Her gün birilerinin size “Ya Ömer, Allah’tan kork, ölüm var” demesi gerekir mi, bunun için birini parayla tutmak mı lazım?
Her gün etrafında dönen birilerinin, sizin aslında fani ve aciz bir canlı olduğunuzu söylemesine gerek var mı?
İnsanlara kötülük etmemek için, “üç günlük dünya” uyarısında bulunmak ve dünün geçtiğini, yarınına varıp varmayacağınızın bilinmediğini, elinizde olanın o gün olduğunu ve “dem bu demdir” diyecek başka bir deminizin olmadığını da hatırlatmaya gerek var mı?
Ne kadar güçlü olursanız olun,
Ne kadar sağlıklı bir yaşam sürerseniz sürün,
Ne kadar mala ve mülke sahip olursanız olun,
Hepsinin bir anda gidebileceğini, illa birileri hatırlatmalı mı?
Eskiden padişahların soytarısı, sadece “yağcılık” yapmazdı; “Padişahım senden büyük Allah var” da derdi. “Ölüm var, unutma” diye o beklenen günü de hatırlatırdı.
Şimdiki soytarıların “Senden büyük yok, sen var ya sen…” diye başlayan ve sonu gelmeyen övgüleri, o kutlu güne kavuşmayı engellemiyor.
Eğer dünya ebedi bir yer olsaydı, insanlar hiç yaşlanmasaydı, hiç takatten düşmeseydi, hep güçlü kalsaydı ve hiç ölüm olmasaydı; kim kimi ezerdi, bilmiyorum…
Allah’tan korkun…
Kuldan utanın…
Ve asla ölümlü olduğunuzu aklınızdan çıkarmayın…
Bugün sahip olduklarınız, yarın elinizden gidebilir ve siz ne olduğunu bile anlamazsınız.
Bugün güç elinizdedir; astığınızı asar, kestiğinizi kesersiniz; bir çelme atarsınız, yedi takla attırırsınız, dilediğinize…
Ama “Kelin de bir sahibinin olduğunu” unutmamanız gerekir.
Bütün makamları doldurmak,
Yedi sülalenin geleceğini garanti altına almak,
Bütün ihaleleri kapmak,
Bütün kaleleri zapt etmek, sizi kurtarmaz…
Sizi kurtaracak olan, ötelere gönderilecek mesajdır.
Güzel mesajlardır, “iyi bilirdik” diyenlerin olmasıdır.
Hoş bir sadâdır belki, bu gök kubbede…
Nefret tohumu ekmek değildir, yüreklere sevgi aşılayabilmektir.
Bir güzel sözdür, bir tatlı dildir, bir hoş bakıştır, bir içten gülüştür…
Parayla değil bunlar…
Makamla değil, servet ödemeniz gerekmiyor, taş atıp yormuyorsunuz kolunuzu…
Ama kötülük için çok uğraşıyorsunuz…
Çok kumpas kuruyorsunuz, çelme atarken yoruluyorsunuz, ince ince hesaplar yaparken çok ter döküyorsunuz, kimin ayağını kaydıracağınızı ve hangi yakınınızı, hangi ortağınızı getireceğinizi hesaplarken, çok enerji sarf ediyor ve yaşayamıyorsunuz bile…
Zengin olarak yaşadığınızı sanıyorsunuz…
Makamlara kavuşarak da iyi bir yaşam elde ettiğinizi düşünüyorsunuz…
Atadığınız her yakınınızın, sizin kurtarıcınız olduğuna inanıyorsunuz…
Ayağınızı kaydırdığınız her kişinin, sizin önünüzü açtığınızı sanıyorsunuz.
Kazanırken kaybediyorsunuz, farkında değilsiniz.
Lime lime dökülüyorsunuz, pul pul eriyorsunuz ve hiç düşmemeniz gereken gözlerden patır patır düşüyor, çatır çatır çatırdıyorsunuz…
Ve ölüyorsunuz, yaşarken…
O kutlu günü beklemeden yaşayan ölüler arasında yer alıyorsunuz, herkesi öldürdüğünüzü sanarken…
İyisi mi, Hazreti Ömer’i düşünün…
O güçlü, o kuvvetli, o azametli yüce sahabeyi (ra)..
Halife seçildiğinde ilk işi nefsine yenilmemek için tedbir almaktı.
Parayla adam tutmuştu, kendisine ölümü hatırlatacak…
“Ey Ömer!” diye seslenirdi her gün, o dam;
“Allah’tan kork!” derdi ve devam ederdi, “Ölüm var!”
Elbette o yüce sahabi(ra), ölümün olduğunu biliyordu, Allah’tan korkması gereken makamdaydı da zaten…
Ama dünya malı tatlıydı…
Makam şirindi…
Ve güç, insanın gözünü kör ediyordu…
Nefse yeni düşmek, şatafatla gözü kararmak mümkündü…
Her gün, o adamın kendisine ölümü hatırlatması ve Allah’tan korkması gerektiği uyarısında bulunması için para öderdi cebinden…
Ta ki, saçlarına ak düşene kadar…
İşte o zaman “artık sana gerek kalmadı, bana ölümü hatırlatan aklar var” diyerek saçlarındaki akı gösterdi…
Şimdi ne ak size ölümü hatırlatıyor, ne her gün gittiğiniz taziyeler, ne mezarlıklar, ne afetler, ne de hastalıklar…
Elbet hatırlayacağınız gün gelecek ve o gün “keşke hiç olsaydım” diyerek, hep ulaşmak istediğim makamın özlemini duyacaksınız…
Ama orada siz değil, sizin ezmeye çalıştıklarınız bulunacak, kim bilir…
Tweetimden seçmeler
Belki de hikâyelerin en güzel yanı, hep yarım kalan bir şeylerin olmasıydı...