bozar. Babasının kendisine hususi ilgisi dahi onu memnun etmez. Solcu, seküler ve agnostik olan babasının aksine katı bir İslâmcı olur. Eve İslâmcı ve dinî kitaplar getirir, babasının Fransızca kitaplarını kaldırıp yerlerine onları koyar. Alkol de kullanan babasının yüzünden evde hep kavga ve huzursuzluk vardır. Böyle bir esnada Emrah babasını fena bir şekilde döver. Son dövdüğünde baba Süreya hastaneye kaldırılır ve ölür. Oğul Emrah kısa sonra babasının kitaplarını da satar. Tuhaf olan bir şey daha var. Oğlunun gözünde iyi bir baba olamayan Süreya kendi babası öldüğünde farklı duygular içindeydi: “Sizin hiç babanız öldü mü? / Benim bir kere öldü kör oldum / Yıkadılar aldılar götürdüler…”
BABALAR MI HAKLI OĞULLAR MI?
Babalar mı haklı oğullar mı? Cevabını millet ve medeniyet değerlerimizin hayatı kuşatıp kuşatmadığında aramak lâzım. Oğuzcan ve Süreya hâdisesinde görüldüğü üzere geleneğinden kopan babalar ile babalarının hayat tarzından cinnet getiren oğullar var. Öte yandan evden, aidiyetten, yâni babalarının dünyasından uzaklaşan oğullar daha çok, hattâ büyüyen bir sosyal bir mesele…
Sözün özü: Modernizmin hızlanmasıyla baba ile oğul arasında otorite ve benlik kavgası gittikçe artıyor. Batı’da modern kültürün oluşturduğu seküler aile ve hayat tarzının sebep olduğu baba-oğul çatışmasının bizde de olmadığını söyleyemeyiz. Babaların yüreğinde oğullar çok zaman vardır, oğulların yüreğinde babalar her zaman yoktur. Modernleşmenin milletimizde yaptığı tahribatlardan biri de bu.
(e. posta: ilbeyali@hotmail.com)