Dr. Mustafa Coşkun Kale
LEBLEBİCİ SÜLEMEN EMMİ
Düşünsenize bundan 60-65 yıl belki de daha fazla öncesinin Göksun'un da; lokma başta olmak üzere tatlıların, çeşitli leblebilerin yapıldığını ?
Rahmetli Sülemen Emmi'yi çoğunuz gibi bende şimdiki Tutak'ların yan sokak başında ki yerinde hatırlıyorum.
Öncesi de varmış; hani bir türlü ayağa kaldırmayı beceremediğimiz, "Kayseri Taşı"ından otantik yarı oval, vernikli ağaç kapı penceresiyle, çevre düzeniyle apayrı bir mekan olarak büyütüp canlandıramadığımız;
Hepimizin içini burkan, hâfızalar da ayrı bir izi olan, "beni kurtaran yok mu, yok mu ?" diye bas bas bağıran mezbele görünümlü, kendi yok, adı "Yukarı Çarşı" mız var yâ !? Sülemen Emmi meğerse orada da yıllarca hizmet etmiş Göksun'a.
Süleyman Emmi (Aksu) Bir derviş atölyesinden geçmişcesine insana güven ve huzur veren simasıyla, köy ve ilçenin sayğın sevilen bir insanıydı.
Tepebaşı'mızın bu güzel insanı, eski Konya Emniyet Müdürü Mehmet Aksu ağabeyimizle, emekli polisimiz Hüseyin ve yine emniyet mensubu Alirza Aksu'nun, Sevim ve Sevgilerin babaları.
Alirza dedim de; aslın da O'ndan "beni boğulmaktan kurtaran adam" diye bahsetmem gerekirdi. Çocukken araba iç lastiği bulmakta zorlandığımızdan dolayı pijama ile yüzme öğrenmek için "Vezirlerin Köprüsü" altına giderdik.
Tabi, o zaman ki Törbüzek (Terbüzen) Suyu'nun debisi çok daha fazlaydı. Üstelik köprü altı cağlak (akıntılı) olduğundan göğsüme aldığım, ağzı ve ayakları bağlı şışirilmiş pijamayı birden akıntı alıverdi.
Yaşımıza göre derin ve akıntılı bu suda; boğulma çırpınışlarımı fark eden Alirza Köprüden atlıyarak beni kurtarmıştı. Hep minnetle yâd ederim O'nu.
Sülemen Emmi'nin bir eşi vardı ki O'da Sülemen Emmi kadar hem Tepebaşı'nda hem de tanıyan tüm Göksun'lunun sevdiği hatırnâz bir kadındı.
Rahmetli Gülizar Dezze'yi; Hele hele çocuklar daha çok severdi. Ee ! "kokusunu almışlardır" diye yapılan lokmalarla çocuk günlünü almasını bilen de yine bu güzel insandı elbet.
Boyu, sanki ortanın biraz uzunu gibi olan Sülemen Emmi; tertemiz önlüklü, kolu kolçaklı, güler yüzlü bu adamın mekânın da, en ucuz öğünü savmak her zaman mümkündü.
Eskiden ilçe pazarının cuma günü olmasından dolayı, mekânı özellikle o gün köyden gelenlerle dolup taşardı.
Kimisi "mektup var mı ?" diye, kimileri de öğün savmak için O'nun minnacık dükkanı doldururlardı. O kadar insan nasıl sığardı buraya anlaşılır gibi değildi.
Niyet güzel olunca, sığdıran vardı demek ki...
Bir kaç tahta masa ve yine tahtadan yapılı oturakları, masa örtüsü gazete olan bu mekân da; kimisi somun arası lokma veya kıvrım tatlı, kimi de onun meşhur menüsü; ayrı ayrı tenekeler de bulunan akıt ve tahin karışımlı, "şeker balını" bakır sahan (tabak) için de yemeye gelirdi.
Yiğebildiğin kadar somunun hesabı olmadığı bu mekân da, üzerine de bakır tasla buz gibi bir su içtin mi, değme sen artık onun keyfineydi. Aşağı yukarı lokantada ki bir pilav parasına ancak denk gelirdi tüm bu hesap.
Çoğu dükkânlar gibi, Sülemen Emmi köylülerin mektup v.s de adres olarak bildirildiği yerlerden biriydi. "Leblebici Sülayman eliyle" dendi mi, o zarf asli sahibini bulurdu hep.
Çocuksan, paran da yoksa melül-mâsum camdan lokmalara bakıyorsan eğer, eline lokma yada kırık leblebi tutuşturup "doğru eve !" diyen adam da pek tabi yine Sülemen Emmi'ydi.
Şimdi düşünüyorum da, seni tanımak bile ayrı bir şansmış be Sülemen Emmi.
Ne mutlu sana ki; yıllardır emek verdiğin, gönüller aldığın bu Şehir seni de, horantanı da hiç unutmadı. Szleri rahmet, kalanlarınızı sağlık ve afiyetlerle anıyor bu Şehir Sülemen Emmi.
Dr. Mustafa Coşkun KALE'nin,
Henüz yayımlanmamış,
"Küçük Türkiye'm GÖKSUN" adlı eserinden.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.