“Aslanlar kendi tarihlerini yazmadıkları sürece, avcı hikâyelerine inanmak zorundayız.”
Yunanistan çekiştiğimiz şu günlerde. İkinci Dünya Savaşı sırasında açlık çeken Yunan halkına Türkiye tarafından yapılan yardımların hikayesini öğrenelim.
Günümüzde Yunanistan, bize ait olan 17 Ada ve 1 Kayalıka el koymuştur ve bu da yetmezmiş gibi Türkiye’ye aba altından sopa göstermektedir. İşin doğrusu İngiliz ve Amerikan haritalarında belirtilen 12 Ada deniz sınırının dışında olup 1913 Londra Antlaşması, 1923 Lozan Antlaşması, 1932 Türk-İtalyan Sözleşmesi ve 1947 Paris Antlaşması ile Yunanistan’a verilmemiş/devredilmemiştir. Ayrıca Yunan askerlerine teslim edilen 17 Ada ve 1 Kayalığın payına düşen Osmanlı Genel Borçları, Lozan Antlaşması’nın 46-55. maddeleri gereği Türkiye Cumhuriyeti tarafından son kuruşuna kadar ödenmiştir. Ayrıca Yunan işgali altında olan İzmir/Koyun, Aydın/Bulamaç, Muğla/Kalolimnoz ve Muğla/Keçi adaları da 6 millik Türk karasuları içindedir.
(Kaynak Yeniçağ: 17 adanın işgaline skandal açıklama! - Ahmet TAKAN)
Tarihte gezinti yaparak Yunanistan’a geçmişte yapmış olduğumuz yardımları hatırlayalım: Açlık çeken her ülkeye bütçemize bakmaksızın yardım ellerimizi o coğrafyalara hep uzattık ve uzatmaya devam ediyoruz. Çünkü biz tarih boyunca kimin başı sıkışsa yardıma koştuk. Kurtuluş Savaşı’nda denize döktüğümüz Yunanlılara bile İkinci Dünya Savaşı sırasında gemiler dolusu gıda gönderdik. Tarihimizin içinde zaman yolculuğu yaparak geliniz Yunanistan’a yaptığımız yardımları öğrenelim…
TÜRKİYE TARAFINDAN YUNANİSTAN’A YAPILAN GIDA YARDIMLARI
Yunanistan İkinci Dünya Savaşı’nda önemli sıkıntılar yaşadı. Normalde gıda ihtiyacının bir kısmını ithal eden Yunanistan’da işgal döneminde gıda darlıkları görüldü. Ağır kış mevsimi ve zirai faaliyetlerin aksaması sıkıntının büyümesine yol açtı. 1941 yılında Yunanistan’da “Büyük Açlık” diye ifade edilen dönem başladı. Bu zor dönemde Yunanistan’a ilk yardım eden ülkelerden biri Türkiye oldu. Kızılay ve diğer yardım kuruluşları gıda maddeleri ve sağlık malzemeleri gönderdi. Savaşın sonuna kadar Yunanistan’a yapılan yardım faaliyetleri devam etti. Türkiye ve Yunanistan arasında 1930’larda başlayan iyi ilişkiler bu yardımlarla gelişti ve İkinci Dünya Savaşı yıllarında iki ülke arasındaki ilişkiler Türkiye’nin insani yardımları ile üst noktaya vardı. Çalışmada İkinci Dünya Savaşı yıllarında Yunanistan’da yaşanan gıda sıkıntısını önlemek üzere Türkiye’den Yunanistan’a yapılan insani yardım faaliyetlerine yer verildi.
1941 yılı ortalarına gelindiğinde ALMANYA Devleti; Atina, Selanik, Girit ve bazı Ege adalarını işgali altında tutuyordu. Bulgaristan; kuzeydeki verimli tarım alanlarını ele geçirmişti. Ülkenin geri kalanı ise İtalyanların denetiminde idi. Savaşla birlikte gelen işgal, üretken nüfusu tüketici konuma getirirken, tarımsal rekolte(yıllık ürün) de düşmüştü. Bu durum ülkedeki gıda sıkıntısını üst noktaya çıkarmıştı.
