Fatmagül Abacı

Fatmagül Abacı

Varlığım Varlığına Emanet!

Kelimelerin en güzelini anlatabilecek şekil de sıraya dizip kifayetsiz kalmayacağımı düşünerek yazmaya çalışıyorum seni ülkemin ahu gözlü dilberi…

Kaç milyon insana barınak olduğunu yazamam ki. Çünkü sayılanların yanında sayılmayan onca yurttaşın varken …

Barınak olmanın yanında kah mutluluğa açarsın yelkenleri,kah hüzünlere boğarsın,kah emekken, kah tembelliktesin…Ne diyeyim ne söylesen ne yapsan sebebi var.Haksızsın mavi gözlü sultanım diyemem ki.

Adına yaraşır yaşam sürdürsün ya mesuttur hemşerin, lakin bir de nemrut yanın var senin yaşayanı iflah etmezsin.Dibe ta dibe gömersin.Sokaklarında avare ve dahi biçare gezdirirsin. Hani sürprizlere de gebesin ya her daim dilim varmıyor seni üzmeye vazgeçilmezim,şehirlerin sultanı.

Ey Asitane,

Ey Dersaadet,

İçinde barındırdığın onca evliya,onca padişah, onca muhterem varken ve ayırt etmeksizin kucakladığın bağrına bastığın senin olmadan,sen olmadan yaşayamayan şairin yazarların mı desem,yoksa seni çok sevip bağrında bir ot olabilmek için başını toprağına koyanları mı saysam…

Annemin ve babamın ebedi istiradgahı oldun. Bense yaşamımın son gününde nerende istersen oraya gömüleyim.Onca yıl sende yaşamışken bu denli gönül bağı kuramadım ya senle, artık gönülden nikahlımsın.

Ey islambol !

Ey Belde-i Talibe !

Seni solumayan ne bilsin kokunu,dokunu,yaşanmışlıkları,yaşanmamışlıkları…Nerden bilsin ?

Camilerinle müminlere secdeyi nasip etmiş,saraylarınla yaşananlardan izler sunmuşsun vefa misali.Yetmemiş ülkenin en güzel binalarını sana inşa etmişler.Yetmemiş denizlerinle ,yetmemiş köprüleri inci gibi dizmişler boynuna.Hiçbir şehir demesin ki inciyiz biz.İnciyi üç kordon boynunda taşıyan var mı başka Şehir ???

Ey Deraliyye !

Ey Mahrusa-i Saltanat !

Sahibini okumuştum, atalarımdan ve yedi cümle yabancıdan. Yirmili yaşlarda öyle olgun, öyle edebliymiş ki sahibin, Kur’an müjdelemiş, şahsiyet kazanmış genç delikanlı , genç padişah bin dört yüz elli üç yılının yeni bir çağa bu genç sayesin de gireceğini kim kestirebilirdi.Kim ? Kim?

Ey El Faruk !

Ey Darü-l Hilafe !

Seni sen de solumak gerek.Geçmişten bugüne taşımışsın ya atalarımın izini.Gönlü güzel,sultanım !...Yorgun mu düştün ?

Bırak yükünü biraz da bana ver. Dinlen Ahu Gözlü dilber !

Dinlen dizlerimde, koy başını… Kaç onca yılı geride bıraktın… Emin eldesin…uyu koy asırlık başını genç dizlerime…yükünü sayfa sayfa yazalım evraklarda taşıyalım, cümle cümle dillerde, ağıdını başımıza bağlayalım, gülüşünü yeni doğan hemşerilerine bağışlayalım, yaşadığın hüzünleri denizlerine karıştıralım kaşık kaşık,kederlerini yedi tepeye nakşedelim, sevinçlerini bayramlarımıza ekleyelim,çoluk çocuk, kadın ,erkek nasiplensin varlığından…

