Yazının başlığına olumsuz bir cümle almam, olaya olumsuz bakacağım manasına gelmez. Yazmak bir hastalık değildir de diyebilirdim. Yazmak bir alışkanlık mı, mecburiyet mi.. gibi farklı sorular da sorabilirdim. Cevap alır mıydım bilmem ama gelin birlikte arayalım…
40 yıl önce bir matbaada mürettip olarak mürekkep yalamaya başlamıştım. O zamanki ustam yüzüme mürekkep sürerek, “Sana da mürekkep değdi, artık bu meslekten kurtulamazsın” demişti.
Ustama inat, uzun süre basınla uğraşmadım ama yüzüme bulaşan mürekkebin kokusu, sonunda galip geldi. Önce gazetecilik, sonra yazarlık vs derken basının içinde geçen bir ömrüm oldu. Mevla’m ne kadar ömür verir bilinmez ama bilinen ömrümüz oldukça yazmayı sürdürecek olmamızdır. Bazen küseriz, bazen geri çekiliriz, bazen çiçeklerle, böceklerle uğraşırız, bazen mizah, bazen ciddi ciddi şeyler karalar, ama sonunda sizlerle bir şeyler paylaşırız.
Elimize ne geçer, hiç…
Dışarıdan bakınca kocaman bir hiç hem de…
Ama içi öyle değil.
Dışı seni, içi beni yakar misalidir bu yazarlık.
Büyük büyük gazetelerde kocaman kocaman para alan yazarları saymıyorum. Onlar parasıyla yazıyor, bedelini verene göre kalemi döndüren de çokça görülüyor.
Biz bedelini ödeye ödeye geliyoruz. Bizimki amatörlükten profesyonelliğe bir türlü geçemeyen yazarlıktır.
Yani bizimkisi “mecburi amatörlük”, bizimkisi içten gelen bir sevdadır. Ucunda para olmayan bir sevda, bir ederi, bir değeri, bir kadir kıymet bilmesi de olmayan bir sevda.
Çünkü çok para alınca kadir kıymetin de artıyor.
Yazı yazmayı bilip bilmemen sorun değil. Sahibinin sesi olabildiğin sürece güzel para kazanman mümkün.
***
Sabah kahvaltı ederken masada duran gazeteleri şöyle elimle ve biraz da çekinerek karıştırırken rastladım, 80’i deviren bir yazar abimize…
Çekinmem, gazetelerden şıpır şıpır damlayan yağ nedeniyleydi. (O gazeteler evinize giriyorsa, ekstradan yağ almanıza gerek yok. Tencerenin üstünde gazeteyi bir dakika durdurun, yemeğin yağ ihtiyacı da giderilir. Böylece o gazeteler fikir hayatınıza bir şey katmaz ama mutfak masrafınıza katkı sağlar. Bu da benden size kıyak olsun!)
Hepsinden yağ damlıyordu, şıpır şıpır yağlar, vıcık vıcık yağlar, cıvık cıvık yağlar…
Kimi sağa yağ yakıyordu, kimi sola…
Kimi iktidardan yanaydı, kimi muhalefetten yana…
Kimi terörü destekliyordu, kimi terörün karşısında duruyordu ama hepsi de bir yerlerin adamıydı, bir yerlere yaranma derdindeydi ve bunu da vıcık ve cıvık bir şekilde yapıyordu.
80’i aşan yazar abimiz de bu gazetelerin birisinde “aldığı paranın hakkını vermek” için canla başla mücadele ediyordu.
Kulağı çınlasın, dün de güzel yazamazdı, bugünde güzel yazamıyor.
Ama sahibinin dediğini yazdığı için amaç hâsıl oluyor.
Tıpkı onun genç versiyonu olan bir başka yazar gibi…
Gazetenin patronu değişse de o değişmiyor.
Çünkü kim ne isterse ona göre yazıyor.
Gazete satılıyor, patron değişiyor, düne kadar yalakalık ettiği siyasi anlayışın yerini bambaşka bir siyasi anlayış alıyor.
Düne kadar muhalifken, bugün iktidardan yana olabiliyor.
Ya da düne kadar iktidardan yanayken, bugün muhalefette kalarak zehir zemberek yazı yazabiliyor.
Ama Allah var, hakkını veriyor.
Çünkü iktidar kesimi de, muhalefet kesimi de onu dikkate alıyor. Okurlar da dikkate alıyor. En azından köşesi okunuyor, sosyal medya takipçisi hatır sayılır bir oranda. Belki de büyük bir kesim eleştirirken, seviyor, severken eleştiriyor, aynaya bakıyor, kendilerini görüyorlar. Yoksa sevilmeyen yazar neden takip edilir ki?
Edilir, çünkü o çok para alıyor.
Aksini iddia etsek de biz zenginleri severiz. Ne kadar çok zenginse o kadar çok değer veririz. Seçimde bile zengin adaya oy veririz, fakir adayın yüzüne bakan olmaz. Zengin yazarlar da öyle. Onlar da daha çok kazanmak için yazıyor, gözümüze girmek için kazanıyor.
Parası kadar yazıyor, yazdıkça para alıyor, parası kadar yazmayı sürdürüyor.
O konuştukça/yazdıkça kazanın altındaki ateşe odun atar gibi ağzına para atanlar, onun daha çok konuşmasını/yazmasını sağlıyor.
O köşesinde konuşuyor, paralar oluk oluk akıyor.
Paralar oluk oluk akıyor, o konuşuyor.
Yazdığı yazı beş para etmiyor.
Edebi bir yönü bulunmuyor.
Siyasi analizden çok uzakta duruyor.
Topluma verdiği bir şey de olmuyor.
Eften püften değil elbette, gündemi belirlemek, gündemi saptırmak, saptırılan gündemi toparlamak gibi edindiği misyonun gereği neyse onu yapıyor.
İhaleyle iş yapıyor anlayacağınız.
Uzun zamandır ülkemizde yazarlık, ihaleyle iş yapılan bir mesleğe dönüştü.
Köşeleri işgal edenler, aynı zamanda bir şirket yöneticisi gibi.
Patronunun çıkarlarını da, kendi çıkarlarını da, yalakalık yaptığı siyasi parti ya da örgütün çıkarlarını da korumak gibi hassas bir dengeyi yürütme becerisine sahip hepsi o…
O yaşlı yazar ağabeyimi gördüm, içim ezildi…
Eskiden yazmayı bilmiyordu, şimdi hepten saçmalıyor.
Yazarın bunağı da diyebiliriz.
Ama yazıyor…
Paraya ihtiyacı da yok.
Git evinde torunlarınla oyun oyna. Onlara kalemşörlük yaptığın zamanları anlat be abiciğim.
Merak etme yerini kapmayacağım. Sizin iş, bize çok beden bol gelir. Mide spazmı geçiririz de Alimallah, bu yaştan sonra hastalıkla mı uğraşacağız.
Ben böyle daha iyiyim. İçimden geçenleri yazıyorum; az olsun, öz olsun hatta beleş olsun, yeter ki benim olsun; benim fikirlerim, benim görüşlerim, gerekirse benim saçmalıklarım…
Sahibinin sesi değil, kendi sesim…