İskenderiye’de sürgünde bulunan Yunan Başbakanı Tsuderos’a göre bu sıkıntının beş temel nedeni vardı. İlk iki neden birbirine paralel gelişmişti. Ülke işgal altındaydı ve daha işgalin başında gıda maddelerine el konulmuştu. Gıda dahil ülkedeki tüm kaynaklar Alman kontrolüne geçmişti. Üçüncü olarak, kırsal kesimde ve adalarda yaşayan çok sayıda insanın büyük kentlere göç etmesi de yaşanan gıda sıkıntısını artırmıştı. Ülke içi haberleşmede ve taşımacılıkta yaşanan büyük sorunlar ile müttefik devletlerden yapılan ithalatın İngiltere’nin uyguladığı abluka nedeniyle kesilmiş olması ise besin maddelerindeki yetersizliğin dördüncü ve beşinci nedenleri arasında yer alıyordu. Bu koşullar “kara kış” ile de bütünleşince, Yunanistan 20. yüzyılın en sert kışı ile yüz yüze kalmıştı. Hava koşulları zaten kendi kendine yetme gücünden yoksun olan Yunanistan’ı dışa bağımlı kılmıştı. Ne var ki savaş ve ambargo da bu yolu tıkamış, Yunan halkı soğuk kadar açlık ve sefaletin de kollarına atılmıştı.
Türkiye, yanı başında hüküm süren felakete seyirci kalmadı. Dostluğun ve komşuluğun gerektirdiği sorumluluğu TÜRK KIZILAYI yüklendi. Bildirimde; Türkiye’de kişi, kurum ve kuruluşların başlattığı yardım kampanyaları, Kızılay tarafından oluşturulan “Yunanistan’a Yardım Misyonu”nun Yunan halkına umut olacak seferleri ele alınacaktır, bu çerçevede vapurların hangi seferlerde ne taşıdıkları, nakliye araçlarının yokluğu nedeniyle karşı karşıya kalınan sorunlar üzerinde de durulacaktır.
Bu ülkeye ulaşmasının önündeki en büyük engel ise İngiltere’nin uyguladığı abluka idi. İngiliz Savaş Bakanı Hugh Dalton, 1941 yılı ortalarına dek ablukanın delinemeyeceği görüşünü ısrarla savunmuştu. Ancak uluslararası kamuoyunun baskıları ile İngiltere kendi askeri politikalarından taviz vermeksizin sorunu çözme yolunu buldu. Abluka içinden bir ülkeyi devreye sokacaktı. Bu ülke ise hükümeti ve halkı ile komşusuna dost elini uzatmaktan çekinmeyen TÜRKİYE olacaktı. Türk kamuoyu da hükümete ve halka yardım çağrılarında bulunuyordu. Ahmet Emin Yalman “Atatürk’ün bıraktığı emanetlerin en kıymetlilerinden biri” olan Türk-Yunan dostluğunun devamı için “kara gün dostu” olan Türkiye’nin yardım elini uzatması gerektiğini söyleyerek bu çağrılara katıldı. Kızılay’ın devreye sokulmasını istedi.
Sonuçta, İngiltere ile Türkiye arasında yapılan görüşme ve tartışmaların ardından yardımların Türkiye aracılığıyla ulaştırılmasına yönelik bir plan yapıldı. Planın uygulanmasında, denetlenmesinde ve geliştirilmesinde Foreign Office etkili oldu. Böylece Türkiye’den Yunanistan’a KURTULUŞ VAPURU ile yardım köprüsünün kurulması üzerinde anlaşmaya varıldı.
Şehrin ekmek sıkıntısı içeresinde bulunduğu, halkın bir lokma ekmek için sağa sola savrulduğu bir sırada Pire’ye ulaşan Kurtuluş, halkın saldırısına uğradı. Polis, Kurtuluşu kordon içine almak zorunda kaldı. Halk limandan uzaklaştırıldı. Ardından vapurun yükü boşaltılmaya başlandı. Boşaltılan gıda ürünleri rıhtımda bekleyen Kızılhaç kamyonları ile belirlenen depolara götürüldü. Dağıtım ise Uluslararası Kızılhaç Örgütü’nden 2, Yunan Kızılhaçı’ndan 2, İtalyan Kızılhaçı’ndan 1 ve Kızılay’dan 1 olmak üzere 6 kişilik bir komisyon tarafından gerçekleştirildi. Yardımdan son derece mutlu olan, minnetlerini vapurun bir resmini yaptırıp Pire’nin en güzel yerine asacaklarını söyleyerek dile getiren Yunan halkı vapuru aynı içtenlikle limandan uğurladı.
