M. Kemal’in mevta olmuş, ahirete göçmüş annesine hiçbir gerekçe, hiçbir sebep yokken, edepsizce iftira atmak fikir ve ilim adamlığı değildir.
Dinimizin buyruklarında böylesine bir iftiraya yer yok. İftira atan kişi dinimize göre hareket etmemiş, provokasyona, susta bekleyen, fırsat kollayan Kemalist güçlerin işine yarayacak algı oluşturmaya ve en önemlisi Atatürkçülükle fikrî mücadele edenlerin önünü kesmeye sebep olmuştur.
Asıl uğraşılması gereken siyasî, fikrî ve dinî reformlardaki hataları varken, yıllarca önce vefat etmiş annesi ve yatak odasıyla ilgilenmek Müslümanın edebine, vakarına, asaletine yakışmaz ve “Yarın ki Türkiye” dâvası olan insan böyle şeylerle uğraşmaz.
Fikir adamlığı, necip milletin bin yıllık İslâmlaşmış hüviyeti, kültür ve medeniyeti, içtimaî hayatı üzerinden pozitivist-lâdinî inkılâplar yapan, reform yaparak İslâm’ın özünü değiştirmeye çalışan, ezanı Türkçeleştiren, Batılı hayat tarzını devlet eliyle resmîleştiren M. Kemal’i fikren ve ilmen tenkit etmek, milletin idrakine yerleştirilmiş ideolojik kirleri temizlemeye çalışmak ve idrakimize vurulan Atatürkçülük zincirini ne zaman kıracağız, demektir.
Fikir adamlığı şu soruları sorabilmek ve bu mevzular üzerinde konuşarak milleti aydınlatmaktır:
M. Kemal’in varlığını millet kimliği üzerine çıkararak ikonlaştıran, fikirlerini tartışılmaz nas hâline getiren, ilân ettirdiği Cumhuriyet’i ulvî ve kusursuz bir devlet rejimi olarak dayatan Kemalizm’le, yâni Atatürkçülükle mücadele etmektir.
Vesayet iktidarlarının baskısı karşısında “Atatürkçü değilim, itirazı olan var mı? Niye Atatürkçü olayım? Kendimi Atatürkçü hissedecek kadar sığ ve dogmatik kafalı görmüyorum. Atatürkçü olmak millet kimliğimi ifade etmeye yetmiyor? Diyebilmek…
Atatürkçülük, millete ait bir değer olarak ihtiyaç mıdır? Yoksa kendilerini bu ülkenin sahibi sanan bir zümrenin ebediyyen değiştirilemez ideolojisi midir? “Atatürkçü değilim” demek, Türk milletinden ve devletinden azledilmek ve çıkmak mânasına mı gelir? Kendimi Atatürkçü hissetmiyorum ve böylesine idolleştirilen bir isim üzerinden millet kimliğimi pekiştirmeye gerek görmüyorum, demek mevcut yasalara göre suç mudur?
“Saltanat karşıtıyım ve Cumhuriyetçiyim” demenin bir mantığı olabilir, fakat “Atatürkçüyüm” demenin bir mantığı yoktur. Milletin her bir ferdi “muhakkak ki Atatürkçü olacak ve Atatürkçüyüm diyecek” diye bir kanun maddesi var mı? Yoksa şayet devlet bunu ilân etmeli ve insanlara bir gün “Atatürkçüyüm” demek mecburiyetinde kalmayacağı sevincini yaşatmalıdır.
Kanunlar, hâkim ve savcılara mahkemede vatandaşa Atatürkçülüğünün sorulması yönünde bir yetki vermediği âşikardır. Vatandaşa “Atatürkçüyüm demek bir kanun gereğidir” diye ahkâm bulunmadığına göre ve böyle bir kanun yetkisi mahkemede dahi yoksa insanların “Atatürkçüyüm” demeye icbar edilmesi kanunsuzluk değil midir?
Bu ülkede Kemalizm’i, devlet ve millet kimliğimizi belirleyen temel ölçü olarak görenler, Atatürkçülükten önce bir önce yok, Atatürkçülükten sonra bir sonra yok, dogmatikliği içinde olanlar ve Atatürkçülük mağarasına beyinlerinden zincirlenmiş olanlar var.
Hâsılı, Atatürkçülükle fikrî ve ilmî mücadele etmeyi göze almış bir insan, M. Kemal’in annesine hayâsızca iftira atarak yola çıkıyorsa, mücadelesini baştan kaybetmiştir.
KALBEN YENİLDİĞİMİZİN ŞİİRİ: “İÇ SAVAŞ YENİLGİSİ”
“Günde beş vakit şair” olan Memduh Atalay, yüreğindeki sancıları fikirli mısralara döken bir şair... Modernizme yenik düşen Müslümanların hâllerini mısralar döküyor son zamanlarda ve iyi de ediyor.
Bu yaramıza dokunan “Taş Yağarsa Nereye”, “Ebuzer Gölgesi”, “Müzmin Ağrı”, “Ölümden Önceki Hâl” adlı şiirlerinden sonra “İç Savaş Yenilgisi” adlı şiirinde yine bu trajik yaramızı gösteriyor bize, yâni kendini emin zanneden fakat çok da eminolmayan ve kalbini unutan Müslüman dünyaya sitem ediyor, “durun nereye?” diyor:
“İç Yenilgi Sonrası
Hayır, aforizma döşeli meclislerinizin huzur yastıklarında
Dini törenlerinizin emin sohbetlerinde
Mitinglerinizin yaşa ve kahrol ekseninde de değil
Hiçbir yerinizde ve her köşenizde
Kırık bir cam, kesik elle tutulan bıçak gibi
Var oldum en kuytu köşelerde!
Hâlâ korkuyor şu öksüz çocuk
Hâlâ titriyor bu etnik
Ya da mezhepsel azınlık
Kalbinin nurunu yansıtmayan gözlerinizden!
Allah bu kadar yakın en günahkâra varsa günahsıza
Siz bu kadar bencil bu kadar kösnül arzular sonrasında
Kaplayın cenneti doldurun doldurun
Bir köşede ağlayan Ebubekir hürmetine
Ateşe yakın düştük biz suya hasret yine biz
Diğer kullara yer kalmasın diye belki
Sıddık oldu ve şanı idi Sıddık
-La havle vela kuvvete –
Kaç disiplin hıçkıran bir çocuktan daha iyi anlatır
Kaç uzman anlar kafası yerde bir babanın toplumsal söylevini
Kaç anketörünüz var kalpleri ve gece yakarışlarını ölçecek
Kaç kale, kaç köprü bir insan eder?
- Elhakümüt tekasür/ Hatta zürtümülmekabir-
Şimdi bir güneşten bir beyaz daha düştü
Çok yağmur, çok İsrafil, çok çoban
Çok koca karı imanı gerek bana
Tutamıyor gökteki öfkeli taşları
Tutamıyor her kanadı bir filodan daha kuvvetli
Öfkeden göğe değiyor kanatları
-Ve ersele aleyhim tayren ebâbîl-
Dünya onların ahret bizim derken
En Emin en Adil’e
Basa basa yürümeyi öğrendik biz
Cesetlerin üstüne
Oğullarımız İngilizce biliyor kızlarımız piyano
Eşlerimiz mutlu aile seminerlerinde başköşede
Aile mi sahi bir kedi, bir köpek, bir araba, bir çocuk
Dedeler, nineler yaşlı bakımevlerinde
- İnnel insane le fi husr-
Takım galip, parti birinci
Yine mağlup dönüyoruz seferden!”