UNUTULAN MUSUL VİLAYETİ...

.

Merhaba, değerli dostlar, değerli hemşerilerim,

Gazeteci dostumuz sevgili Mehmet Taş kardeşimiz, benden kendi gazetesinde köşe yazıları yazmamı arzu etti. Güzel bir hizmet verdiklerini takip ediyordum. Özellikle Milli, manevi ve Türk Dünyası konularında oldukça duyarlılar. Kısmet olur ise, zamanım ölçüsünde sizlere ilgili ve uzmanı olduğum konularda yazmaya çalışacağım. Umarım faydalı oluruz. Aşağıdaki ilk yazıyı, son derece güncel olan Musul-Kerkük konusunda bazı bilinmeyen konulara ayırdım.

Bu vesile ile tekrar merhabalar. Hepinize sağlık ve esenlikler dilerim.

Sevgi ve selamlarımla…

UNUTULAN MUSUL VİLAYETİ...

  Son yıllarda, özellikle de son günlerde, Kerkük üzerinde yoğun tartışmalar ve oyunlar sergilenmektedir. Oysaki mesele sadece Kerkük ile sınırlı değildir. Bunun böyle algılanmasının sebebi de belki, biz Milliyetçi takımın uzun yıllardır o coğrafya’yı Kerkük’ün şahsında özdeşleştirmemiz, belki rahmetli Abdurrahman Kızılay Ağabeyimizin, “ Altun hızma mülayimi” yada “Mum kimi yanan Kerkük” horyatlarının etkisiyledir…

Ancak durum, sanıldığından da geniş ve derindir. Yazı içerisinde görülecektir ki, Kerkük ne kadar “Türk’se”, başta Musul, Erbil ve Süleymaniye olmak üzere, Irak’ın kuzeyinde kalan çok büyük bir bölge ve şehirler de Türk’tür ve inşallah ta “TÜRK KALACAKTIR”.  Yine üzerinde son günlerde oyunlar oynanan ve işgal hesapları yapılan. Tuzhurmatu, Altunköprü, Mendelli gibi Türkmen yerleşim bölgeleri de bin yıldır Türk topraklarıdır…

Esas konumuza gelecek olursak: 1.Dünya harbi sonunda, Irak’ta 2 büyük Vilayet bulunmaktaydı. Musul Vilayeti ve Basra Vilayeti. Daha güneydeki Bağdat ve diğer şehirler de ayrı biçimdeydiler.

Musul, Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı sırada Osmanlı Devleti’ne bağlıydı. İngiltere, her zamanki petrol kokusu aşkı ve emperyal hislerle, Mondros Antlaşması’nın 7.Maddesini bahane ederek antlaşmanın imzasından hemen birkaç gün sonra Musul’u işgal etti. Millî Mücadele’nin zor şartları altında o zamanki TBMM Hükümeti bu bölgeyle ilgilenemedi.

Daha sonra, biraz kendine gelince,  Türkiye, Lozan Konferansı'nda Musul ve Kerkük'ün Misak-ı Millî sınırları içerisinde yer aldığını söyleyerek İngiltere'den Musul'un kendisine bırakılmasını istedi. İngiltere, bu bölgenin Milletler Cemiyeti'ne götürülmesi kararlaştırıldı.

Musul sorununun çözümlenmesi için İngilizlerle ilk kez 1924 yılında İstanbul'da Haliç Konferansı'nda görüşmeler yapıldı. Bu görüşmelerde İngilizler'in Musul Vilayeti'nin yanısıra Hakkari'yi de talep etmelerinden ötürü anlaşmaya varılamadı.

Bunun üzerine, 1926 yılında Musul Sorunu Milletler Cemiyeti'ne götürüldü. Sorun burada da çözümlenemeyince Yüksek Adalet Divanı'na verildi. Burada da olumlu bir sonuç alınamadı. Nihayet, İngilizlerle Ankara'da bu konu üzerinde yapılan görüşmeler bir anlaşma ile sona erdi.