Kurtuluş, 23 Ekim’de İstanbul’a döndü. İkinci sefer için yükleme çalışmaları hemen başladı. 27 Ekim’de bu işlem tamamlandı. Aynı gün saat 17.00’de limandan ayrılan Kurtuluş vapuru; fasulye, nohut, mercimek, soğan, yumurta ve lakerdadan oluşan toplam 2.500 ton gıda yardımı ile birlikte İngiliz esirlerine dağıtılmak üzere Amerikan ve İngiliz Kızılhaçları tarafından hazırlanan 51 ton koliyi de Pire’ye ulaştırdı. Ne var ki bu yardımlar Yunanistan’daki açlık ve sefalete son vermek için yeterli değildi. Sıkıntı, en çok ATİNA, PİRE, PATRAS gibi büyük şehirleri ve adaları etkisi altına almıştı.
Buralarda ölümden kurtarılmayı bekleyen yaklaşık iki buçuk milyon insan bulunuyordu. Günde en az yirmi kişi açlıktan ölüyordu. Açlık nedeniyle baş gösteren hastalıklardan ölenlerin sayısı bundan da fazlaydı. Bir ay sonra bir günde ölenlerin sayısının üç yüzü bulabileceği tahmin ediliyordu. Karne ile dağıtılan yiyecek maddeleri insanların ölmeyecek kadar ayakta kalmalarını sağlıyor, en çok da çocuklar olumsuz etkileniyordu. Bu durumda Kurtuluş’un yapacağı seferler Yunan halkı için yaşamsal önem taşıyordu. Gerek hava koşulları gerekse Alman, İngiliz ve İtalyan yetkililerin başta rota olmak üzere çeşitli konularda anlaşamaması seferlerin aksamasına, bu ise Yunanistan’daki sefaletin endişe verici oranda artmasına neden oluyordu. Yunan halkı gülmeyi unutmuştu. Ortalıkta bir ölüm sessizliği vardı. Okullarda dersler yarıya inmiş, elektrik sarfiyatı kontrol altına alınmış, alım gücü yok dereceye inmişti. Yunan Hükümeti de yok gibiydi. Düzeni işgal güçleri sağlıyordu. Genel kontrol Nazi Almanya’sındaydı. İtalyanlar jandarma görevi görüyordu. Oysa halkı düzene davet için güç kullanmaya gerek yoktu. Açlık yüzünden halk “kuzu gibi” olmuştu. “Her tarafta kendi kendilerine tabur olup, tevekkül içinde bekliyorlardı. Halkın bu durumu en çok işgalci Almanları işine yarıyor, hiç bir dirençle karşılaşmıyorlardı. Her geçen gün artan ölüleri ne gömecek yer, ne zaman, ne de tabutluk tahta vardı. “Azrail maskesini atmış, Yunan halkını pervasızca biçiyordu. Sonunda, Yunan Hekimler Birliği cesetleri yakmak için Sensinod’dan izin istemek zorunda kaldı. Yunan halkının açlığa ve ölüme nasıl teslim olduğunu dünya kamuoyuna belgeleriyle sunan ise Kızılay delegesi Feridun Demokan oldu. Bin bir güçlükle çektirip Yunanistan’dan çıkardığı fotoğraflar Life dergisinde yayınlandığında dünyanın gözü Yunanistan’a çevrildi.
5 Kasım 1941’de Pire’den ayrılması gereken Kurtuluş ise ancak 16 Kasım’da yola çıkabildi. Fırtınaya yakalanan, dalgalarla boğuşmak zorunda kalan vapur ancak 19 Kasım 1941’de İstanbul’a ulaştı. Aynı gün üçüncü seferi için hazırlanan yardım paketleri vapura yüklenmeye başlandı. 24 Kasım 1941 günü saat 16:00’da İstanbul’dan ayrılan Kurtuluş vapuru içerisinde 298 ton soğan, 168 ton patates, 582 ton nohut, 393 ton fasulye, 80 ton yumurta, 90 fıçı tuzlu balık ile ayrıca 2 koliden oluşan yaklaşık 1.600 ton gıda maddesi ile üçüncü kez Pire’ye ulaştı.
6 Aralık akşamı, saat 17:30’da İstanbul’a gelen Kurtuluş’un, dördüncü seferi için gerekli olan yük ve koliler de hazırlanmıştı. 12 Aralık’ta dördüncü kez Pire’ye doğru yola çıkan Kurtuluş vapuru yaklaşık 1.800 ton yiyecek maddesi taşıyordu. 428 ton fasulye, 812 ton nohut, 180 ton soğan, 300 ton patates, 60 ton lakerda, 300 sandık yumurtanın yanı sıra Türk vatandaşlarının Yunanistan’daki yakınları için hazırladığı 50 koli ile TÜRK-ELLAS CEMİYETİ’nin hazırladığı 500 koliyi de Pire limanına bıraktı.
