Dr. Mustafa Coşkun Kale
BU COĞRAFYA DA "BİREY" YETİŞİR Mİ?
Saddam'ı siz de seyretmişinizdir. Hani yanın da önemli kuvvet komutanları, gara gözlüklü izbandot gibi özel korumalarıyla "tebâ"sını, bazen kılıçla bazen de otomatik silahlarla ateş ederek selamlayışını.
O, otomatik silahı da Allah ne verdiyse neşe için de boşaltırken, öbürleri boş mu dursalardı onlar da başlıyordu şarjör boşaltmaya.
Kolay değil yıllarını Güçlü Sadddam"ın yanın da olmaya, O'nunla aynı karede bulunmak için feda edilen bir ömür ve "adanmışlık" var, murada ermişlik var, güç ve güçlünün yanında olmak var.
Onlarda coştukca coşuyor. Hey hey-zılgıtların, "Saddam Saddam Öl de Ölelim Saddam !", "Sen Dünya'nın Aslanısın Saddam !" Orada bulunan bir kadın yani ana da, kucağında ki çocuğu Saddam'ın göreceği şekilde elleriyle havaya kaldırıp avazı çıktığı kadar bağırıyor " Bunu, Öldür de Öldüreyim Saddam !" Kadın haklı gibi, çocuk yaşasa n'olacak ki ?
Saddam'ın özel korumalarına da gücünü göstermek için bir bahane gerek. Saddam'a yaklaşmaya çalışanları, dipçikle, tekme tokatla uzaklaştırırken, "ben de güçlüyüm, kimse benden hesap soramaz" dercesine bu işten nasıl da keyf aldıklarını izlemişinizdir mutlaka.
Kalabalıkta ki her kişi Saddam'ın kendisini gördüğünü sanıyor. Oysa Saddam aynaya bakar gibi hep kendi gücünü görüyor.
Bazı canlılar arasında "ortak yaşam" olarak adlandırılan bir yaşam tarzı vardır. Bu yaşam tarzın da biri olmazsa öteki de olmaz. Mantarla-Algler arası yaşam gibi.
Ortak yaşam bazısın da ise , olursa da olur olmazsa da, olursa her ikisinin fayda göreceği bir alan vardır. Misalen timsah ile kuş ilişkisi. Timsahın ağır cüsseli hayvanları yedikten sonra, dinlenirken ağzını kuşlar için açık tutar. Kuşlar da gelir, timsahın dişleri arasında ki et parçalarıyla beslenir. Timsahın dışi çürümeye karşı korunmuş olur, kuşun da karnı doyar.
Diyeceksiniz ki, Saddam'la bunun ne ilgisi var ? Aşağıda ki açıklamalara girmeden önce, şimdilik size şu kadarını söyleyeyim. Değip değmeyeceğini bir tarafa bırakalım. Olur yâ binde bir ihtimalle de olsa, hey-hey zılgıt çekenlerden biri, yâ günün birin de timsahlaşmış Saddam'ın dış etlerini temizleyen kuş olursa ?
Saddam'la tebâ"sı arasında ki, anormal ilişkinin farkındaydım. Ne Saddam "Dünya'nın Aslanı"ydı, yani lideri, sultanı olması mümkündü, nede; çocuğunu Saddam için öldürmek isteyen kadının sevgisi gerçek bir sevgiydi. O halde bu iki taraflı anormallik neyin nesiydi peki ?
Zayıf kişilikler ve yetersizlik duygusu, yücelttikleri birini bularak ona sığınarak bütünleşirler. Gözlerinde büyüttükleri, kutsal saydıkları o insanın yüceliğinden faydalanmaya çalışırlar. Çünkü ondan başka büyük yoktur.
Hatırlayın lütfen, günün 24 saatini Sadam'a ayıran tek yayın yapan Irak Televizyonunu, yazılı basınını. Yolda ki panolar da, televizyon da, basın da, günün her toplantısında hep Saddam olmalıydı. Saddam'dan başka hiç bir simaya o alem de yer yoktu.
O tebâ kendi kendine karar verme, bağımsız "birey" olma yerine, kendini bir gücün dişlisi, parçası olmaya mecburdur.
Buna, ünlü psikoterapist ve eş terapi uzmanı Jürg WİLLİ "Tamamlayıcı Kişilik" diyor. Kendini yetersiz gören bir kişinin ünlü ve narsist (hâ bre pompalanarak yüceltilmiş, olmadığı halde öz güven verilmiş, kendini diğer insanlara göre üstün gören bir ruh hastası) partner bularak karşılıklı olarak birbirini tamamladığını söyler.
Narsist kişi eşi taraafından sürekli övülüp takdir edilirken, onu tamamlayan partneri de narsismini böyle başarılı ve ünlü birinin partneri olmakla tatmin olur.
Ünlü sanatçılarla fotoğraf çektirip, büro veya baş ucuna asanların durumu da buna benzer. Politikacılarla seçmeni arasında da böyle ilişkileri görmek mümkündür. Sosyal medya paylaşımların da çok görürsünüz " Öl de ölürüm !", "Kılın olayım"
Narsist bütünleşme çabası tâ çocukluk dönemine kadar gider. Çocuk ana-babaya bağımlıdır, yetersizdir. Onların yardım ve desteği olmadan yaşayamaz.
Çocuk zayıf ve güçsüz anne-baba da güçlüdür. Çocuk bunların gücüne tutunarak gelişir. Babasının omuzlarına oturan çocuğun o an ki keyfini bir düşünün. Nedeni belli değil mi ?