Sonuç olarak 5 Haziran 1926 tarihinde Ankara Antlaşması imzalandı.

Birçok maddesi bulunan 1926 Antlaşması’nın biz, konumuzla ilgili 2 önemli maddesini inceleyelim;

Bunlardan birincisi, Kerkük Petrollerinin de içinde yer aldığı Musul Vilayeti Petrol gelirleri hakkındadır. Adı geçen antlaşmanın 14.Maddesine göre, Irak anılan bölgeden elde edeceği petrol gelirinin %’ de 10’unu 25 yıl süreyle Türkiye’ye Devlet Hakkı (Royalty-Hükümranlık) olarak ödeyecektir. Zira o yıllarda Irak’ta İngilizlerin de ortağı olduğu şirketin adı bile TürkPetrol’dür (Turkish Petroleum)…Bu arada, Irak’ın petrol zenginliğinin % 60 kadarı da bu bölgededir!..

Irak, bu Antlaşmaya bağlı olarak,1927’den 1931 yılına kadar 4 yıl süreyle Türkiye’ye bu ödemeyi yapmıştır. Bu tarihten sonra, gerek Irak’taki siyasi sorunlar, gerekse de bildik İngiliz oyunları sebebiyle bu ödemeler yapılmamıştır. Yine kuvvetle muhtemel, İngilizlerin uydurmasıyla, güya Türkiye o tarihlerde 500 bin İngiliz Sterlini alarak bu alacağından vaz geçmiştir. Bu külliyen uydurma bir senaryodur. Çünkü adı geçen yüklü miktar alacağın miktarı, o yıllarda bile yıllık 500 bin Sterlini aşmaktadır. Ayrıca, bu konuyu 1994-2000 yılları arasında başında bulunduğum BOTAŞ Petrol İşletmeleri ve Botaş Vakfı Başkanlıklarım esnasında derinlemesine inceleme ve araştırma imkanı buldum.

En baştan şunu söyleyeyim, bu bahse konu, “ ödendi ve alacak kapandı” denilen ödemeyle ilgili Devlet veya uluslararası kurumlarda her hangi bir evrak bulunmuyor. Ne yazık ki, başta bizim bir kısım sorumsuz medya olmak üzere, hiç araştırma gereği duymadan, sanki bu doğruymuş gibi yayınlar yaptılar, halen de yapıyorlar.

Konuyla ilgili kurduğumuz ekiple yaptığımız çalışmalarda: Anamızın ak sütü gibi helal olan ve günümüz değerleriyle “ milyar dolarlar “ mertebesinde alacaklarımızın halen geçerli olduğunu gördük.

Bu resmi alacağımızla ilgili olarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümet Bütçelerinde 1956 yılına kadar “ harici alacak “ olarak yer almış, 1986 yılına kadar da, yine aynı bütçe kalemleri içinde “ 1 TL “ sembolik alacak olarak yer almıştır.

Yaptığımız araştırmalar sonucunda ilginç bulgulara da ulaştık. 1986 yılında dönemin Başbakanı merhum Turgut ÖZAL’ın Irak’a yaptığı resmi ziyaret esnasında; Saddam Hüseyin, bu konuyu dile getirmiş ve Özal’dan, bu alacak meselesinin bütçe kayıtlarından çıkarılmasını talep etmiş, Merhum Özal’da kıvrak zekasıyla, heyetinde bulunan yetkililere dönerek “ bu mevzuyu halledelim “ demiştir. Ancak, bu sadece o an söylenmiş muğlak bir cümle olup, ne seyahat dönüşlerinde ne de sonrasında resmi her hangi bir işlem yapılmamıştır. Sadece o yıldan itibaren resmi bütçeye “ sembolik 1 TL  alacak “ ifadesi konulmamıştır.

