Mehmet GÜLER
Zamanın Ötesinde Bir Düşünür Dücane Cündioğlu
Gazetecilerin ısrarlı röportaj tekliflerine: “İşlerin bu kadar aşağı düştüğü yerde bu konuları düzeyli, biçimli konuşmak gerekir. O da gazeteci olarak sizi tatmin etmez” diye reddetmesi ile hafızamda yer eden bir entelektüel. Gündeme hep sonradan dâhil olan ama söylemleriyle tartışmaları yeniden başlatan bir deha.
9 yıl önce, hayli çarpıcı ve enteresan tespitlerini tez olarak öne sürebilmek ve kendi deyişiyle ilk eserini verebilmek için, 13 yıllık köşe yazarlığı kariyerine nokta koyup 200 koli kitabıyla “mağarama çekiliyorum” diyerek Büyükada’ya taşındı.
Bir söyleşide “talebelerinizle aranız nasıl” sorusuna:
━ “Oğuz Atay’ın söylediği gibi: ‘Şimdiki gençler başka türlü babacığım demiş, ‘her sözden tek anlam çıkarıyorlar.’ Oysa ben abartıdan, çok anlamlılıktan hoşlanırım. Eh tabii, onları kızdırmaktan da. Derse başlarken ‘Benden asla hata sâdır olmaz!’ diyorum ama bakıyorum yanlış anlayacaklar, hemen ‘lütfen siz de, ben de bu iddiaya inanacak kadar aptal olmayalım’ diye latifemi açıklamak zorunda kalıyorum.” diye hayıflanan bir söz ustası.
Kendisinin “muhafazakâr ya da İslami kesimin en önemli düşünürü” olarak tanımlanmasına:
━ “Ne diyeyim, kesim kesim diyerek kesiyorlar, bölüyorlar, ayırıyorlar, çekiyorlar, itiyorlar. Düşünmenin ve hatta siyasetin hakkı verildiğinde ‘kesim’ sözcüğü bütünüyle anlamını yitirir. Benim bütün amacım insan olmak ve insan üzerine düşünmek için çabalamaktan ibaret.” (Güngörmüş/Konfor Bozan Derinlik/2013) şeklinde yaptığı yorum ile sözcüklerin hakkını veren bir düşünür.
Gayesini insan olmak ve insan üzerine düşünmek minvalinde temellendiren Cündioğlu’nu sanırım en iyi şu cümleleri tanımlar:
“Ben cemaatlerin değil cemiyetin, hükümetlerin değil devletin, toplum ve devlet karşısında ise bireyin yanındayım, yani insanın, ama hep insanın yanında. Kartacalı şair Terentius gibi diyecek olursam, öncelikle “insanım ben, insana ait hiçbir şey bana yabancı değil!”
Müslüman elitlerin en büyük zaafının güç ve iktidara tapınmak olduğunu belirten, modern dindarlığın yaşamla arasındaki kalın perdeyi sadece siyaset ve ticaret üzerinden aralamaya çalışmasını eleştiren, dogmatizmi insan bilincinin bilinen en eski hastalığı olarak niteleyen ve İslam dünyasını en büyük eksikliği nedir sualinin cevabını “düşünmeyi unutmak” olarak veren Cündioğlu; “İslami entelijansiyanın entelektüel hüviyetini gün geçtikçe kaybettiği bu zaman diliminde parmakla gösterilebilecek sayılı birkaç entelektüel”den biridir.
"Neden? “İslâmcı hareket”, bu entelektüel hüviyetini niçin yitiriyor? Doğrusu, hemen herkes, -en azından bu camiada eli kalem tutan, düşünen çoğu aydın- bu “gerileyişin farkında… Ve bu gerçek, herkesin malûmu, malûmu i’lâmın ise bence bir faydası yok. Buna karşılık bu çözülme ve gerileyiş, nedense siyasal pozisyonlara bağlı/bağımlı kalındığından, siyasetin yedeğinde bir olgu olarak algılandığından, bir türlü ondan bağımsız bir entelektüel sorun olarak tartışılamıyor, tartışılmak istenmiyor. Açıkçası siyaset, bir siyasal partinin pozisyonu, seçimler vs. entelektüel İslâmcı hareketin önüne geçmiş durumda; daha doğrusu entelektüel gündemin yerini, popüler/siyasi gündemler almış durumda. Oysa bir entelektüel hareket, siyasi pozisyonlara bağlı/bağımlı olarak gelişmez. Çünkü siyasal partiler, doğalarının gereği yıpranır, zamanla yerlerini yenilerine bırakırlar; ancak düşünce hareketleri, hele bu toplumun ve Ortadoğu’nun derinliklerine kadar nüfuz etmiş İslâmî hareket, popüler siyasetin yedeğinde kalmayı kabullenecek bir hareket değildir. Bu bağlamda Müslüman aydınlar da düşünsel/sanatsal faaliyetlerini, bir siyasi pozisyona/partiye bağlı olarak değil, entelektüel bir plânda kalarak ve İslâmcı düşüncenin özerkliği içinde yürütmelidirler. Bence acil olarak ve siyasi pozisyonların dışında kalarak, İslamcı hareketteki bu entelektüel gerileme ve bu düşünsel/zihinsel faaliyetlerin rehavetin nedenleri açık yüreklilikle tartışılmalıdır. Tartışılması gereken bir başka olgu da bu önemli sorunun neden ve niçin açık yüreklilikle tartışılamadığıdır. “
Prof. Dr. Alâeddin Karaca’nın İslami entelijansiyanın entelektüel hüviyetini yitirmesi üzerine kaleme aldığı bu satırları Cündioğlu gibi düşünürlerin bu hareket için önemini daha da keskinleştrmektedir.
