Türkiye’nin varlığı noktasından içinde bulunduğumuz asrın ve ileri zamanların tehlikelerinden birinin de vatansızlık olduğunu millî şuuru en zayıf zümreler dahi fark etmiştir. Bizim esef ettiğimiz, vatansızlık düşüncesini “milletim nev-i beşerdir vatanım ruy-i zemin” şeklinde felsefî ve ideolojik anlamda işleyen sol hümanist-liberal elitlerin yanında Fetö ve benzeri aidiyetsiz tercüme İslâmcılardır. Millet aidiyeti zayıf olan sözde İslâmcı geçinen, fakat gerçek mânada Kur’an, Sünnet ve millet şuuruyla İslâmcı olmayan bu zümreye şu soru sorulduğunda cevap veremezler: Vatansız ve millîsiz İslâmcılar hadimülharameyn olan ve müslümanla aynı mânaya gelen Türkler sizin neyiniz olur?
Vatan, millet ve din birdir Türklere
Mütefekkir Nurettin Topçu “Yarınki Türkiye” sinde Türkler için “millet, vatan ve din ya da Türk, Türkiye ve İslâm söz konusu edildiğinde biri diğerlerinden bağımsız olarak görülebilir değildir.” diyor ve vatan fikrini ciddiye almayan millîsiz İslâmcıları (gerçek İslâmcı sıfatına haiz olmayanlar) tenkit eder: “Bu hakikatten gâfil olan memleket çocuğu, zaman zaman (…) vatandan ayrı İslâmcılık, yine vatan toprağından kaçan Turancılık gibi bedenden ve kalpden ayrılmış sevdalar peşinde koşmaktan yorulmuş, aldanmış ve memleket mukadderatını her biri bir devirde aldatmıştır. İslâmcılar bu memleket çocuğunu yetiştiren emek ve toprağın hakkını inkâr ettiler. Coğrafyanın (…) millet varlığının iskeleti olduğunu, İslâm’ın da ona hayat verici ruh olduğunu, ruhun bedenden, bedenin de ruhdan ayrılamayacağını düşünmediler…”
Vatansız İslâmcıların, “dinine müdahale edilmeyen, namaz kılabildiğin, Müslümanlığını yaşayabildiğin, ticaretini yaptığın her yerde hayat sürdürülebilir” anlayışı büyük bir yanlış ve ifsad edicidir. Bu zümrenin “Müslüman devletsiz ve vatansız olarak yaşayabilir, taat, ibadet ve kulluk önemli…” şeklindeki iddiası toplumda rağbet görmese de kafası karışık çevrelerde, Fetö ve benzeri sözde gruplarda sinsice işlendiği biliniyor. Daha da ileri giden bu zümre “Türk tarihini İslâm adına eleştiriyoruz” diyerek Selçuklu ve özellikle Osmanlı dönemlerinde “devlet” ve “vatan” kavramlarının hâkimiyet ve sömürü vasıtası olarak kullanıldığını iddia ettiler ve düşmanca tavır takındılar.
Fetö mensupları başta olmak üzere bir kısım sözde İslâmcıların vatan kavramını siyasî, medenî, yâni din ü devlet mülk ü millet mânasında değil, yaşayıp karnının doyduğu, işinin olduğu, menfaatinin ve ticaretinin bulunduğu yer mânasında kullanarak nice insanları ifsad ettikleri, vatan kavramının zemini olan din ü devlet, mülk ü millet şiarını hiçe saydıkları ve bu kavramları önemsizleştirmeye çalıştıkları herkesin malûmudur.
Kafa karıştıranların istismarını önlemek için belirtelim; bizim doğru bilip anlattığımız vatan anlayışının Kemalist Cumhuriyetin ulusalcı, seküler vatan anlayışıyla, dahası Batı’dan kopya edilen vatan târifleriyle hiçbir benzerliği, mahiyet ve zemin birliği yoktur. Bilakis muarızıdır.
Müslümanlar için vatanın anlayışının en temel ölçüsü ‘Darül-İslâm’ kavramıdır. Bunun inkârı ve tevili mümkün değil. İslâm’ın ilk yıllarında dâvet ve eğitim faaliyetleri Mekke’de İslâmiyeti ilk kabul eden sahabelerdenEbi'lErkam'ın evinde, yâni darülerkam’da yapıldığı için bu eve “darûl-İslam” “Beytü’l-İslâm denilmiş.
Diyanet İslâm Ansiklopedisi’nden öğrendiğimize göre “vatan” kelimesi Kur’ân’da geçmiyor. Yurt, vatan anlamında “ed-dâr” ifadesi kullanılmaktadır. Dâr ve çoğulu diyâr hem âhiret yurdu, hem dünya yurdu, ülke, vatan mânasındadır. Beled ve çoğulu bilâd, yâni ülke demektir. Hadislerde vatan ve mevtın kelimeleri yerleşilen mekânı anlattığı gibi “bir yere yerleşmek”, “karar kılmak”, “bir amacı, bir niyeti içine yerleştirmek”, “kafasına koymak” ve” bir davranışı karakter hâline getirmek” mânalarına da geliyor. (İslâm Ansiklopedisi, cilt:42, s. 563)
Vatan Allah’ın hükümlerinin uygulandığı yerdir
Aynı kaynağa göre Mekke fetihten önce dar’üş-şirk, dar’ül-küfür, dar’ül-harb olarak nitelendiriliyordu. Müslümanlar ve hususen Türkler için vatan Allah hükümlerinin uygulandığı yerdir. Müslümanlar için (Türklerde bu inanç en yüksek seviyededir) canıyla ve malıyla vatanı korumak, cihat etmek farzdır ve imanın gereğidir.Darülharp şartlar geçicidir. Müslüman, darülharp olan şartları darülislâm hâline getirmekle mükelleftir.