Bu uzunluğu çocuk kendi başarısı gibi görür. Babasının omuzlarına oturan çocuk, babasının normal boyundan daha büyük olur. İkisi birlikte en uzun kişiler olmuş olur.
Bu gördüğümüz yetişkinlikte yeterince bağımsız bir kişilik sahibi oluşturulmamışsa yine ihtiyaç olarak peşimizi bırakmaz.
Temeli aile, okul ve çevreye dayanan "öz güvensiz" insan yetiştirme sorunumuz, toplumu da, devlet olma anlayışımızı da, devlet yapımızı da, demokrasimizi de bir ahtapot gibi sarıp sarmalar, bir iç kurdu gibi bizi yer bitirir. Şundan emin olun sonuç kesinlikle hep hüsranla biter. Tarih böyle diyor bize.
Politikacılar da bizim bu eksigimizi kullanırlar. Yetişkinlikte ki Anne-baba yerine adına " lider", "sultan " dedikleri politikacıları koyarlar. Onların güçleri sayesin de hayatlarını sürdürürler.
Eksik kişilik özelliği taşıyan bu tür insanlar, kutsal saydığı liderine bağımlı, adeta timsah kuş gibi birbirinin asalağı olur. O, lideri, lider de onu besler. Bütünleşmiş olurlar tek bir kişilik olurlar yani.
Size de rastgelmiştir mutlaka, adama "sizi tanıyalım ? " diye sorduğun da daha, adını bile söylemeden. ilk sözü "Abi ben eyi bir...partiliyim" Hemen aklıma ne gelir biliyormusunuz ? Danimarka da minnacık çocukların öğretmenlerine olan itirazları. Öğretmenleri bugün falan oyunu oynayalım çocuklar deyince "Hayırrr her şeye siz karar veremezsiniz!" diye miniklerin itirazları, birey olma yolunda ki öz güvenleri yani.
Eksik kişilik de, yücelttikleri insan yanlış yapsa da, Saddam ve diğer otoriter rejimler de olduğu gibi ülke servetlerini akraba ve yakınlarıyla paylaştığını, yağmaladıklarını bile bile ondan kolayca vazgeçmez. Saddam'ın aşireti " Ben El Hatap'lıyım !" der. Çünkü ondan vazgeçmesi demek, hiç olması demektir.
O, her ne kadar 1nci ...5 nci sınıf El Hatap'lılar gibi servet için de yüzmese de, bir umud işte belki günün birin de sıranın kendine de gelebileceğini hesaplar durur. O hiç gelmeyecek sırayı beklemek bir "hiç" olmaktan daha iyidir elbet.
Sonra yüceltilen kişi hakkın da en ufak bir söze dahi tahammül göstermez. O'nun elinden alınacağını, kendisinin boşlukta kalıp uçuruma yuvarlanacağı gibi hisler için de olduğundan, gerçek olan bir söze o hemen öfkeyle cevap verir.
Yücelttikleri insan, bu tebâları sayesin de güçlenip tek otorite sahibi olduğun da, tebâ"sının istediği de onun gibi güç sahibi olabilme hayalidir. Güç ona göre güzel bir şeydir. Çünkü, zayıflığın ezikliğini acısını çok çekmiştir o. Ah ona, "hiç gelmeyecek" bir fırsat gelse, "dumanını attıracak" ortalığın ama...
Peki bu birbirini besleyen kısır döngülü ortak yaşam nereye kadar sürecek ? Sezgisi, öngörüsü yüksek olanlar umutlarını keserek sessizce bir bir veya kitleler halin de çekilmeye başlar.
El Hatap'lılarda da böyle oldu. Saddam'ın güçten düştüğünü, yalpaladığını ve nihayetinde de yıkılışını görenler; ABD'nin "Bizimle ABD'ye gelmek isteyenler isimlerini yazdırsın" talimatına uyarak, o goca goca komutanlar, gara gözlüklü korumalar, El Hatap'lılardan listelere yazılan yazılanaydı. Öyle ki, beni niye yaz(dır)madın diyenler, yazılanlar kadar vardı.
Onlara "hain !" diyenler, gemiyi ilk terkeden misali "fare" benzetmesinde bulunanlar da vardı elbet. Ama onlar şu üç şeyi anlayamamışlardı.
Birincisi, kendine fare denilenler, bir an fareliği kabul etse bile, suçu geminin dümeninde ki kaptana buluyorlar. Gemi rotadan şaşmasa, alabora olmasa bunlar hiç fare olurlar mıydı.?
İkincisi, hain denilen adamlar güce aşıktı. Yücelttikleri adamla "ortak yaşam tarzı" vardı. Ama o güçten düşmüştü. Yaşaması için başka bir güç bulmaları gerekliydi.
Üçüncüsü ve en önemlisi de; aile de başlayan, okul da devam ederek toplum da neşvü nevâ bulan bu hainleri bu fareleri, kim hangi amacı için, kutsal vâad sosuna batırılmış bu zehiri kim üretiyor ?
- Niye Danimarkalı bu zehiri üretmiyor da, insan yetiştiriyor ?
- Bu zehir neden Irak da, Libya da, bizim de dahil olduğumuz coğrafyamız da ?
- Bu "ortak yaşam zincirini" kim ne zaman kıracak ?
- Bu zincir tez zamanda kırılmazsa; gençleri, torunları nasıl bir hayat bekliyor.
Hiç düşündünüz mü ?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.