Önce bir hakkı teslim etmek gerekir ki, Ak Parti gelmiş geçmiş tüm hükümetler içerisin de, algı yönetimini en çok ve en iyi kullanan bir iktidar partisidir.
Hatta denilebilir ki; kendinden önceki siyasi parti ve hükümetlerden en büyük farkı, dozu kaçırılan algı yönetimi sayesin de hafızaları allak bullak etmesidir. Kimsenin bugün olanları düşünmekten dünü hatırlamaya hal ve mecal koymamıştır.
2001 ekonomik krizinin toplumda oluşturduğu güven bulanımı sonucu iktidara gelen Ak Parti, aradan 20 yıl geçmesine rağmen bu krizi sık sık insanların göz ve diğer duyu organlarına nakşetmeyi, hafızalar da canlı tutmayı bilmiştir.
Bundan dolayı olsa gerek sık sık Eski ve Yeni Türkiye kavramlarını oluşturarak, Eski Türkiye'nin tüm olumsuzlukları içerdiğini, kendilerinin gitmeleri halin de, yokluk, yoksulluk, başta olmak üzere Türkiye'nin eski kötü günlerine döneceğini anlatarak gelmiştir.
Eski Türkiye'de otomobil, buzdolabı ve hatta cam bardak bile olmadığı söylendiği gibi, İstanbul seçimlerin de "İstanbul düşerse Mekke düşer" bile denilmiştir.
Ak Parti elinde bulundurduğu muazzam medya ve ajans gücüyle, "bilmek yerine inanmayı seçen" kitleler üzerin de algı yönetimin de başarılı oldu. Nitekim yakın zamanda yapılan kamuoyu araştırmaların da, "zamları sizce kim yapıyor ?" Sorusuna %6' lık bir kitle cevap olarak "muhalefet yapıyor" demesi, işin sosyal ve psikolojik yönlerini tartışmak bir tarafa Ak Parti algı yönetiminin bir başarısı olarak görülebilir.
İnsan denen varlık diğer canlılar gibi, doğar, büyür gelişir ve nihayetinde ölür. Ama insanı diğer canlılardan ayıran en seçkin özelliği gelişmiş çoklu duyu organları düşünebilme ve yerinde kalmayarak sürekli gelişme yetisidir. "Eski Türkiye" örneğimizle devam edersek; sürekli gelişme çabasında ki insanı kim 20 yıl önce ki hayat şartların da yaşamaya mahkum edebilir ? Bu akla ziyan veren hali, toplumu yönetme iddiasın da bulunan hangi siyasi bir parti ön ayak olabilir ?
Soruyorum size "sizi yirmi yıl öncesine götüreceğim" diyen bir parti mi var bizde ?
Şöyle denilse yeridir, Türkiye Cumhuriyeti'nin önüne ve ardına hiç kimse başka bir kelime eklemliyemez. Haydi böyle olmadığı bir an için varsayılsa bile, Türkiye'nin Eskisi ve yenisi olmaz gelmiş geçmiş tüm cumhuriyet hükümetleri günah ve sevaplarıyla bizimdir demek gerekmez mi ? İşte sizin de fark ettginiz gibi algı yönetimi de burada başlıyor.
Demokrasi ve ekonomisi gelişmiş ülkeler de, bir devlet adamı çok önemli bir açıklaması yoksa basın ve kameralar önünde bulunması çok nadirdir. Geri kalmış ülke yönetenlerinin hemen her gün 7/24 saat kameralar önünde bulunması sizce ne anlam ifade ediyor, sürekli algı ve algı mesajları değil mi ?
Tarih de ilk algı yönetimi, Hitit'lilerle Mısır'lılar arasında geçen Kadeş Savaşı sonrası ortaya çıktığı söylenir. Bilinenin aksine bir kısım tarihçiler bu savaş da Hitit'lilerin yenildiklerini söyler. Yenilen Hitit Kralı etrafını talimatlandırarak, Hitit halkının derhal devâsa bir törenle kendini karşılaması için hazırlıkların başlatılması nın emreder. Yenilen Hitit Ülkesi bu olağanüstü kralı karşılama töreninin altında ki gizli algı sayesin de savaşı Kral'ın kazandığına inandırılır.
Peki nedir bu algı denilen şey ? Algı, görme, duyma, dokunma, koku ve tad yoluyla çevreden gelen sinyalleri üreten insan duygularıyla ilgilenir. Basitçe söyleyecek olursak, çevremizde ki dünyayı yorumlayarak çevreye zihinsel olarak tesir eden süreçtir.