Vatan kavramını İslâmî mânasından kopararak sadece yiyip içilen, barınılan toprak parçasına indirgemek, din ü devlet, mülk ü millet kimliğini önemsememek demektir. Sözlüklerden öğrendiğimize göre “vatan” Arapça bir kelime olup Türkçeye geçmiştir. “Vatâne” fiilinden bir isim olup, yerleşmek, ikâmet etmek, yurt edinmek, kendisini alıştırmak anlamına gelir. Ehlinin bildiği mevzuu biz de nakledelim. Mekke müşriklerinin tahakküm ve zulmü artınca Peygamber Efendimiz tebaasına, zulüm yapmayan bir kralın yönettiği Habeşistan’a hicret edilmesini buyurur. Bu ülke için “doğruluk ülkesi” ifadesini kullandığı rivayeti var.
Âlimlerin görüşüne göre “doğruluk ülkesi” kastedilen mâna İslâm ahkâmının geçerli olduğu bir ülke mânasına gelmiyor. Allah’ın emirleriyle müesseseleşen bir adalet ve doğruluk değil, insanlara zarar vermeyen bir doğruluk üzere olan idare anlamına gelmektedir. Günümüzde vatansız İslâmcıların istismar ettiği “Doğruluk ülkesi” denilen Habeşistan’a hicret hâdisesinin İslâm’ın târif ettiği vatan kavramıyla hiçbir alâkası yok. Bütünüyle çarpıtma ve zihinleri bulandırmadır. Müslümanlar için böyle bir vatan yahut ülke yoktur. Çünkü Mekke’den uzaklaşmak zorunda kalan Peygamber Efendimiz sahabesiyle Bedir’de Mekke müşriklerine karşı harp etmiştir. Mekke’nin darüislâm hâline gelmesine, yâni Müslümanların ahkâm ve nizamının geçerli olması gerektiğine vahiyle yoluyla inandığı için.
Peygamber Efendimiz Mekke’den ayrıldığında, “Vallahi sen Allah’ın yarattığı yerlerin en hayırlı, Allah katında en sevgili olanısın. Senden çıkarılmamış olsaydım çıkmazdım. Bana senden daha güzel, daha sevgili yurt yoktur.
Kavmim beni, senden çıkarmamış olsaydı çıkmaz, senden başka bir yerde yurt yuva tutmazdım” demesinin ulvî ve dünyevî anlamını vatansız İslâmcılar görmezden geliyorlar.
Ömer Nasuhi Bilmen’in tefsirine göre, Allah, Peygamber Efendimiz’e: “Elbette o Kur’ân’ın tebliğini üzerine farz kılan Allah, seni yine döneceğin yere döndürecektir.” (Kasassûresi, 85, âyet) Peygamber Efendimiz’in döneceği kastedilen yer Mekke’dir. Anlıyoruz ki ilk Müslümanlar için vatan dinini serbestçe yaşayacağı yer “doğruluk ülkesi” denilen Habeşistan değil, Mekke’dir. Türklerin şiârı: “Hubbül vatan minelîman”
Endişemiz şudur: “Ümmet” fikrini hem muhteva, hem sistem bakımından yozlaştıran, modernist bir tavra sahip, dahası “diyalog”, “sözleşme” gibi düşüncelerle liberal ve kozmopolit bir zemin üzerinde duran bir kısım İslâmcıların Türk Devleti’nin önemini ve “vatan” mefhumunu hafife almaları, özellikle 90’lı yıllarda başlayarak yakın zamanlara kadar zihinleri bulandırmalarıdır.
Vatansız yaşamak, Müslümanın, hususen Türklerin tabiatına aykırıdır. Bu inançtan dolayıdır ki Türklerde vatan sevgisi mukaddes olup, vatan hainliği en ağır suçlardandır. “Allah kimseyi dünyada vatansız, ahrette imansız etmesin” sözü Türk milletinin derûnundan fışkırır. 1918 İstanbul işgalini yaşayan Süleyman Nazif’in "Vatan sıhhate benzer, değeri kaybedilince anlaşılır" demesi yine bu inancın tezahürüdür.
Âlimlerin yazdıklarına göre hadis olmayan, fakat âyet ve hadislerin ulvî cezbesiyle söylenegelen “Hubbül vatan minel iman / Vatan sevgisi imandandır” sözü İslâm’ın hâmisi ve bayraktarı olan Türkler tarafından mukaddes bir söz gibi idrak edilir.
Sözün özü: MehmedÂkif’in mısralarıyla “Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Huda / Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ…” diyen Türkler vatansız yaşayamaz ve uğurda her şeyi göze alırlar.