22 Aralık gecesi de İstanbul’a döndü. 23 Aralık’tan itibaren 5. sefer için yükleme çalışmaları başladı. Türk Ticaret Bankası tarafından hazırlanan fasulye, nohut, patates, mercimek ve konserve balıklar da bu sefer ile Pire’ye ulaştırılacaktı. 28 Aralık 1941 günü İstanbul’dan Pire’ye hareket eden vapur hava koşulları nedeni ile Gelibolu ve Çanakkale’de duraklamak zorunda kaldı ve ancak 5 Ocak akşamı 18.25’de Pire’ye ulaşabildi ama limana yanaşamadı, hava kararmak üzere olduğu için açık denizde demirlemek zorunda kaldı.
Gece ise savaşın soğuk yüzü ile karşı karşıya kaldı. Bombalar, Kurtuluş’un yaklaşık bir mil ötesine düşerken top mermileri de vapurun üzerinden geçiyordu. İngiltere’nin hava ve kara saldırıları sabah 2.45’e kadar sürdü. “250” ölü, 130 yaralı ve iki küçük savaş gemisinin kısmen hasar görmesi ile sonlandı. Savaşın bu dehşetine karşın Kurtuluş mürettebatı günün ilk ışıkları ile birlikte yardım malzemelerini Yunan halkına ulaştırdı. 5. Kurtuluş seferi ile Yunanistan’a götürülen gıda maddeleri arasında 1.107 ton kuru fasulye, 650 ton patates, 27 ton uskumru tuzlaması bulunuyordu. Ayrıca Türkiye’nin Atina Başkonsolosluğu için 25 ton kok kömürü ile Osmanlı Bankası memurları tarafından Yunan halkına 9 ton kuruyemiş de gönderilmişti. Bunların dışında 950 adet kişisel koli ile İspanya sefareti için hazırlanan 6 adet koli de vapurun yükü arasında yer alıyordu.
Kurtuluş vapuru ile götürülen gıda maddeleri Soupe Populaire adı ile açılan aşevlerinden pişirilerek muhtaç halka dağıtılıyordu. 1942 yılı başında aşevlerinden yararlanan halkın sayısı 400 bini geçmişti. İaşelerini aşevlerinde yapan yaralı Yunan subayları yardımlardan dolayı kişisel şükranlarını Saim Umar aracılığı ile Kızılay’a ulaştırılmasını dilerken, Yunanistan’ın eski Milli İktisat Nazırı Zanas da yapılan gıda yardımları sayesinde açlıktan ölüm vakalarının giderek azaldığını vurgulayarak Kızılay Genel Müdürüne teşekkürlerini iletmiştir. Gerçekten Kızılay büyük bir özveri ile yardımları organize ediyordu.
19 Ocak 1942 akşamı 18:45’de İstanbul’dan Pire limanına altıncı seferini yapmak üzere ayrılan Kurtuluş, daha yola çıkar çıkmaz küçük bir motora bindirmiştir. Tehlikenin uzaklaştırıldığı düşünülürken, 20 Ocak 1942 günü sabah saat 4:00’da Marmara adası kuzey sahilinde Polatya mevkiindeki kayalıklara bindirmiştir. Yolcular ve kimi mürettebat zorlukla karaya çıktığında Kurtuluş saat tam 9:00’da büyük bir gürültü ile 250 metre derinliği olan denizde kaybolmuştur. Yolcular önce Mermeris nahiyesine oradan Saraylar Köyü’ne giderek konaklamış, ardından Trak vapuru ile 25 Ocak’ta İstanbul’a getirilmiştir. Kızılay Genel Merkezi, kaza sırasında gemide bulunan memur ve mürettebatın kurtarılmasında büyük çaba harcayan Çarkçıbaşı Tahsin Bilgili’yi 300 lira ile, on sekiz tayfayı da uğradıkları zarar karşılığı yüz lira ödüllendirmiştir.
Kurtuluş’un uğradığı kaza başta Atina olmak üzere tüm Yunanistan’da büyük üzüntü ile karşılanmıştır. Başbakan Georgios Tsolakoglou basına yaptığı bir açıklama ile halkın endişelerini gidermeye çalışmıştır. Aşevlerinin hizmetini sürdüreceğine, depolarda tutulan hububatın aşevlerine yönlendirileceğine dikkati çekmiştir. “Dost komşu devlet” olarak nitelediği Türkiye ile Kızılhaç ve Kızılay idarelerinin Kurtuluş’un kaza yapması ile doğan boşluğu dolduracaklarına olan inancını dile getirmiştir.
