“Şehir idrak ve irfanından henüz uzak bulunuyoruz. Yâni bilinmez bir zamana kadar bu kasvet ve dehşeti yaşayacağız!
Metin Acıpayam: Yaklaşık bir asırdır medeniyet krizi yaşıyoruz. Tahrip olmayan müessese ve fikrimiz kalmadı nerdeyse… Terkip maharetimizin kaybolmasıyla beraber, tefekkür mecrası da kurumuştur. Kuruyan tefekkürle beraber, his ve idrak edemeyen “aydın” profili çıkmıştır. Bu yeni “aydın” tipi, “ucuzculuğun” zirve şahsiyetidir. Herhangi bir meselede orijinal bir cümlesi bulunmayan, tek mahareti “bilgi ezberciliği” olan, bu noktadan sonrada “kitap yüklü merkep” terkibine uyan bu tipler sayesindedir ki, şehircilikle alakalı tek müsbet gelişme sağlanamıyor. Bu menfi hal üzerinden “nerede bizim şehrimiz?” diyelim. Bu suali şahsınıza yöneltelim.
Yahya Düzenli: Hiç şüphesiz, bu soru “bize ait” bir şehrimiz olmadığına vurgu yapıyor. Bizim olmayan şehirlerde istif edilmiş insanları yaşadıkları yerin “yaşamaları gereken yer” olduğuna inanmaya mahkûm edenlerin isimleri, sıfatları, renkleri, iddiaları, partileri değişse de “değişmeyen” bir icraatları var. O da: “Sizi asla insanca bir şehirde yaşatmayacağız!”dır. Tanzimattan Cumhuriyete, Cumhuriyetten bugüne, böylesine dehşetli bir gerçeği ‘toplumsal anestezi’ altında hissetmemeye bizi mecbur ve mahkûm ediyorlar! Kimler mi? İktidar sahipleri, şehir yöneticileri, şehir plancıları, mimarlar, müteahhitler ve bütün bunlara rağmen tepki vermeyenler! Hepsinin tek bir ortak paydası var: Şehvete dönüşmüş rant iştahı! Şehirlerimizde “korku ve kasvet duygusu”nu “büyük refah ve ümid”e dönüştürecek, “selîm zevk” ölçüsüyle “yeni bir şehircilik manâ ve şahsiyeti getirecek” insan, idrak ve kadrodan ne yazık ki yoksunuz!
Üstad Necip Fazıl’ın “büyük şairlerin farkında olmayarak, bazı mütefekkirlerin de bile bile haber verdikleri ve dehşet belirttikleri bu büyük şehir vakıası” dediği türden bir dehşeti yaşayan şehirlerimizin geleceğine ilişkin bir ümid henüz yok! Böyle bir ümid olabilmesi için lazım gelen “şehir idrak ve irfanı”ndan henüz uzak bulunuyoruz. Yâni bilinmez bir zamana kadar bu kasvet ve dehşeti yaşayacağız!
Metin Acıpayam: Şehir ve fikir münasebeti kurulmadığı zaman alternatif yeni şehirler ya da “malzeme siloları” kuruluyor… Buradan hareketle ne söylemek istersiniz?
Yahya Düzenli: Okuduğumuza inanalım mı? 89 yıllık Cumhuriyet yeni şehirler kuramadı ama habere bakılırsa Çevre ve Şehircilik Bakanlığı “yeni şehirler” kuracakmış (!) Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yeni şehir tasarımı her ne ise, o tasarımlarla mevcut şehir haritamız bir kez daha ifsat edilecektir. “Yeni şehir kurma” büyük bir iddia. Bu iddiayı ortaya atanın ya çıldırmış olması lâzım ya da bütün hazırlıklarını tamamlamış, tarih-kültür-medeniyet ve şehir idrakiyle devrim çapında bir hamleye girişmiş olması lazım. Biz matematik bir kesinlikle ifade ediyoruz ki; eğer böyle bir iddiaları varsa (ki Bakanlığın yaptığı açıklamada öyle deniliyor) çıldırmış olmaları lâzım. Bakanlığın Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü tarafından yapılan açıklamada“Stratejik mekansal planlama ile alternatif şehirler kurulacağı”nı belirtilerek,“Türkiye’nin yeni cazibe merkezlerini planlamak için düğmeye bas”ıldığı, “makro ölçekte yapılacak planlama ile yeni şehirler, limanlar ve cazibe merkezleri kurulacağı”ifade ediliyor.
