İktidarların varlık sebeplerini saydığınızda, yaşam tarzınıza, yaşadığınız yere, uğradığınız haksızlığa, çektiğiniz sıkıntıya veya müreffeh yaşantınıza göre bir sıralama yapmanızdan doğalı olamaz. Ama genel olarak “güvenlik”ten sonrasına “ekonomi”yi koymanız da kaçınılmazdır. Demokratik haklar bile, nedense ekonomiden sonraya konur.
Türkiye’de 87 yıldır bütün bunları veremeyen iktidarlar gördü.
Çoğu güvenliği sağlayamadı.
Ya güvenliği bozan bizzat kendisi oldu ya destek verdiği darbeciler güvenliğimizi tehlikeye düşürdü ya da besledikleri terör örgütleriyle hem güvenliğimiz hem huzurumuzu kaçırdılar.
Temel hak ve özgürlükleri bugüne dek “lüks” gören çok iktidar gördük.Hatta “tek parti” dönemi denen cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak, 1950’li yıllara kadar “gıdım gıdım” vermeyi bile çok gören, olanı almak için canını dişine takan bir yapıyla karşılaştık.En temel yaşama hakkını ya darağaçlarında ya bombaların gürültüsü arasında kaybetmeye çalıştılar.Yaşama hakkından sonra gelen “inanç” ise Türkiye’de hep sorun oldu.
Hangi dinden, hangi mezhepten olursanız olun, sizin inandığınız değerler ibadetinizi belirlemeye yetmedi, iktidarların zulmünden arta kalanlarla idare etme zorunluluğunu yaşadık.
Ve ekonomi…
Ekonominin hep iki yönü oldu; birincisi devletin kasası, ikincisi vatandaşın kesesi…
Ya da başka türlü de iki yönü oldu; mutlu azınlık, mutsuz çoğunluk…
Rahmetli Özal bir de “Ortadirek” çıkardı ki, sonradan baktık “mutsuz azınlık” denen kesimin tamamını kapsayan bir kavramdı ortadirek denilen kesim…
Devletin ekonomisini bitiren, kasasını boşaltan çok etken vardı.“Yönetememe”den sonra gelenler, “verilen ödünler”di.Bazen bütçenin tamına yakını “bir hiç yerine” verilen savaşa harcanırdı.Bir taraftan terör örgütleri beslenir, diğer taraftan onla mücadele etmek için hazineler feda edilirdi.
Bir diğeri “güç savaşı”ydı ki, bu genellikle gizli kapaklı yapılır, “elimdeki güç gitmesin” diyen devletin içindeki çeteler, palazlandırdıkları terör örgütlerini hem yok etmeye, hem diri tutmaya uğraşırlardı.Doymadıklarında ise darbe yapar, tüm hazinenin üzerine oturur, zıkkımlanana kadar da gitmezlerdi.
Bütün bu dönemlerde eğitime yapılan harcama ile silaha ayrılan bütçe arasında korkunç bir uçurum olurdu.Bütün bu dönemlerde sağlığa yapılan harcamayla da silaha ayrılan bütçe kıyaslanamazdı.
Maaş zamları gündeme geldiğinde ortalığı ayağa kaldıran iktidarlar, söz konusu silah bütçesi olduğunda “koltuklarından korktuklarından” derhal kesenin ağzını açar, hazinenin kasasını boşaltırlardı.
Her iktidarın korkusu, milletin ne diyeceği değil, “derin devletin” nasıl tepki göstereceğiydi.
İşçiye, memura ve emekliye verilen üç kuruş zammın kaynağı da ürünlere yapılan zamlardı.Bazısı bunu da beceremez, ülkede ürün kalmaz, halk gecenin bir yarısı yarım kilo çay almak için kuyruğa girerdi.
Ve derken “halkın iktidarı” sloganıyla göreve gelen AK Parti dönemi…
AK Partiyle birlikte birçok şey tersyüz edildi.
Ezberleri bozduk.
Demokratik haklarda önemli kazanımlar sağlandı.
Devletçi yaklaşımdan, halkçı yaklaşıma dönüldü.
Bütçe iyi idare edildi, buna karşın eğitim ve sağlığa önemli yatırımlar yapıldı.
Ülke duble yollarla donatıldı, ilk kez gördüğümüz birçok yatırım bu dönemde geldi.
IMF’nin kapısında takla atan iktidarlara karşın IMF’ye borç verecek hale geldiğimiz söylendi.
Doğrusu her şey iyi hoştu da cebimiz boştu.
Eskiden temel hak ve özgürlükleri gıdım gıdım vermekten imtina edenlere karşılık, bu defa hak edilen maaş zammını vermekten imtina eden, gıdım gıdımı bile çok gören bir iktidarla tanıştık.
“Değişen ne” diye düşünmeden de edemedik.
Eskiden hem maaş zamları verilmez, hem temel hak ve özgürlükler çok görülürdü.
Şimdi, temel hak ve özgürlüklere gösterilen hoşgörünün tamamını maaşlardan çıkaranlar geldi.
Üstelik PKK’yla yapılan mücadelenin faturasını, Suriye’den gelen mültecilerin ağır bedellerini, afetlerin boşalttığı kasayı da vatandaştan çıkaranlar geldi.
Oysa biz vergilerimizi verirken, her şey için veriyoruz.
Deprem için de, sel için de…
Bütün bunlara karşın, her doğal afette, dört bir yanımızı kuşatan kampanyalarla acıları birlikte dindiriyoruz.Yani vergilerimizle yeniden ihya olan bir Marmara, bir Van değil, “bağışlarımızla” ayağa kalkan yerleşim yerleri görüyoruz.
Buna rağmen de AK Parti, 4. Olağan kongresini yaptığı gece, TBMM’nin açıldığı gün, halka kazık atmaktan çekinmedi.
Akaryakıtla başlayan, elektrikle ve doğalgazla devam eden zam furyası, bunlarla bağlantılı her şeye yansıyacak.
Ve işçi ve memur ve emekli ise yine “avucunu” yalayacak.
87 yıldır bu ülke yönetilemiyordu,
87 yıldır bu ülkede mutsuzlar sınıfı hiç değişmedi.
87 yıldır bu ülkede iktidarların “beslemeleri” oldu, sizde de bu kural değişmedi.
Farkınız ne, partinizin adıysa eğer; “adalet” güzel, “kalkınma” güzel de vatandaşını kalkındırmayan bir iktidardan kime ne?
Ülkenin ekonomisini dünyanın birincisi yapsanız da, vatandaş cebine bakacak, sizin cebinize değil!
Twitimden seçmeler
Fakir olmak, şerefsiz olmaktan daha küçük bir meseledir. (Kızılderili atasözü)