Merhum Turgut Özal, ilk başbakan olduğu zaman, ülkenin darbede çıktığı zamandı. Çünkü merhum Özal, aynı zamanda 80 darbesinden sonra ilk sivil başbakandı.
Ülke uzun süre sıkıyönetimlerle sıkı sıkıya idare edilmişti.
Ülkenin dört bir yanında silahlar patlıyor, bombalar can alıyor, adı ilk kez duyulan terör örgütlerinin hain tuzaklarıyla ülke kan gölüne dönüyordu.
Daha sonra öğreniyorduk ki, “şartları olgunlaştırma” adına bir o taraftan, bir bu taraftan insanları katleden “derin” güçler vardı ve bunlar “mesai” harcamaktan asla çekinmiyorlardı.
Kendilerince şartlar olgunlaşınca ülke yönetimine el koyan Kenan Evren ve saz arkadaşları, kendilerinden başka herkesi hain bilerek ülkeyi idare ettiler.
Hepimiz ya haindik ya da potansiyeldik.
Bir tek kendileri sütten çıkmış ak kaşıktı.
Kanunları çiğnedikleri için siyasileri ya içeriye atıyor ya da siyasetten men ediyorlardı. Bazılarını da “mecburi istirahat”a alarak dinlenmelerini sağlıyorlardı ama kendileri bütün kanunları çiğniyorlardı hem de sorumsuzca…
Bu sorumsuzluklarını da Anayasaya ekledikleri geçici bir maddeyle sağlama alıyorlardı; yüzümüze karşı sövseler, sorumlulukları yoktu.
Çocuk yaştaki gençleri asıyorlardı, kendilerini ikna etmek için de yaşlarını büyütüyorlardı; “yaşı büyütülecek, büyüt” emri yeterliydi.
Bugün demokrasi nutukları atanlar, o gün darbecilerin önünde el pençe divan durup, övgüler dizenlerdi.
Her şey yasaktı bizim için, her şey serbestti onlar için…
1982 Anayasasına kendisini “cumhurbaşkanı” olarak koyduran Kenan Evren’e halkın büyük bir bölümü, “başımızdan gitsinler” diye “evet” oyu verdi. Bir kısmı da zaten “silahın gölgesinde” alınan oylardı.
Puslu yıllardı, korku dolu zamanlardı, insanların gölgesinden köşe bucak kaçtığı dönemlerdi.
Bu kadar kötü bir zamanın üzerine gelen Turgut Özal başbakanlığındaki hükümet, Avrupai bir yönetim sergiledi.
Merhum Özal’ın hükümeti, ne darbe öncesine benziyordu ne de darbe sonrasına.
Daha çok, televizyonda izlediğimiz Avrupa hükümetlerine benziyordu.
Ülkede huzur ve güven yeniden sağlanmış, yatırımlar yapılmaya başlanmış, hayatın birçok alanında iyileşme kendini göstermişti.
Elbette her iktidar gibi onun döneminde de köşe olanlar ve köşe olmak için nöbet bekleyenler vardı; en sıkı darbe hükümetinde yapılan yolsuzluğun milyonda biri değildi ama onda dillendiremezdin, bunda acımasızca eleştirebilirdin.
Acımasızca eleştirenler, merhum Özal’ı diktatörlükle suçlayabiliyordu.
Çünkü at oynatacakları mecra kalmamıştı ya da tümden kalmayacaktı.
O tarihlerde merhum Özal’ın seçim sürecinde konuştuğu “biz gidersek eski günler gelir” benzeri sözlerini tehdit olarak algılayan vardı.
Oysa bu bir realiteydi; ya Özal hükümeti kalacak ya darbecilerin borusu ötecek ya da 80 öncesine dönülecekti.
Bunu söylemek tehdit değil, bir gerçeğin dillendirilmesiydi.
***
Bugün de farklı değil…
AK Parti iktidarı, devletin halkla barışması, kucaklaşmasıydı ilk zamanlar.
Sonra yatırımlar geldi peş peşe…
Hem de aktif siyaset yapanların çoğunun hayalinin dahi ulaşamayacağı hizmetlerdi, AK Parti döneminde yapılanlar…
Ardından hayatın her alanında iyileştirmeler ve o güne kadar elimizden alınan özgürlüklerin iadesi…
Devlet, Cumhuriyet tarihi boyunca kendisine benzemeyeni “yok” saymıştı, AK Parti döneminde ise varlığının inkar edilemeyeceğini, eşit olabileceğimizi öğrendik.
İnsanlar rahatça ibadetini yapar oldu, anadilini konuşmanın önündeki engeller kalktı ve herkes kendisini ifade edebilecek duruma geldi.
Elbette tıpkı Özal iktidarında olduğu gibi AK parti iktidarında da köşe olanlar ve köşe olmak için nöbet bekleyenler vardı. Hatta bir de köşeyi bir başkasına kaptırmamak için siperde duranlar…
Buna rağmen AK Parti, bugüne kadar gelmiş, geçmiş bütün iktidarların yaptığından daha fazla hizmet etti, daha fazla özgürlük sağladı, daha çok insana yönelik çalışmanın içinde oldu.
Belki “çözme iradesi”ni gören diğer siyasi partilerin desteği olsaydı çok daha güzeli yapılabilirdi. Belki AK Parti’de de eksiklik vardı, belki de muhalefet, bu çözümün kendilerine yaramayacağına ikna olmuşlardı.
Bunda da tıpkı merhum Özal’da olduğu gibi “derin” güçler ve gücünü iktidarlarından alanlar rahatsız oldu. Üstüne Türkiye’nin bölgede lider konuma yükselmesinden rahatsız olan ülkelerin finansörlüğü de eklenince terör olaylarıyla gidişata dur deme çabaları sürdükçe sürdü…
Elbette bir de kandan, gözyaşından, kaostan ve kargaşadan beslenip, bunu “oya tahvil” edenler var. Bunlar da hiç eksilmedi, eksilecek gibi gözükmüyor.
Bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a diktatör deme özgürlüğüne sahip olanlarla, dün merhum Turgut Özal’a veya Adnan Menderes’e “tek adam” veya “diktatör” deme özgürlüğüne sahip olanlar aynıdır; hiç değişmedi, hiç değişecek gibi de gözükmüyor…
Ve dün nasıl ki Özal gidince, yerine gelecek belliyse, bugün de bellidir. Bunu AK Partinin veya başbakanın demesinden değil, “ittifak” yapanların kirliliğinden biliyoruz…
Tweetimden seçmeler
Sonunda bize saati de şaşırttınız ya helal olsun size! :)