“Ülkemin düşünce namusu benden sorulacakmış gibi düşünüyorum. Hatta koca İslâm âleminde bir tek düşünen benmişim gibi düşünüyorum." diyen Cündioğlu entelektüellerin dışlandığı/ötekileştirildiği bu topraklar için sahiplenilmesi değerinin bilinmesi elzem olan bir değerdir. Zamanın ötesi bir düşünür olması hasebiyle bu zaman diliminde anlaşılamamasını idrak etmek mümkün. Lakin böyle güzide dehalarımızın kıymetini hep sonradan idrak etmek de en hafif tabir ile biraz ahmaklık olacaktır.
Yazıma; “Yazdıklarımın önemli bir kısmının 70-80 yıl sonra asıl muhataplarını bulacağını düşünüyorum Çünkü Türkiye’de dindarlık henüz benim söylemek istediğim şeyleri duymaya hazır değil. Ben dindarlığın şehirleşmesi gerektiğine, inansın inanmasın, insanın Tanrı’yla şehirde karşılaşması gerektiğine inanan biriyim. Şehirde yalnızlaşan bireylerin ihtiyaç duydukları kaynaklardan biri de din dili olacaktır. İşte ben bu yeni din dilini inşa etmeye çalışıyorum.” diyen Cündioğlu’nun çarpıcı tespitlerinden derlediğim sözleri ile son veriyorum:
“Zamanın ötesi”nden seslenen bu entelektüelin zamanında ötesinde değil, “zamanında” anlaşılabilmesi umuduyla…
Öğrenmek yalnızlaştırır, öğretmekse toplumsallaştırır. Düşünmenin ıstırabı kişinin toplumla olan bağlantılarını koparır. O da bir tek koşulla, düşünmenin hakkını vermek koşuluyla..
Dücane Cündioğlu
30 yıldır fiilen hiçbir gruba angaje olmadım. Çoğunun sloganı vardı, çıkarı vardı, ama fikri yoktu. Düşünmek, insanı insana unutturacak akıntılara karşı durmak demektir. Hiçbir inancın, hiçbir fikrin, insana insanı unutturmasına izin verilemez!
Dücane Cündioğlu
Ben aydınları hiç önemsemedim, kendime âlimleri örnek aldım. Aydın demek, benim nazarımda bilgiç demekti. Bir talip, talip olacaksa bilgin ve bilge olmaya talip olmalıydı, aydın olmaya değil! Ben de öyle yaptım, bilgiçlerden hep uzak durdum.
Dücane Cündioğlu
Bir fikir adamına sakız çiğnemek yakışmaz. Bilineni bildirmek, tanınanı tanıtmak onun görevi değildir.
Dücane Cündioğlu
Nuh gemisine almadı beni.
Tektim çünkü.
Çokluğu tehdit eden teklikti tekliğim, tekilliğim.
Elendim, tek kaldım, çokluk içinde.
Dücane Cündioğlu
Düşünme dişil bir nitelik kazanmadıkça güzelliği kendisine konu edinemez. Sanatın alanına girdiğimizde Doğan Doğa’dan değil, Doğuran Doğa’dan söz ettiğimizi farketmek zorundayız. Yaratı, özü gereği dişil bir faaliyettir çünkü. Bilinç döllenmek ister.
Dücane Cündioğlu
Yüksek düşünce ve sanat saf ve arı yapılardan hoşlanmaz, her halukarda cosmopoliticum şart! Kosmopolites. Yani farklı din, dil, ırk ve kültür zenginliklerini bir arada tutmayı başarabilmiş toplum yapıları. Yüksek düşünce ve sanatın varolabildiği toplumlarda ancak siyaset farklılıklara karşı hürmetkâr ve müeddeb davranmak zorunda hisseder kendini. Aksi takdirde ırksal saflık, dinsel yalınlık, düşünsel kesinlik, kültürel mutlakiyet başgösterir ki kelimenin tam anlamıyla bu bir kabus olur.
Dücane Cündioğlu
Ben yıllarca, sözcüklerle ve kavramlarla düşündüm. Oysa Sanat ve Felsefe’de renklerle ve çizgilerle Mimarlık ve Felsefe’de taş, ahşap, demir, çelik, cam ile, “Sinema ve Felsefe”de ise bunların hepsiyle düşünmeye çalıştım. En büyük fark bu, düşünme faaliyetimin malzemesi.
