Önce türküler vardı milletimizin dil evinde. Sonra diğer mûsiki formları yer almaya başladı: Şarkı, ilahî, tasavvuf mûsikîsi... İnsanımız gönlünü ve kalpgâhındaki hislerini türkülerle dile getirir. Türkü, bir anlatma ve hissetme vasıtasıdır. Türkçemizin dildârı ve taşıyıcısı olarak milletleşmemizin coşkun ırmak gibi akan kaynaklarından biridir.
EVVEL TÜRKÜ VAR İDİ
Türkü ne güzel, ne sıcak bir kelime; insanı yüreğinden tutar, gönlüne ve dimağına girer. Sonra fikrine ve fiiline sirayet eder ve bir sıtma gibi yakar kavurur. Türkü Türk’e ait demektir ki, gönüllerin ve Türkçe’nin imbiğinden süzülüp meydana gelir. Bundan dolayıdır ki, edebiyatımızın manzum eserlerinden ve yüreklerde pişerek demlenen şiirlerden bestelenir. Türk Milletinin kendi adından doğan türküler diğer milletlerin mûsikîlerinde olmayan bir mensubiyet şuuru oluşturur. 14. Asra kadar yır, ır, makam, hava, ezgi olarak ifade edilen ilk millî mûsikîmiz türkü, 15. asrın başından itibaren içtimaî bir yaygınlık ve derinlik kazanarak “türkü” nâmıyla gönüllerde bir daha değişmezcesine tahtını kurar. Nasıl ki, Mevlevîler için ney’in nağmeleri Allah aşkının mânevî bir vasıtasıdır. Türkülerin nağmeleri ve onu meydana getiren bağlama da gönlümüzün sesini teganni eden hürmete şâyan bir sazdır.
“HALK MÜZİĞİ” İFADESİ TÜRKÜYE HAKARETTİR
“Türk halk müziği” ifadesi yanlıştır ve türkülere hakarettir. Bizim geçmişimizde halkla münevver arasında inanç ve kültür bakımından mahiyet farkı yoktu ki halk başka, münevver başka âlemin ezgileriyle gönüllerini şad eylesin. Derece ve incelmişlik bakımından zevk farkı vardı. “Halk müziği” ifadesi Kemalist ideolojinin Rusya ve Avrupa’dan kopya ederek sözde Türk kültürünü yeniden târif ve düzenleme plânının bir parçasıdır. Türkiye’de “Halk türküsü” ve “halk mûsikîsi” diye bir ayrım yoktur. Değişmez tek ifadeyle “Türk mûsikîsi” vardır. Millet mûsikîsidir bunu adı. Şarkılar, ilâhiler, türküler mahiyet olarak birdir. Bu adlandırma kendi içinde tarzına göre birçok kola ayrılır. Millî Türk mûsikîsinin anası ve zeminidir türkü. Mûsikî İslâmî edep ve ölçüler içinde kaldıkça bâzılarının dediği gibi haram değildir. Hz. Mevlâna’ya göre bu mânada müzik “Allah âşıkları için ruhun gıdasıdır, çünkü onda gerçek Sevgili’ye kavuşma ümidi vardır.” Dede Efendi’ye göre insanlığın ahlâkını arındıran mukaddes bir ilimdir.
TÜRKÜ TÂRİFLERE SIĞMIYOR
Gönlümüzün şifası aziz türkülerimizi gönlümden fışkıran bir aşkla türküye dair yazılarımızda çokça târif ettim. Haddimi aşmadan, türkünün târifini bin yıllık türkülerimizin müdafîi şair ve türkü ustası Ragıb Karcı’nın “Türkü Dinleme Temrinleri” adlı kitabındaki satırlara bırakmak istiyorum. Türküyü gönlümüzün ve millî kimliğimizin bir parçası olarak târif ediyor:
“NE BİZ TÜRKÜLERİ BIRAKIRIZ, NE TÜRKÜLER TÜRKÜLER BİZİ”
“Türkü yakılır, yakıldığı için de yakmak için yürek arar. Bu yürek bir pervanenin kanadı, bir aşığın sevgilisinin saçlarına takılı kalmış gönlü, bir yerlerde kapanmış bir yara olabilir. (s.9) Ne biz türküleri bırakırız ne türküler bizim yakamızı...” (s.9-68) “Türküler hem sesleriyle hem de sözleriyle ümmi ve melûldürler. İrticalî oldukları için kalbin tam aynasından çıkarlar. (s.68) Türkünün hiçbir kelam ve ahenk hazırlığı olmadan ortaya çıkmıştır. Herhangi bir bilgiye sahip olmadan ve ihtiyaç duymadan dil ve gönül hazinesinde ne bulduysa onu dışarı verir. Kalbin ümmi hâlinden zuhur ettiğinden dolayı hesabı kitabı yoktur. Îmâ eder. (s.19)
“TÜRKÜ BİR MELÂLDİR, İNİLTİDİR, ÜMMÎDİR”
Türkü bir melâl, bir iniltidir. Melâl insanın yaşadığı gam, kasavet, keder duygusunu türküyle birleştirip ortaya çıkaran cevherdir. Türkü ümmîdir ve türkünün ümmîliği bundandır. (s.90) “Türkü hesap kitap yapmadığı için hakikati dinleyicinin yüzüne vurmadan, adalet duygusunun arkasında dolaşarak yüreğine üflemek. Sonrası dinleyicinin yüreğindeki aşk atının kanat gücüne bağlı bir şeydir. (s.69) Türkü anlatılmaz, dinlemek lâzım. (s.69) Türkü dediğimiz vakıa bir mûsiki meselesi değildir. (s.89)