Takdir edilir ki, uluslararası bir antlaşmadan doğan ulusal bir alacak,  yalnızca “ bu mevzuyu halledelim “ sözüyle ortadan kalkmış olamaz.

Konuyla ilgili geliniz bir de hesap yapalım;

Irak’ın günümüzde günlük  hampetrol üretim kapasitesi 4 milyon varil civarındadır. Bunun yaklaşık 2/3’ü bu bölgeye aittir. En kötü durumda yarısını hesaba katsak bile bu miktar yıllık 750 milyon varil petrol demektir. Antlaşmaya göre Türkiye’nin her yıl Irak’tan yaklaşık olarak 75 milyon varil ham petrol alacağı tahakkuk etmektedir. Alacağın 4 yılı ödendiğine göre, geriye kalan 21 yıla ait Türkiye’nin Irak’tan toplam yaklaşık 1,5 milyar varil eşdeğeri bir alacağı mevcuttur. Bu da neresinden baksanız; yıllar içerisinde çok yükselişler yaşamış olsa da, günümüzde 50 Dolar/varil hesabıyla yaklaşık olarak 7,5 milyar Doları bulmaktadır. Bu bedele herhangi bir uluslararası yıllık faiz vs. dahil edilmemiştir.

Faizsiz bile bu kadar yüksek miktarlara ulaşan alacağımız, finansal olarak altına yada dolara endeksli yapılacak olursa, çok daha fazla meblağlara ulaşacaktır.

Durumun böyle olmasına rağmen, gerek daha önceki yıllarda gerekse de 90’lı yıllarda zamanın kısa süren hükümetleri ne yazık ki, hayati öneme haiz bu konuda gerekli hassasiyeti göstermemiştir. Konu halen “ çözümsüz konu “ statüsünde durmaktadır. IMF kapısında 1 milyar dolar için bile beklediğimiz günleri düşündüğümüzde, konunu önemi bir kat daha artmaktadır. Bu konuda bir hakkı da teslim etmek durumundayız; Geçmişte bir dönem Başbakan Yardımcılığı da yapan, dönemin Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı sayın Hikmet Uluğbay, bu konuyla yakından ilgilenmiş, bizim çalışmalarımıza da yakın ilgi göstermiş, fakat her ne Hikmet’se !..Bakan’ın bu girişimleri yarım bıraktırılmıştır. Sayın Uluğbay bu konuya daha sonra yazdığı kitabında yer vermiştir.

1926 Ankara Antlaşması’nın bir diğer maddesi ise 5.inci maddedir. Özellikle günümüzde çok güncel olan “ Irak’ın toprak bütünlüğü “ maddesidir. Son günlerde 82..83…84 gibi plaka rakamları verilerek biraz magazinleştirilip, sulandırılan konu bu maddeye dayanmaktadır.

İlgili maddede “ Anılan bölgenin kesinliğini ve bozulmazlığını kabul ederek, bunu değiştirmeyi amaçlayan herhangi bir girişime geçmemeyi “ kabul etmişlerdir, denilmektedir. Bir başka deyişle, anılan bölgelerde herhangi bir statü ( devlet vs.) değişikliği olması durumda, eski statüye dönülür, yani Musul Vilayeti tekrar Türkiye’nin hükümranlık sahasına girer, anlamına gelmektedir. Bu konuda çok sayıda benzer görüş mevcuttur. En çarpıcı olanı da meşhur tarih Profesörü İlber Ortaylı hocamıza ait olanıdır. Hoca, bu konuda çok kesin bir dille Türkiye’nin haklarının var olduğunu ifade etmektedir.

Sözün sonunu şöyle bağlayalım ;

Yeterki, milli ruh ve heyecanla haklarımızın peşinde olalım. Milli ve vicdanı adımları atabildiğimiz takdirde, başta oralardaki Türkmen Kardeşlerimiz olmak üzere, bölge daha huzur ve refaha kavuşacaktır.

Sağlıcakla kalınız

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Yazarlar Haberleri