Açıklamada ayrıca “Türkiye'nin gelişimine paralel olarak ortaya çıkacak kara ve tren yollarının hangi güzergâhlardan geçmesi gerektiği belirlenecek. Planlamanın bir önemli özelliği de Türkiye'nin yeniden ele alınacak kıyı imarı ile bazı sahil şehirlerine yeni ve efektif limanlar kurulacak olması. Böylece deniz taşımacılığında yeni bir dönem başlayacak” deniliyor.
Metin Acıpayam: İddia büyük olabilir. Aslolan bu iddianın büyüklüğü çapında idrakin büyük olmasıdır. Sizce yeni şehir kurma hülyası, mevcut şehircilik idrakiyle mümkün müdür?
Yahya Düzenli: İddia büyük ama idraklerin bu iddia çapında büyük olduğunu söylemek mümkün değil. Ortaya nasıl “alternatif yeni şehirler”in çıkacağını anlamak için kentsel dönüşüm uygulamalarını, TOKİ tabutluklarını, marka şehirleri (!) görmek yeter. Mevcut iktidarın “çevre ve şehir idraki”yle yapılacak her türlü uygulamanın şehirlerde kaosu artıracağını ve insanların hayatını ‘yaşanamaz’ hale getireceğini söylemek, ispat istemeyen bir tespit. TOKİ ve Kentsel Dönüşüm terane ve debdebeleriyle yaptıkları şimdiye kadarki medeniyet idrakinden yoksun uygulamalar bundan sonra yapacaklarının teminatı hükmündedir.
Eskilerin sözüdür: “Büyük lokma ye büyük laf konuşma!” Tıpkı 1930’ların “Tek Parti” döneminde olduğu gibi “emirle” şehirler yıkılıp şehirler kurulmasına benzer bir biçimde, bu kez de günümüzün “Tek Parti” iktidarı yeni şehirler konusunda harekete geçiyor. Mimar Turgut Cansever’in “Kilisenin, feodal beylerin ve kralların iradesi bugün teknokratların iradesi şeklinde tezahür ediyor.” tespitinin yeri de tam burası. Cansever’in şehircilik konusundaki “tarihî tecrübemiz akıl almaz bir zenginliğe sahip.” sözünü hatırlatmanın bir faydası var mı? Yok! Çünkü, böyle bir tecrübeyi görebilecek, okuyabilecek, anlayabilecek “çevre ve şehircilik” idraki yok! İnşallah Çevre ve Şehircilik Bakanlığı “alternatif yeni şehir” kurma fikrini yeniden düşünür ve teşebbüs ettiği işin “malzeme depolama siloları” olmadığını anlar. Her şeye rağmen, bir arsa kenarına düşmüş tohum bir gün çatlayarak birilerinin dikkatini çeker babından, muhakkik mimar Cansever’in o muhteşem uyarılarından kesitlere kulak verelim:
“Şehir medeniyetin tezahür ettiği yerdir. Ahlâkın, sanatın, felsefenin ve dinî düşüncenin geliştiği ortam olarak, insanın dünyadaki vazifesini ve en üst seviyede varlığın anlamını tamamladığı ortamdır. Bu idrak şehir oluşmasını sağlar ve en yüksek gelişme düzeyine ulaşmasının temeli olur.” “Yeni şehir” kurma iddiasındakilerde var mı böyle bir idrak?
Devam edelim Cansever’e: “Şehir, varlığın çeşitli anlamlarını kapsayan inançlar ve davranışlar bütününün bir yansımasıdır. Tabii ki bir mimar bir bina inşa ederken bu bütünlüğü göz önünde tutacaktır; aksi takdirde yaptığı şey eksik kalır. İnsanlık tarihinde bunun önemli örnekleri var. Mısır’da mimarlar Firavun ailesine mensup rahiplerden, yani toplumun en seçkin kesiminden oluyordu. Osmanlı dünyasında mimarların seçkin bir sınıf teşkil ettikleri muhakkaktır…” Bu bağlamda Batılı mimar C. De Porzamparc şunları söylüyor: “Mimarlar, yere, mekana ait olan şeylerin dil aracılığıyla tam olarak yakalanamayacağını, dile getirilemeyeceğini bilirler. Bir örnek vermek gerekirse, Erwin Panovsky 60’lı yıllarda gotik mimari hakkında bir kitap yazmıştı. Gotik mimarinin kökeninde skolastik düşüncenin yer aldığını son derece parlak bir şekilde kanıtlıyordu. Gotik planın, Aqiuno’lu Thomas’un Summa theologiae’sindeki sınıflandırmalardan ve Keşiş Suger’in öğütlerinden nasıl esinlendiğini çok doğru bir şekilde açıklıyordu…”
DEVAM EDECEK