Bir süredir ülke genelinde artan terör olayları toplumun haklı tepkisine neden oluyor. Özellikle terörün kırsaldan kentlere, metropollere yönelmesi, sivillere yönelik eylemler yapması, henüz bir yaşındaki bebeğe bile acımamaları yüreğinde “insanlık” bulunan herkesi derinden etkiliyor, tepkiler de çığ gibi büyüyor.
Sağduyulu olunmadığında, terörün ekmeğine yağ sürüleceği kesindir.
Kaos ve kargaşadan beslenenlerin en kolay elde edeceği kazanım, Kürt-Türk gibi “ırksal” ayrımlardır.
Bu ayrımlar kavgaya dönüşmeli, daha düne kadar canciğer olduğun insanların gırtlağına yapışmalısın.
Hangi görüşten olduğuna bakmaksızın, Türk’e göre Kürtler düşman bilinmeli, Kürtlere göre ise Türkler…
Akşam birlikte aynı sofrayı paylaştığı, hısım akraba olduğu, aynı işyerinde sırlarını paylaştığı, derdini açtığı insanların bir birini kesmesidir arzulanan.
Eşine yan gözle bakılmalı, akrabaların soyu sopu araştırılmalı, birlikte aynı safta, aynı kıbleye yönelenler, selam verdiklerinde “düşman” görmemeli.
Bunun için toplumda bir kargaşa oluşmalı, ırkına, rengine, kıyafetine, memleketine bakarak insanları “terörist” veya “vatansever” bilmeli.
Bebekler ölmeli, bir yaşındaki Almina’yı kaybetmeliyiz.
13 yaşındaki minik Çağrı’nın bedeninde 61 şarapnel parçası olmalı.
Bayram harçlıklarının keyfini çıkarmaya çalışan çocukların hayatı kararmalı.
Tabutlar küçük olmalı, büyük öfkelere inat.
Ağıtlar yakılmalı, gözyaşlarına hâkim olunmamalı, kalpsizlerin bile yumuşayacağı acılar yaşatılmalı.
İnsanların hayali kalmamalı, umutları tükenmeli, “yarına çıkar mıyım” endişesi yayılmalı…
Milliyetçilik akımları hortlamalı, faşist akımlar daha fazla çoğalmalı, kafatasçılık prim yapmalı.
Herkes, bir diğerine öfkeyle bakmalı, ardını kollamalı.
Hükümet sorgulanmalı, askere daha çok iş düşmeli.
Sıkıyönetime rahmet okutacak “11 Eylül sendromu” ülkemizde de yaşanmalı.
Bugüne kadar elinizi kolunuzu sallayarak gittiğini her kurumda üstünüz başınız didik didik aranmalı, seyahat özgürlüğünüz engellenircesine her köşe başında sinir bozan arama ve taramalar yapılmalı…
Böylece yeniden bir şeyler hortlamalı…
Abdullah Çatlılar ve Yeşillere ne kadar iş düştüğüne herkes kendini inandırmalı.
Aslında Ergenekon’un varlığı, ülkenin bütünlüğü açısından ne kadar gerekli olduğunun altı da çizilmeli, üstü de…
Ve tabii ki darbeciler…
Hani terör örgütlerini doğuran darbeciler…
Nasıl bir sarmal olduğunu belki o zaman anlayamayız ama iş işten geçtikten sonra nasıl bir tezgâhın içerisinde yoğrulduğumuzun farkına varırız.
Farkına varmasına en nihayetinde varırız ama iş işten geçer.
***
Doğrusu terör örgütlerinin “özgürlük” diye bir dertleri yoktur.
İnsanların Kürtçe konuşması, eğitim alması, temel hak ve özgürlüklere kavuşması gibi ne bir derdi var, ne böyle bir talebe sahipler.
Olması da mümkün değil.
Eğer öyle olsaydı, Demokratik açılımın ilk dillendirildiği zamanda, “biz böylesine önemli bir adım için iyi niyet gösteriyor ve silah bırakıyoruz” derlerdi.
O gün “çok iyi bir açılım” çıkmayabilirdi…
Ama her kesimden “kabul edilebilir” açılımlar adım adım hayat bulabilirdi.
Bunu demeyenler, her açılımda daha da şiddetini arttırarak eylemlerde bulundular.
Oysa kimsenin açılım derdi yoktu, “gücün devamı”ndan başka bir şeyin olduğuna yönelik tek mera bile yoktu.
BDP bile “bizim PKK’yla organik bağımız yoktur” derken, “organik bağ kurmak için” özellikle “karşılaşmalar” tezgâhlamaya başladı.
Bu arada Sırrı Süreyya Önder gibi “özgürlükçü” veya “hümanist” bilinen birisi bile minik bebelere gözyaşı dökmeyecek kadar “duygusuz” olabiliyordu.
Derken Gaziantep’te bomba patladı, niyetler bir kez daha açığa çıktı.
AK Parti Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar ise Adıyaman, Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis, Adana ve Mersin’in çok ciddi tehdit altında olduğunu söyleyerek, terörün yaygın şekilde sivilleri hedef alacağını işaret ediyordu.
Çünkü Silivri’den isyan sesleri yükseliyordu.
Çünkü artık “darbe planı yaptık” diyecek hale gelmişlerdi.
Çünkü “kirli tezgâhlar” ortaya dökülmek üzereydi…
Eğer “PKK’ya baktığınızda Ergenekon’u görmeyenlerdenseniz”, bakış açınızı bir kez daha gözden geçirmenizi önerebilirim.
Bu arada yurdun dört bir yanında artan terör olaylarını irdeleyen istihbaratçılar, “terör örgütü mensuplarının, ülkemizde nasıl bu kadar rahatça cirit atıyor” diye sorup soruşturuyordur da…
Suriye’den ülkemize gelen mülteci sayısı 74 bin miydi?
Mültecilerin “terör örgütü mensubu” olduğunu söylemedim ama gelenlerin içinde “kaybolanların” nerelerde olduğunu artık sorgulasak diyorum…
Üstelik de Tayyar’ın saydığı altı ilde binlerce mülteci varken!
Twitimden seçmeler
Bazı çok ama çok iyi niyetliler Silivri'de yatanları savunuyordu. Çetin Doğan, darbe planı yaptığını ikrar etti. Yani “bunlar boru” değilmiş değil mi?