Dumlupınar Vapuru’nun Yardım Faaliyetleri
Şubat 1942’de İngiliz Elçiliği Ticari Ataşeliği, Kurtuluş’un yerine Devlet Denizyolları İşletme İdaresi’ne ait Dumlupınar vapurunu kiralamıştır. Ardından Kızılay Genel Müdürlüğü’ne bilgi vermiştir. Türk Hükümeti de Dumlupınar’ın yola çıkarılması için gerekli hazırlıklara başlamıştır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, II. Dünya Savaşı gibi insanlığı siyasal, sosyal, ekonomik ve sağlık yönünden tehdit eden bir ortamda Türkiye, komşusu Yunanistan’da yaşanan dramın farkına varmış ve ilgili devletlerle gerekli anlaşmayı sağlayarak barut kokusunun dünyayı kapladığı bir dönemde Yunanistan’a dostluk elini uzatmıştır. Zaman zaman tıkanmalara, tehlikelere, hatta yasal engellere rağmen Türk hükümeti başta Kızılay olmak üzere tüm kurum ve kuruluşları ile Yunanistan’da yaşayan insanların acılarını dindirmekten, onlara gerekli yardımı yapmaktan bir an olsun geri durmamıştır. Bu da Mustafa Kemal Atatürk ile Venizelos arasında kurulan iyi ilişkilerin bir sonucu olsa gerektir.
TÜRKLERİN YARDIM ELİNİ GÖRMEYEN AVRUPA
Çok badireler atlattığından keder ve elemin ne olduğunu bildiğinden mi yoksa alicenaplığından mı, tarihin sayfalarında Türklerin uzattığı yardım elini görüyoruz. Batı anlayışına göre istilacı ve yakıp yıkan egemen bir devlet anlayışını diğer Avrupa devletlerini saymaya gerek yok. Viyana mesela… Türk kahvelerini şişirmelerini bir yana bırakın, Viyana’nın resmi binalarında Türkler’ in Viyana’ya uzanan elleri bir dostluk eli olarak görünmez. Teşhir edilen, resmedilen her şeyde Türkler’ in uzanan kanlı ellerini görürsünüz.
Nazi katliamlarına bile bu kadar tepkili yaklaşmayan ama Türk dedi mi barbarlığın önde gideni olarak gösterilen Türkler, Osmanlı’dan bu yana muhtaç olana elini uzatıp kalbe girmeyi başarmış ama dünyanın gözüne girememiştir. İspanya’da zulüm altında inleyen Musevilere ilk kapısını açan ve onları kucaklayan Osmanlı’nın gerçek insani yaklaşımını rakamlarla ölçmek de mümkün değildir.
Kendi şartlarının en kötüsü olduğu dönemlerde bile bir gemi dolusu patatesi İrlanda’ya, 100 bine yakın insanın açlıktan öldüğü Yunanistan’a kendi boğazından kesip savaş boyunca gönderen de bu ülkedir. Üstelik dönem Nazi Almanya’sının dünyayı sarsan dehşet dönemidir. Avrupa’nın değil elini uzatacak, kıpırdayacak hali yoktur. Türkiye seferberlik yılları içinde ekmek ve şeker kuyruklarının uzandığı dönemde Yunanistan’a savaş boyunca sürekli yardım seferleri düzenlenmektedir. Bu olaydan daha 23 yıl evvel o Yunanistan diğer işgalcilerle birlikte Türk topraklarına gemilerle asker çıkartmıştı. Oysa o Türkler Yunan kıyılarına tonlarca yardım çıkaracaktı.
