KÜLTÜR EROZYONU

Bazen memleketimin sokaklarında, caddelerinde yürümek iyi geliyor bana. Uzun zamandır ihtiyaçlarımı gidermek dışında, çarşıya çıkmadığımı fark ettim öylece evde otururken. Çarşıya çıkıp da şöyle sebepsizce gezinmeyeli hakikaten de epey zaman olmuş. Hiç vakit kaybetmeden hazırlanıp koyuldum yola. Arabayla değil de otobüsle gittim eski günlerdeki gibi. Gerçi eskiden otobüsler değil de muavinin kapıdan kafasını uzatıp, durak isimlerini sıraladığı minibüsler vardı böyle renkli renkli. Şimdi muavinlerin yerini dijital ekranlar ve o harika diksiyonlu bilgisayarlar aldı. Bu kadar eskiyi andıktan sonra, o harika diksiyonlu bilgisayar seslendi “sıradaki durak Ulu Camii”.

İnip birkaç adım attıktan sonra tarih kokan siluetiyle karşıladı beni Ulu Camii. Öylece durup bakıverdim zaman karşı meydan okuyan kubbelerine ve minaresine. İstemsizce giriverdim avlusuna. Ezan vakti olmasa da abdest alan insanlarla doluydu şadırvanlar. Tarihi hissetmek, solumak bu kadar yakınken içeri girmemek olmazdı. Camiye attığım ilk adımdan itibaren, sanki Rıdvan Hoca birazdan çıkacak ve “Ey cemaat! Kalede Fransız bayrağı dalgalanırken bize cuma namazı kılmak caiz değildir.” diyecek de, Allah Allah nidalarıyla kapıdan cemaat çıkacakmışçasına bir duyguya kapıldım. Tarihi bilmek, Maraş değil de nasıl Kahramanmaraş olduğumuzu öğrenmek çok şükür nasip oldu bizlere. Tek başımaydım ama tarihle konuşuyordum adeta etrafı seyrederken.

Ufak bir soluklanmanın ardından tekrar başladım adımlamaya. İnsanlar koşuşturuyor, bir yerlere yetişmeye çalışıyor koşar adımlarla. İki ihtiyar adam koyu bir sohbete dalmışlar, gençler kendi havalarında eğleniyorlar. Otobüs durakları dolup taşıyor adeta. Zaman akıp gidiyor da kimse farkına varmıyor sanki. Eskiden de bu kadar koşturmaca içerisinde miydi insanlar? Yoksa ben mi yaşlanmışım da çok mu hızlı akıyor zaman? Boş bir bank bulup oturdum hemen. Bir de yeni çıkmış Maraş Çöreği alıp elime, seyre daldım insanları. Kimsenin kimseden haberi yok sanki. Hiç sonu gelmeyecekmişçesine yaşıyoruz bu hayatı. Hep bir yerlere yetişme telaşı içerisindeyiz. Gülmeyen, gülemeyen insanlar topluluğu olmuşuz adeta. Eskiden esnafı selamlardık dükkânların önünden geçerken. Şimdi kafamızı kaldırmıyoruz adı akıllı ama pek de cahil telefonlardan. Yüzlerde, o samimi ve içten gülümsemelerden eser yok. Ne oluyor bize sahi? Bir şeyler kazanmak için savaşırken kaybettiklerimizin farkına ne zaman varacağız? Eskiden gezmekten, oturup soluklanmaktan zevk aldığım yerler boğmaya başladı beni adeta. Bu karmaşık hayat değildi evden çıkarken hayal ettiğim. Umarım bir gün her şey eskisi kadar içten ve sıcacık olur. İşte o gün ben tekrardan burada oturup, insanların yüzlerindeki mutluluğu seyretmeye yeniden gelirim.

Zaman akıp gidiyor hızla biliyorum ama insanlar kaybolup gidecek diye korkuyorum zifiri karanlıkta.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oğuz Milcan Arşivi