Şeytan, Âdemoğullarını azdırabilmek için karınlarının tok olduğu zamanı kollarmış. Az yemek için bu sebep yetmez mi?
Allah dostlarının sözüdür: İlim ve amel az yemekte… Az yemek her derde deva. Kalbi inceltir, arzuları kırar, günah işlemeye mâni olur. Dahası nefs-i emmare ile mücadele yoludur.
Az yiyenin gönlünde merhamet, dilinde ve simasında ulvî hüzün olur ki has Müslümanın sûret ve sîretidir bu. Bu ulvî düsturdan dolayı az yemeyi meşrep hâline getirmek gerek.
Müslüman, dünya kadar malı olsa da, envaı çeşit nimetlere sahip bulunsa da isteyerek ihlâsla arada bir aç durmalı ve daima az yemeli. Kur’an-ı Kerîm ölçüyü koymuş: Midenin üçte biri kadar taam…
Mezarlığı ve yoksulu ziyarette, câmide ve dost meclislerinde tıka basa tok olmak çok fena bir huy. Çok yiyen ne kadar ibadet etse de takvası ve cezbesi olmaz, kalbi cilasız olur. Bundandır ki tokluk kalp âfetlerindendir.
“İNSAN KARNININ ISLAHI”
“Her lokma ki lezzetiyle buldum zevki / Ol lokmayı keşke bulsa düşman halkı” diyerek, aşırı lokmacılığı düşmanın huyu olarak gören İbrahim Hakkı Hazretlerinin “Mârifetnâme’sindeki (6.bölüm) nasihatini kaç Müslüman tutuyor?
Tokluğun âfetleri pek çok diyen bu zâtın sadeleştirdiğimiz şu sözlerini sadece câmide değil, meydan mitinglerinde de anlatmak lâzım:
“İnsan karnının ıslahı, bütün azâların ıslahından daha zor ve meşakkatlidir. İrfan tâlibi olup, nebat ve hayvan mertebelerinden insan mertebesine çıkmak, nefis ve kalp tasfiyesi… etmek isteyen kimse evvelâ karnını haramdan ıslah ede, sonra da yemeğini azaltarak marifet yoluna doğru gide…”
AZ YEMEYİ BİLEN MÜSLÜMAN ÇOĞALIRSA…
Her ne fesat koparsa mideden kopar, diyor ecdadımız. Çok yiyenin şefkat ve merhameti azalır. Nefs, aç olmayınca benlik dâvasını bırakmaz. Bundandır ki çok yemek kâfir hasletidir.
İslâm milletlerine yön veren nice sultanlar ve beyler, nice ümera ve ulema hâkimiyetin ve meşruiyetin temsilcisi iken, midelerinin esiri oldukları içindir ki kemâlâtını kaybetmedi mi?
Az yemek, yalnızca dervîşân ve ehl-i irfan için değildir. Âlimandan üdebaya, devletlüden ticaret sınıfına, siyasîlerden idareci zümreye kadar her mes’ul kişi bu ölçüye riayet ettiğinde neler olur bu ülkede neler… Merhamet ve yüreğin hâkim olduğu bir toplum ve devlet meydana gelir.
Efendimiz Aleyhisselâtüvesselâm’ın “Allah, çok yiyip içeni sevmez; az yiyip, bedeni hafif olan mümini sever” buyruğuna sadâkat gösteren, az yemeyi tefekkürle terkip eden Müslümanların sayısı çoğalırsa bilin ki o gün millet de devlet de kurtulur.
Ne yazık ki mes’uliyet ve servet bakımından öne çıkmış Müslümanların bu buyruklara uymadığı ve modern iştihanın kabardığı bir zamandayız. Çok yemeye alışmış obur Müslümanlar ne kadar da iğreti duruyorlar etrafımızda.
Mârifetnâme’nin 6.bölümünde geçen şu bahsi şeddâdî avm’lerin duvarlarına mı, yoksa kalplere mi yazmalı? “Müslüman olduktan sonra karnımı bir kez olsun tıka basa doldurmadım. Bunu Allah’a ibadet zevkinden ve O’na (c.c.)) kavuşma lezzetinden mahrum kalmamak için yaptım” diyen Hazret-i Ebu Bekir’in “az yeme” erdemi, Müslüman toplumun yekûnunu kuşatan bir meziyet olmaktan çıkalı çok oldu.
Hz. Mevlânâ’nın, Mesnevi’sinde (cilt:1) söylediği “Sen bedenini yağlı ballı yemeklerle besledikçe, asıl varlığın olan, seni diri tutan ruhunu asla güçlü bulamazsın. Ekmek isteme, ruhunu besleyecek gıda iste…” sözünü ciddiye alan insan her mahallede bir elin parmakları kadar kalmışsa ne âlâ!
MÜSLÜMANDA SOFRA DÜŞKÜNLÜĞÜ GÖRÜRSENİZ…
Yemek şehvetine kapılan, çok yiyerek kalbini ve tefekkürünü öldüren Müslümanlarla ümmet ve millet dâvasını halletmemiz zor görünüyor. Mükellef sofra tutkunlarıyla bu dâva yürümez.
Mes’ul bir Müslümanda sofra düşkünlüğü görürseniz, “Nebevî hayat” ölçülerine ihânet etiğini söyleyiniz.