Karşı tarafın dengelerini sarsarak ve hakikat ile aldatmanın binlerce tonunu birbirine karıştırarak farklı bir tablo ortaya koymak maksadıyla farklı seviyelerde ve farklı yöntemler ile algı oluşturmaktır. Birey maruz kaldığı algı operasyonlarının farkına varamadıgı için, özgür davrandığını zannederek hareket etse de, hakikatte algıyı hazırlayanın avı konumuna gelmiştir.
Saniye geçmiyor ki, insan sosyal medya, internet ve yazılı medya üzerinden bir çok uyarıya maruz kalmasın. İşte bu gerçeği gören ABD Savunma Bakanlığı yoğun bir bilimsel çalışma içerisine girerek, algı yönetimi kavramını yakın tarihimiz de ilk ortaya atan ve bunu savaşlarda uygulayan devlet olmuştur.
Amerikan askerlerinin dünya kamuoyu nezdinde ki sarsılan imajını düzeltmeyi amaçlayan bu operasyonların biri de hepinizce malum, Körfez Savaşı'nda uygulamaya koymuştur.
Güya Saddam'ın petrol kuyu ve boru hatlarını ateşlediği, akan simsiyah petrolün denize döküldüğünü, O'nun gaddar olduğu kadar çevre düşmanı olduğu gibi tanıtarak Irak işgaline bir başka haklı gerekçe uydurulmustur.
O simsiyah petrol denizin de can çekişen Karabatak Kuşu, aslında başka bir coğrafya da olmasına rağmen, Amerika bu canlı resmi Körfez'de oluyormuş gibi uydu yayınıyla ekranlardan sürekli verdi durdu.
Savaş bittikten sonra bu algıyı anlayan insanlık derin bir algı operasyonuna maruz kaldığını, hayal kırıklığı içinde anlamış oldu. Algı yönetimin de çalışan multi disipliner bilim adamları yani, psikolog, psikiyatrist, sosyal psikolog, sosyolog v.s "aman algının dozu ve yönetimine dikkat" derler "algı ortaya çıkarsa, faydasından çok, algıya baş vuran için tehlike olur " diye uyarırlar.
Konu başlığında ki, algıdan sonra ikinci kısma yani, Erdoğan alğılara ragmen,Türkiye'yi Büyütmede Demirel ve Özal'ın çok gerisin de kaldığı hususuna gelecek olursak;
Kabul etmek gerekir ki; Erdoğan 2001 krizi sonrası Ecevit, Bahçeli ve Yılmaz' dan oluşan koalisyon hükümetinin ekonomide yaptıkları yapısal reformları, bağımsız Merkez Bankası, BDDK gibi sağlam kurumların ekonomiye getirdiği bir rahatlama sonucu iktidarı teslim aldı. Erdoğan AB politikalarını da bunlara eklemleyerek ekonomik büyüme sağladı.
Nitekim Erdoğan iktidarının ilk 10 yılı Türkiye ekonomisinde ciddi büyümelere şahit oldu. 2013 yılından sonra gerek AB ile sorunlar, gerekse de ekonomiye yön veren bağımsız kurumlarımıza bakış açımızda ki değişime ve bölge ülkeleriyle sorunlarımız eklenince: o gün bu gün ekonomimiz bir türlü dikiş tutmaz oldu.
2013 yılında 12.500 doları gören kişi başı gelirimiz hemen her yıl düşerek şimdi 9 000 dolara geriledi. Sosyal yardıma muhtaç hane halkı sayımız ikiye katlandı. Çalışma çağında ki insanımızın ancak yarısı iş bulabildi. Eğitim, sanayi ve tarımda köklü reformlar yerine, betona yani inşaat ağırlıklı bir model hep vazgeçilmemiz oldu.
Evet zenginleştik ama bu çogumuz için borçla oldu, kamu kaynaklarının belirli bir kesime adil olmayan aktarımı yada ranta dayalı ekonomiyle oluştu. Gelir adaleti bu aktarımlarla iyice bozuldu Sonuç malum; kriz, küçülme ve yoksullaşma...
İşin dikkat çeken bir yönü ise, Ak Parti gerileme dönemine girdiği 2014 yılından itibaren algı yönetimi de hız kazandırdı.