Lakin bunlar haddimi aşmadan gönlümden geçenler… Öyle büyük ki ruhun paylaşılamaz ve kimsede de o ruhu taşıyacak ince ruh, güçlü geçmiş ve gelecek, her günü uyanık, uykusuzluğa dayanamaz hiçbir kul, senin kadar. Pay edemem seni, yorgunsun, dinlenesin, ruhunu yenileyesin istedim, haddimi aştıysam affola… Cahilliğime verin…Öyle ya bunca zenginliği olan bu kahraman şehir,bu gazi şehir bu biçare kulun seni yere göğe koyamıyor neylersin…

Aksakallı dedem,başı yazmalı bir Anadolu anası,bıyıkları yeni terlemiş bir genç delikanlı,gözde bir komutan,narin bir gelin ama en çokta şehirlerin sultanı…Bu ad senden başkasına yakışmadı ve yakışmayacak !

Ey İstanbul’um !

Güzide şehrim ,Sultan’ım !!!

Haddime değil bilesin senin ruhundan alıp gidene, gelene seni nasiplendirmem bilesin… Anaç şehrim… kolların öyle narin ve öyle güçlü öyle güzel ki sözcüklerim sana ulaşamadan yere düşüyor… gözlerim gözlerinle buluşmuyor. Hep uzaklara, hep ileriye bakıyorsun…Bir yakalamıştım bakışını Boğaz’da…Aman Allah’ım bin bir duyguyu barındıran bakışınla bir an göz göze geldik. Anda yakaladım. O günden beri aşığınım. İki kelamın biri sensin.  sevmeyenlere şaşkın bakıyorum… Seni terk etmek ne mümkün? Bağımlıyım yüreğim seninle dolu. Aşığın çoktur senin. Bilirim ki her okur yazarın yolu seni görmekten geçer. Bıraktım yerli insanları ama yaban ellerin kulları da sana hayran…

Biz neyiz ki Türkiye’nin içinden ve dışından gelip, sen de rızıklanmaya çalışanlarız. Kah güldürür, kah süründürürsün, yetmiş iki buçuk milletin anası sevgilim, İstanbul’um…

Bak işte sığmıyorsun !

Ne yazdıklarıma!

Ne aklımdan geçenlere !

Hep bir değil binlercesi eksik kalıyor sana ulaşmak…

Oysa bendeniz, haddim olmayarak, omzundan yükünü, eğilmez başını dizlerimde dinlenmesini istiyorum. Beyhude bilirim…İnsanın dizi mi dayanır bu yüke,bir çağdan diğerine geçiş,kıtaları bağlama misyonu…Haddimi bilemeyip, edepsizlik ettim.Ben kim sense sultan diyorum ya…Ama yine de buradayım.sendeyim ve seni yaşıyorum.

Aşığınım !

Dilim döndüğünce, kadrini kıymetini, varolmanın sarhoşluğu içindeyim sen de… varoşundan, en kıymetli semtine kadar değer veriyorum.Her halinle her şeyinle güzelsin.Bir yanın kırık dökük,bir yanın bilinmez,gizemli,sarhoş gecelerin,aceleci gündüzlerin,nazın en güzelini de sen de gördüm.Yakışıyor,yakıştırıyorsun,seni her düşlediğimde karşımda sen ve ben sular içinde kız kulesinden nazar ediyorum sana…kaçıyorsun,yakalayamıyorum.Sen de yaşıyorum ama seni çok özlüyorum…Hasretimsin…Gurbetimsin varamadığım…sılamsın kana kana içemediğim…

Sultanım,

Her nerede olsa da ruhun,evvelini de ahirini de kucaklıyorum,gönül gözümle…

Bırakıp gidemediğim…Bak kelimelerim yine kifayetsiz kaldı, karşında…Rağmen vazgeçmedim senden…

Ve ben SENİ SEVİYORUM…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatmagül Abacı Arşivi

Nebi

17 Ekim 2024 Perşembe 17:13