Zaman zaman uğrayıp hal hatır sorup duasını aldığım; ilim ve irfan ehli bir dostum var. Mürekkep yalamış ârif insandır kendisi.
Türkiye ve dünyadaki gelişmeleri yakından izler, küresel ölçekte okumalar yapar.
Olaylara Kur’an perspektifinden bakışına ve tahlillerine hayranım. Geçen kendisine dedim ki, “Türkiye’nin yeri ve tarihsel olarak istikameti Avrupa mı olmalı, yoksa Çin ve Rusya’nın içerisinde yer aldığı Asya bloku mu?”
“Üçüncü bir şık yok mu?” dedi.
“Henüz yok” dedim.
Arif dostum, “yani illa Avrupalı veya Asyalı mı olmak zorunda mıyız? Osmanlı’nın öyle bir kapris ve hastalığı yoktu. Geç bu teraneleri, Türkiye kendisi olsun. Yıllarca Avrupa’yı taklit ettik, Rusya ile birlikte olduk, ne değişti? Avrupa kapısında beklemekten usandık” dedi.
Sonra Ukrayna örneğini verdi. Arap mültecilere sınır kapılarını kapatan Avrupa’nın, söz konusu mültecilik Batı dünyası olunca, “açık kapı” politikası” uyguladığını ifade etti.
Düşündüm, Arif ağabey gerçekten de ismi gibi arifti. Hem tarihsel ve güncel reel politik olarak haklı, hem de İslami açıdan nerede durmamız gerektiğini çok iyi biliyor.
Son sözü şu oldu: “Türkiye, neden küresel bir güç olmasın?
Türkiye, Asya kıtasında yer alan bir ülkedir. Bu yüzden de jeopolitik açıdan çok önemli bir konuma sahip ülkeler arasındadır. Siyasi ve askeri açıdan zengin bir potansiyele sahibiz. Artı, Osmanlı bakiyesi bir ülkeyiz. Tarihsel derinliğimiz ve çok zengin kültürel, ekonomik ve askeri üstünlüğümüzle, ülkeleri taklit etme konumunda değil, örneklik teşkil edecek durumdayız. Doğu ve Batı’yı birleştiren ortak bir köprü havzasında yer alıyoruz. Ülkemizin büyük bir kısmı Asya kıtasında yer alıyorsa da, Trakya kısmımızla Avrupa kıtasında da yerimizin olmasından dolayı, iki kıtada toprağı bulunan ender ülkeler arasındayız. İstanbul ve Çanakkale boğazlarıyla, Asya ile Avrupa kıtasını birbirinden ayırıyoruz.
ÖNE ÇIKAN VİDEO
Atlantikçilik, Batıcılık ve Avrasyacılık gibi jeopolitik yaklaşımlar, yaklaşık 30 yıldır tartışılıyor. Bugün de pandemi sonrasında tartışılmaya devam ediyor. Savaşlar, özellikle vekâlet üzerinden yürütülmekte. Ama her şeye rağmen Batıcılık veya dünyanın Batı merkezli değerlendirilmesi güncelliğini koruyor. Bu manada Atlantik cephesinin güç kaybettiğini, Batı karşısında Asya denkleminin yükselen değer olduğunu söyleyebiliriz. Uluslararası ilişkilerde ve yapılan akademik toplantılarda 21. yüzyılın jeopolitik merkezinin Asya olacağı dillendirilmekte.
Her şey, bizler yaşarken gerçekleşiyor. Tüm dünya hızla koşarken Türkiye’nin dış politikası elbette duramaz.
20 yıldır iktidarda olan Ak Parti, özellikle dış politikada geliştirdiği argümanlarla uluslararası arenada hem yerini almakta ve hem de hiç kimseden rol çalmadan yoluna devam etmektedir.
Ukrayna’da savaş sürerken Türkiye’nin yoğun bir diplomasi yürüterek başlattığı Antalya Diplomasi Forumu’nu çok önemsiyorum.
Türkiye dış politikada yeni jeo-stratejilerin geliştirilmesine yönelik ciddi adımlar atıyor. Türkiye üzerine okumalar yapan akademik çevre, tarihe çok önemli notlar düşecek. Türk dünyasının da çatı örgütü Türkiye’dir. Makalemizin son cümlesi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Aralık 2019’da düzenlenen “Yeniden Asya” çalıştayının açılış konuşmasındaki konuşması olsun: “Bir yandan Avrupa bütünleşme süreci içerisinde yerimizi almaya devam edeceğiz ve dünyanın en güçlü ittifakı olan NATO’da kilit konumumuzu koruyacağız. Aynı zamanda tarihin yeniden Asya’ya doğru akışında, en batıdaki Asyalı, en doğudaki Avrupalı olarak kilit rolümüzü üstlenmeyi sürdüreceğiz.”