Cumhuriyet'in kuruluşundan bu güne kadar bütün hükümetler Türkiye'yi ortalama %5 olarak büyüttüler.1923-1929 arası %8.6 büyüyen Türkiye, 1927-1938 arasın da kırılmayan bir rekorla %8.72 oranında büyüdü.
1950-1960'lı Menderes dönemin de %6.3 olarak büyüyen Türkiye, Demirel iktidarı olan 1960-1971 arası yıllarda ortalama %5.9, Özal'ın iktidar olduğu 1983-1989'lu yıllarda ise Türkiye %5.2 olarak büyümüştür.
2002-2022 yılları arasında Erdoğan'ın Türkiye'yi büyütme oranı ortalama %5 olarak kabul edilmektedir. Yani Erdoğan dönemi büyümemiz Demirel ve Özal'ın gerisinde olduğu gibi, ancak 98 yıllık Türkiye ortalaması olan %5 ile eş değerdedir.
Öte yandan, 2000- 2020 yılları arasın da Erdoğan kişi başı geliri 1.3 Kat artırırken, Asya, Amerika, Avrupa ve Afrika kıtalarından seçilen diğer ülkeler ne kadar artırabilmişler bir de ona bakacak olursak;
Çin : 8.1 Kat
Vietnam : 5.5 Kat
Kazakistan : 4.5 Kat
Kenya, Nepal : 3.7 Kat
Endonezya, Rusya : 3.3 Kat
Sri Lanka: 3.2 Kat
Hindistan : 3 Kat
Uruguay : 2.8 Kat
Arnavutluk : 2.7 Kat
Gine, Bolivya : 2.5 Kat
Sırbistan, Tayland : 2.4 Kat
Uganda : 2.3 Kat
Filipinler : 2.2 Kat
Şili, Kostarika, Panama, Peru : 2 Kat
Surinam : 1.9 Kat kişi başı milli gelirlerini artırmışlardır.
Bu tablodan kişi başı gelir artırımın da en düşük Türkiye ve en yüksek Çin'i dahil etmeden, 21 ülkenin kişi başı milli gelir artırım ortalamasının 2.85 kat olduğu görülecektir.
Görüldüğü gibi biz, uçtuk, uçuyoruz gibi sloganlarla uğraşırken, elin adı şanı pek duyulmamış ülkeleri boş durmayarak hem bizi sollamışlar, hemde kişi başı gelirlerini 21 ülke ortalamasıyla Türkiye'den 2.2 Kat daha fazla artırmışlardır.
Bu verilerin bize gösterdiği gerçek ise; Türkiye söylenenlerin aksine, algı yönetiminin etkisiyle gerek büyüme de, gerekse de kişi başı milli gelir artırımın da vasat bir ilerleme sağlamıştır.
Ortalama %5 büyüme ve 1.3 kat kişi başı geliri artırma da, belirli kesimler kat be kat faydalanırken, toplum geneline adil olarak yansımamış, gelir dağılımı; çalışan, emekli, esnaf ve köylü açısından, milli gelir artsa da kişi başına düşen gelir ya duraganlaşmış ya da gerilemiştir.
Konuya bir de, Şehrimiz Kahramanmaraş özelinde de bakacak olursak, "Eski Türkiye" olarak küçümsenerek lanse edilen, Demirel ve Özal hükümetleri dönemlerin de, Kartalkaya, Menzelet, Sır ve Kılavuzu barajları, Çimento ve Şeker fabrikaları, Afşin-Elbistan Termik Santralı, Üniversite ile bugün 50 binden fazla insanın çalıştığı tekstil ve dokuma sanayilerinin ve alt yapısıyla şehirleşme başlangıçlarının yine o yerilen döneme ait oldukları inkarsız bir gerçektir.
Bir başka gerçeği de göz önünde bulundurması gerekir ki; 20 yıl öncesine göre dünya da önemli mesafe alınan teknolojik gelişmelerin, 20 yıl öncesine göre hem ucuz hem de ulaşabilme imkanı eskiye göre çok daha kolay olmasıdır. Düşünsenize bir, tünel açma da kullanılan makineler dün gelişmiş ülkeler de bulunurken, bugün Dünya'nın dört köşesine yayılmış vaziyettedirler.
Vesselam, çok algı, çok konuşma yerine, çok çalışan, çok üreten, geliri de adil paylaşan bir Türkiye'ye o kadar ihtiyacımız var ki...