“TÜRKÜ AKILDAN ZİYÂDE İRFANDIR”
Türkü dediğimiz şey bize ihsan edilmiş olan Muhammedî melâli hakkıyla idrak etmemize yararsa türküdür. (s. 92) Türkü ortaya çıkarken bir şiir ve müzik bilgisi ile donanmış değildir. Türküyü yakan da türkünün kendisi de dünyayla ilgili bir talep sahibi değildirler. (s.121) Türkünün hedefi akıldan ziyâde irfandır. (s. 125) Türkü hikmeti gözetmez. Sadece olan bakar. Tasavvufta da hayatın getirdikleri, îmanımızın hayatımıza dair bize emrettikleri üzerinde hikmet aranmaz. Bu bakımdan türküler sofîdir. (s.126.) Türkü hikmetli söz söylemek için yakılmaz. Hikmet kendiliğinden yakılan ateşin, türkünün içinde vardır. (s.129)
Gönlümüzü âbad eden bu satırlardan anlaşıldığı üzere, türküler irfan dilimizin bir unsurudur. Bu muhteva başka hiçbir milletin mûsikîsinde yoktur. Türküler Türk milletinin asırlar boyunca devam eden güzel ve hakiki Türkçesidir. Türküler bağrı yanık Anadolu insanının gönül ve sevda dilidir. Türküler bağlama ile icra edilmeli. Türküleri ezgiye döken sazların ilk ceddi bağlamadır. Gönlümüz bu bağlamadan çıkan sese bir ilahî sayha gibi tutulmuş ve akortlanmış... Bundandır ki klasik türkülerimiz gibi, bağlama da yozlaştırılmadan devlet eliyle korunmalı.
EĞLENCE VE “HAZ MÜZİĞİ” DEĞİLDİR TÜRKÜLER
Eğlence ve haz “müziği” değildir türküler. Türkülerimizin çoğu tasavvuf kaynaklıdır. Tasavvuf, Müslüman Türklerin hayat ve duyuş tarzı olduğu içindir ki türkülerimizde tasavvufî duygular çokça yer alır. Türküler bir baştan bir başa Müslüman Türk milletinin duygularını, gönül âlemini, düşüncelerini, inançlarını, kahramanlıklarını beşerî ve ilahî aşkını söyler. Dinî hislerimiz, hüzün, gurbet, sosyal hâdiseler başta tasavvufî kaynaklı türkülerimiz olmak üzere bütün klasik şarkı ve ilahîlerimizde yer alır.
TÜRKÜLER TASAVVUFA DAYANIR
Tasavvufî yaşayış ve duyuşu kalplere, gönüllere cezbe ile aktaran bir güce sahiptir. Türkülerimiz öylesine derin ve iksirli nağmelerdir ki, Yûnus Emre’den, Mevlâna’dan, Hacı Bektaş-ı Veli’den ve tekke kaynaklı cümle ozan, âşık ve şairlerden beslenerek ulvî aşkın, sevdanın, itikadın, güzel amel ve kulluğun icaplarını cezbeli bir şekilde kalp ve dimağımıza düşürür. Türkülerde beşerî sevda, aşk, ölüm, gurbet, hasret, hüzün, şikâyet, yokluk, sevinç gibi hâller de dile gelir, mânevî olan da… Tekke ve dinî şiirlerimizin türkü formunda bağlamayla icrasını dinleyenler bu cezbeyi iyi bilirler.
“Azrail serime çöktüğü zaman / Kırılır kanadım kol yavaş yavaş / Mevlâm nasip etsin din ile îman / Akar gözlerimden sel yavaş yavaş / Yüksek uçar gönül yorulur bir gün / Nizam terazisi kurulur bir gün / Herkesin ettiği sorulur bir gün…” mısraları âşıkların bağlama ile söylediği tasavvufî bir türküdür. Bu türkü ecelin mutlaka geleceğini, ölümün Hak olduğunu anlatan dînî nasihattir aynı zamanda.
Ve şu türkümüz: “Daha senden gayri âşık mı yoktur / Nedir bu telâşın vay deli gönül / Hele düşün devr-i âdem' den beri / Neler gelmiş geçmiş, say deli gönül / (…) Gördüm iki kişi mezar eşiyor / Gam gasavet gelmiş, boydan aşıyor / Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor / Gel de bu dünyayı yor deli gönül / Mevlâm kanat vermiş uçamıyorsun / Bu nefsin elinden kaçamıyorsun / Ruhsatî dünyadan geçemiyorsun / Topraklar başına vay deli gönül…” Bu türkü nefsin dünyaya olan meylini kırmak istiyor. Dünyada bâki kalınamayacağı ve asıl vatanın âhiret olduğunu dile getiriyor.
“Gel ha gönül havalanma / Engin ol gönül engin ol / Dünya malına güvenme /
Engin ol gönül engin ol / Bu dünyanın halı böyle /Yalan yahşi geçer şöyle / Söyledikçe engin söyle / Engin ol gönül engin ol” türküsü bir insan-ı kâmil gibi, bize kibirlenmememizi, dünya malına güvenmememizi, alçak gönüllü olmamızı nasihat ediyor.
Bundandır ki türküler Türk milletinin vazgeçilmez sanat değeridir (ilbeyali@hotmail.com