5 YIL SÜREN YARDIM
Yunanistan’a gönderilen ilk yardım gemisi de adını Kurtuluş Savaşı’ndan almıştı. 1883’de denize indirilen gemi ismi ve el değiştirerek 1934’de “KURTULUŞ” adı ile Tavilzadeler şirketi tarafından satın alınmıştı. Kuru yük gemisi olan Kurtuluş 19 yıl önce Yunanistan’a karşı savaşan ve zafer kazanan ülkenin Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü’nün imzaladığı yardım kararnamesi ile bu defa barış denizine açılacak, İsmet Paşa sadece Almanya’nın karşı koymasına ve İngiltere’nin politik tavrına rağmen bu kararnameyi yürürlüğe koyması ile ilk yardım seferi Ekim 1941’de yapılacaktı. Kurtuluş 6 Ekim 1941’de Karaköy’den demir almış ve tonlarca gıdayı Pire’de Kızılhaç’a teslim etmişti. Kurtuluş gemisi Yunanistan’a 4 sefer yapacak ve beşinci gidişinde Marmara Adası’nın kuzey sahillerinde yani Saraylar Köyü civarında kayalıklara çarparak batacaktı.( 21 Şubat 1942) 34 kişilik mürettebattan kurtulduğu geminin kaza yerinin karşısında ki buruna da “Kurtuluş Burnu” adı verilmişti. Kurtuluşun toplam 6735 ton gıda yardımından sonra devre dışı kalmasına rağmen, Türkiye bu yardımı Dumlupınar, Tunç, Konya, Güneysu ve Aksu gemileri ile 1946 yılına kadar sürdürecekti.
(NOT: “Buharlı kuru yük gemisi” Kurtuluş Vapuru, 1883 yılında İngiltere'nin Caird Purdic tersanelerinde yapılan buharlı bir kuru yük gemisidir. 76.5 metre uzunluğunda, 10.67 metre genişliğinde ve 6.43 metre yüksekliğindeki geminin ilk adı “Euripides” idi. Değişik isimlerle Brezilya, İtalya, Rusya, Yunanistan ve Sırbistan bandırası taşıyan vapur, 1. Dünya Savaşı boyunca, nakliye gemisi olarak Rus donanmasında yer aldı. 1924'de Kalkavanzade Biraderler tarafından Sırbistan'dan satın alınan vapur, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk nakliye gemilerinden biri olarak ” Teşvikiye” ve “Bülent” isimleriyle Türk karasularında hizmet verdi.
1934 yılında Tavilzade Biraderler Şirketi'ne satılan vapura, “Kurtuluş” adı verildi. Kurtuluş Vapuru, bu şirket tarafından 1941 yılında Yunanistan'a yapılacak gıda yardımını taşımak üzere Kızılay Cemiyeti'ne kiralandı. Vapur, 20 Şubat 1942'de şiddetli bir fırtınaya yakalanarak, Marmara Adası Saraylar köyü yakınlarında, bugün “Kurtuluş Burnu” olarak bilinen bölgede kayalıklara çarptı ve saat 09.15'de sulara gömüldü. Kazada gemi mürettebatı, kayalıklara atlayarak kurtuldu.)
Almanya’nın 1941’de işgal ettiği Yunanistan’da oluşturulan milis kuvvetleri, Nazilere karşı verdiği mücadelede dünyanın çeşitli ülkelerinden katılan yabancılarda olmuştu. (Mihri Belli 1915-2011) Türkiye’den gelen partizanlardan biriydi ve Yunan saflarında Kemal Kaputan (Kaptan) adıyla çarpışmıştı.
Yunanistan’a birey ve devlet desteği içinde Türkiye’nin çocuklara kucak açması da insani yardımın en belirgin örneklerinden birini teşkil etmişti. Türkiye yardım seferlerinin dışında sahillerimize motorlarla gelen Yunan halkından savaş boyunca elini çekmemiş ve yokluk çekenlere yardım etmişti. Bu gidiş gelişlerde sahil koruma birimleri motorların iskelelere yanaşmasına müsaade etmiş yani göz yummuştur. Savaş süresince komşumuzda 70 bin kişi açlıktan hayatını kaybetmiş ve bu rakamın büyük çoğunluğunu çocuklar teşkil etmiştir. Bu nedenle yardım kampanyasının bir diğer bölümü de çocuklara ayrılmıştır. Türkiye 13-16 yaş gurubunda ki çoğu öksüz – yetim kalmış bin civarında ki çocuğun İstanbul’a getirilmesini sağlamıştır. Dumlupınar gemisinin getirdiği savaş mağduru çocuklarının beslenmesi ve her türlü bakımının sağlanması İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine kadar sürmüştür.
Yunanistan’ın Türkiye’nin bu tavrına karşı süreç içerisinde sessiz kaldığını söylemek haksızlık olur. Ülkenin karşı karşıya kaldığı en büyük felaketlerden biri olan Erzincan depreminde ülkeye uzanan ilk yardım eli komşumuzun olmuştu. Yunanistan’dan harekete geçen sivil toplum kuruluşları devlet yardımının dışında büyük bir bağış kampanyası açmışlar ve “Sıra bizde” demişlerdir.