Kim ne derse desin, aslında ülkede bir kırılma ve bir kamplaşma olduğu kesin. Bunun en bariz örneği, hafta sonu yapılan mini seçimde ortaya çıktı. Aslında bu, 30 Mart’ta birçok yerde kendisini göstermişti. Mini seçimle bunu daha iyi anladık.
Çocukluğumdan bu yana bölük pörçük halde bulunan “sol” diye adlandırılan partilerin tek çatı altında toplanması için kaç bininci görüşme yapıldı, hatırlamıyorum.
Her seçim öncesi veya seçim sonrasında “solun birleşmesi” gerektiğini düşünenlerin “görüşme” trafiği hep fiyaskoyla sonuçlanırdı.
Hiçbir sol parti, bir başka sol partinin ismi altında siyaset yapmayı içine sindiremezdi.
Elbette hepsi solcuydu ama dünyaya bakışları değişikti, algıları farklıydı, sorunlara bakışları ve çözümlerinde ufak tefek farklılıklar vardı ve hepsinden önemlisi “genel başkan” gibi bir unvan ve onun altındaki bütün unvanlar vardı…
Sol, cumhuriyet tarihi boyunca birleşemedi…
Ama AK Parti, düşünülmesi dahi mümkün olmayanı becerdi.
Bırakın solu, sağı ve solu kaynaştırdı, perçinledi ve ayrılmaz hale getirdi…
***
12 Eylül öncesi üç ana siyasi anlayış vardı.
Bunlar; sol, sağ ve İslamcı diye tarif edilirdi. Bir de “aşırı uçlar” diye tarif edilenler vardı ve hep olmaya da devam edecek.
Hepsi kendi içinde bölünse de, sonuçta “sol” görüş ile sağ ve İslamcıların uyuşmayacağı muhakkaktı ve zaten “kanlı bıçaklı” kavgadan siyaset yapmaya vakit de bulamazlardı.
Her darbe farklı bir ideolojiyi çürütmeye gelirdi.
Kimi sol için darbe yapardı, kimi sağ için, kimi de İslamcılar için…
Ancak yapılan darbe, hangi ideolojiye karşı olursa olsun, toplumun bütün kesimi olumsuz yönde zarar görürdü.
Ancak bildiğimiz manadaki sol, asla darbeden yana olmazdı/olamazdı.
Ancak, daha sonra bu değişti; Sol, darbeleri savunan ideoloji haline getirildi veya öyle inanmamız sağlandı.
Gezi olaylarından önce de özellikle sol görüşlü akademisyenlerin “Ordu Göreve” pankartları, sol ideolojinin tarihi açısından utanç vericidir.
Gezi olaylarında ise bu tam doruğa çıktı; nerede solcu, orada darbeci…
Bunu inkâr ediyorlar elbet ama “Herkesi kör, âlemi aptal” sanma hastalığı son zamanlarda salgın haline geldi.
Tarihi boyunca içindeki aşırı ve ılımlı uçları bir araya getiremeyenler, “terör örgütleriyle” kanki olabiliyorlardı…
Daha da ilginci, sol, hep karşı olduğu, tarihi boyunca da baskıyla ezdiği “İslami” cemaatlerle dirsek temasında bulunabiliyordu…
Ve yine cumhuriyet tarihi boyunca yaka paça oldukları MHP’yle aynı amaç doğrultusunda yürüyebiliyor, aynı adaya oy verebiliyor, “çatı” diye birlikte aday arayışına çıkabiliyorlardı.
Bunu sağlayan AK Partiydi aslında…
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsına münhasır oy kapasitesi, “muhalefeti” sandıktan çıkarmayacak hale büründürmüştü.
Halka gidip, “daha iyisini” yapacaklarını söyleme yerine “sandık dışı” arayışlara girenler, sokaklardan iktidar devşirmeye, terörle hükümeti düşürmeye, dış desteklerle amaçlarına ulaşmaya çalıştılar.
Halka gitmek o kadar zordu ki, bunun yerine “kaynaşmayı” dahi uygun gördüler…
Artık oyunuzu kime verdiğinizin hiçbir önemi yok.
Eğer AK Partiye vermediyseniz, diğerlerinden birine vermiş olmuyor, hepsini birden tercih etmiş oluyorsunuz.
Ankara, bunun en bariz örneğiydi aslında…
CHP’ye veryansın eden Mansur Yavaş, CHP’nin adayı olarak ortaya çıkıyor ve MHP’lilerin de oyunu alıyordu…
Sonra Ağrı ve Yalova seçimleri geldi…
30 Mart’ta “birliktelik” sağlandığı halde amaç hâsıl olmayınca, 1 Haziran seçimlerinde “ayan beyan” destek vermekten çekinilmedi.
MHP’li bir vatandaş CHP’ye oy verebiliyor…
CHP’li bir seçmen, MHP’liye oy atmaktan çekinmiyor.
Hatta diğer partiler de AK Partiye karşı olmak adına birleşip, belki de hiç haz etmediği adaya ve onun siyasi partisine oy verebiliyor…
Solun yapmadığını, sağın yapmadığını AK Parti yapmış görünüyor…
Ancak, bu siyaset adına hiç de sevinilecek ve alkışlanacak bir durum değildir.
Çünkü siyasi partiler, farklılıklarıyla kazanımdır…
Farklı fikirlerin olması, sorunları değişik bakış açısıyla yorumlayıp, çözüm üretmesidir esas olan.
Her partinin hassas olduğu noktalar vardır.
Her partinin “değerleri” ve “vazgeçemeyecekleri” olmalıdır.
Bir olaya sağ partiyle sol parti aynı bakamayacağından, farklı görüşleri dinleyip, ince noktaları yakalama şansı vardır.
Ama artık yok…
Sandık başına gidene kadar ne mücadele verirseniz verin, ne kadar hassas olursanız olun, kimi ve hangi görüşü ne kadar eleştirirseniz eleştirin, değişen hiçbir şey olmayacak…
Sandık kurulduğunda hayatta “evet” diyemeyeceğin siyasi partiye mührü basıp çıkacaksın ve mücadelenin tümü bir yalandan ibaret olacak…
Tweetimden Seçmeler
Mini seçimde şunu öğrendik; Ya oyumuzu AK Partiye vereceğiz ya diğerlerine. Bu diğerini çok düşünmeye, kafa yormaya gerek yok. Hepsi aynı.