Bir solukta okuduğum mektuplar hem beni heyecanlandırıyor hem de hüzünlendiriyordu. Ara vermek istemiyordum, nefessiz kalacağım sanıyordum, devam etmeliydim. Üzerinde “Sevgiliye” yazan bir başka mektubu alarak okumaya başladım, okurken kendi yalnızlığım geldi aklıma. Kendi kendimden kaçmalarım, kendi kendime yabancı olmalarım, kendi kendimle yüzleşememelerim ve sen geldin aklıma…
Ve başladım okumaya…
***
Beynimi kemiren yalnızlık, ruhumu ele geçiren yalnızlık, kalbimi yerinden çıkartacak olan yalnızlık ve bir gün yüzlerce kişinin tam ortasında patlayacak olan yalnızlık…
Ey sevgili, ayıplama beni, kınama, yüzüme öyle garip garip de bakma, yalnızlığın ne olduğunu bilmezdim, yalnızlık çekenlere de içten içe acır ama anlamlandıramazdım.
Nasıl bir insan yalnız olabilir ki, bir başına nasıl kalabilir?
Eşi, dostu, hısımı, akrabası yok mu?
Annesi nerede, babası neden yanında değil?
Ya oğlu ya kızı ya torunları…
Dayı olmadı mı hiç, amcalığı tatmadı mı, teyze olmadı mı mesela, hala diyeni de mi bulunmadı?
Komşusu vardır; çarşıda, pazarda, alışverişte yüzlerce, binlerce, hatta milyonlarca insan var…
Bir insan milyarlarca insanın yaşadığı bir dünyada yalnızlık çekebilir mi?
Hani bir köşeye sinmiş, acılarıyla baş başa kalan, ne kendi konuşan, ne konuşulanları anlayan bir halde mi?
Kalabalıklar içinde yalnızlık mıdır en acısı?
Belki de hep yalnızız, kendimizle baş başa.
Etrafımızdaki kalabalık, yalnızlığımızı derinleştiren, bizi, bizle baş başa bırakan gerçektir ama biz farkında değiliz.
Hiç kimse dönüp bakmaz mı, “aa bu adam, bu kadın yalnız, el uzatalım” diyen olmaz mı?
Herkes kendi derdinde mi, herkes kendi halinde mi?
Ama ben bunların olduğunu biliyorum, benim derdim bu değil.
Ben yalnızım, yapayalnız…
Sen de öylesin; Hepimiz, bir başına yalnızız.
Herkes kendiyle var veya kendiyle yok.
Yanınızda birilerinin olması, yalnızlığınızı gidermez.
Etrafınızda sevenlerin pervane olması da yalnızlığın ilacı olmaz.
Nefret edenleriniz de sizi yalnızlıktan kurtarmaz.
Yalnızlık, insanın yüreğiyle sohbeti kesmesidir belki.
Beyninin otomatiğe bağlanarak çalışmasıdır.
Bir ritüel gibi günlük meşgalesini görmesidir.
Sabah kalkarsın, elini yüzünü yıkarsın ve kahvaltı edersin.
Belki kahvaltıya zamanın olmayacak kadar da yoğunsun.
İşe gidersin, gidecek bir iş bulamazsın, arar durursun.
Çok kazanırsın, beş parasız akşamı edersin.
Etrafında çalışanların olur, yüzüne yalancı gülümsemeler yansır.
Ve sen önemli bir adam, önemli bir kadın olduğunu düşünürsün.
Belki de ne kadar önemsiz olduğuna yanıp durursun.
Üzülürsün, ağlarsın, gülersin, kahkahalar atarsın.
Ve akşam başını yastığa koyacak bir zaman dilimi bulursun.
Bazen bir taş yastık olur başına, bazen bir tahta parçası.
Bazen bir ayakkabıya baş koyarsın, bazen sıcak bir omuza…
Üstünü örtecek bir şeyler bulursun; kuş tüyü yastıklara daha yumuşak yorganlar uydurursun.
Başın neye gelirse gelsin, gözlerini kapadığın anda yalnızlığın başlar.
Hiç kimse yanında değildir artık, başını yasladığın güvenli omuz bile yanında değildir, o da kendiyle baş başadır.
Ben böyle bir yalnızlık çekiyorum.
Kalabalıklar içinde yalnızlık, sevenlerin arasında yalnızlık, nefret edenlerin arasında yalnızlık.
Bir başımayım, biliyorum.
Ne yaparsam yapayım, ne yazarsam yazayım, ne söylersem söyleyeyim, nereye gidersem gideyim, nereden gelirsem geleyim, sadece ben ve yüreğim…
Şimdi söyle bana ey sevgili…
Senin yanımda olmanı mı daha çok istiyorum, benim kendi yanımda olmamı mı?
Ne dersin bilmiyorum ama ben kendimde olursam senin olmaman için bir sebep kalmayacak, onu da biliyorum…
Sorun yüreğimle beynim arasında…
Sorun, dışa vuramadığım ama içimi kemirenlerde…
Sorun, hep bildiğim ama dillendiremediklerimde…
Sakladıklarımda, köşe bucak gizlediklerimde, kendime itiraf edemediklerimde…
Sorun beynimde, sorun kalbimde, sorun yüreğimde, sorun cesaretimde, sorun haykıramayan nefesimde, sorun karşı çıkamamamda.
Ey sevgili,
Şimdi anladın mı, asıl sorun sen değilsin, benim…
Tıpkı sendeki asıl sorun gibi.
Tıpkı herkesteki asıl sorun gibi.
Biz, kendi kendimizle konuşamıyoruz ki, başkasını anlayalım.
Biz vicdanımızın sesini dinleyemiyoruz, merhamet duygularını yitirmişiz.
Dinlemekten korkuyoruz, kendimizi duymamak için kulağımızı kapatıyoruz, gözümüzü kısıyoruz, eziliyoruz, büzülüyoruz ve inadına duyuyor gibi yapıyoruz; duyarsak eğer yaptıklarımızın çoğu tamamlanmayacak, iyi biliyoruz.
O nedenle susuyoruz; kendimize susuyoruz, başkalarına susuyoruz, sana susuyoruz, ona susuyoruz ve herkese susuyoruz…
Sonra da sorun yok sanıyoruz, kendimizde…
Bütün sorun başkalarında…
Ey sevgili, sorun başkalarında olduğu müddetçe, çözüm de asla elimizde olmayacak, biliyorum…
Ve bile bile sana bu mektubu yazıyorum, belki önce sen kendinle konuşursun, sonra ben ve sonra da herkes…
Önce kendimizle konuşmayı öğrenelim ve hatalarımızı, aynaya bakmaya gerek olmadan yüzümüze haykıralım ve dönelim tüm hatalardan, güzelliklere doğru…
Ey sevgili, ey yüreğimden daha yakın olanım, ey beynimin içine girenim, ey ruhumu tertemiz eyleyenim, arın ve öyle gel…
(Bir türlü bastıramadığım “Şehre Şiir Yağıyordu” kitabımdan bir mektup, bir bölüm…)
Tweetimden seçmeler
Eleştiri ve tenkitler, kişiler üzerine değil, kişilikler üzerine; İsimler üzerinden değerlere değil, değerler üzerinden isimlere olmalı!