Dücane Cündioğlu
Uzun yıllar sadece düşüncelerimi yazdım, bu benim için kolaydı. Sonra, yavaş yavaş iç dünyam yazılarıma sızmaya başladı. Bu,bir köşe yazarı için pek de sağlıklı olmayan bir durum. Kendimi yeterince perdelemeyi beceremediğimi görünce yazmaktan vazgeçtim.
Dücane Cündioğlu
Akıl, özne ve iktidar çün ile tezahür eder: ne içün diye sorabilmekle ve çün ki diye yanıt verebilmekle. İnsanın ayrıcalığı yanıtlamak değil, sormaktır, hem de hiç vazgeçmeksizin, ısrarla, biteviye, doğanın yaşamın insanın anlamını sormak.
Dücane Cündioğlu
Hainler, alçaklar, kahpeler edebiyatı yönetimde duygusallığın, yani irrasyonalitenin alametidir. Nitekim Meşruiyyet ve Cumhuriyet dönemlerinde, siyasi olgu ve gelişmeleri hala sadakat-ihanet kavramlarıyla açıklamanın sıradan zekaları tatmin ediyor oluşu bu yüzdendir.
Yönetimde ehliyet arayışı hala ikincildir. Siyasi liderler çoğunlukla kişinin işi bilip bilmediğini değil, 'bizden' (!) olup olmadığını önemsemektedirler.
Dücane Cündioğlu
Camiye ‘öteki’ giremez, ama tekkeye girer, tıpkı partilerde olduğu gibi camilerde de gürültü yasaktır, safları bozamazsın, düzeni sarsamazsın, bütün kadar parçaya önem veremezsin, komutla yatar komutla kalkarsın, ama tekkede gürültü demek harmoni demektir, farklılık zenginliktir, sıradışılık bir hastalık olarak görülmez, aksine birkaç ismin değil sonsuz sayıda esmanın tecellisi olarak hürmete şâyandır.
Korku büzer ve daraltır çünkü, sevgi ise çoğaltır ve çeşitlendirir, bu nedenle caminin temelinde korku ve birlik, tekkenin temelinde sevgi ve çokluk yer alır. Camide kudret, ciddiyet ve kat’iyet vardır, insan gönlünün simgesi olan tekkede ise tevazu, hüzün ve neş’e!
Dücane Cündioğlu
Düşünülürse bulunabilir. Ama Mecnun’a çölü sormayınız, çöldeki manzarayı, kesinlikle bilmez, kayboluşunun nedenlerini size açıklayamaz. Asalet demek kök demektir, köken demektir. Derine, daha derine kazmak zorundayım. Elimde değil. Bir sevdanın peşinden sürüklenip duruyorum sadece. Otuz beş yıldır. Kendimi bilmeyi istediğim günden beri."
Dücane Cündioğlu
Tolstoy, Dostoyevski, Tarkovski dindardı. Goethe, Blake, Balzac, Van Gogh, Cezanne, Mondrian, bunların hepsi de kelimenin tam anlamıyla dindar insanlardı. Sanatçının dindarı değil, muhafazakârı olmaz. Çünkü sanatın göğünde, katlara vazgeçişlerle çıkılır, perdeler zayıflıklarla açılır.
Dücane Cündioğlu
Dindarların da günaha ihtiyacı var. Kendilerini tanımaya. Günah işlemeye değil, işledikleri günahları idrak etmeye. İnsan kendi sınırlarının dışına çıkma eğilimi taşır, sırf özgürlük duygusunu tatmak için. Müminler günah, seküler bireyler suç dolayımında bu duyguyu tecrübe ederler. O nedenle kendi sınırlarını yoklamadıkça evrenini idrak edemez insan. Düşünürler ve sanatçılar sınırları çiğneme, kenarlardan taşma eğilimlerini nadiren bastırırlar. “Yola çıkmak yoldan çıkmaktır” der dururum bu yüzden.
Dücane Cündioğlu
Büyük devletler, büyük uluslar sadece hatırladıklarıyla değil, unuttuklarıyla da büyük olmayı başarırlar. O yüzden bizim sadece hatırlamaya değil, unutmaya da ihtiyacımız var. Sırf el sıkışabilmek için. Barış içinde yaşayabilmek için. Cumhuriyetin bir tarafı unutarak var olmaya çalıştı. Şimdi ikinci tarafı hatırlayarak var olmak istiyor. İkisi birleştiğinde, hem hatırlamanın hem de unutmanın hakkını verebildiğimizde Türkiye’yi daha iyi günler bekliyor.
Dücane Cündioğlu
Aklı olmayan dinle mükellef değildir zaten. Düşünme inançtan önce gelir. Düşünmenin eşlik etmediği her inanç şiddet doğurur. İslam dünyasındaki bu şiddet düşüncenin inanca eşlik etmemesinden kaynaklanıyor. Saf inanç yüksek duygusallıklar üretir, yüksek duygusallıklar ise şiddet.
Dücane Cündioğlu
Eylemin ve kuramın namusu kararlı olmakla, inad etmekle, ben yaptım oldu demekle değil, bilakis hakikate hürmeten kuş gibi ürkek davranmakla korunur. Yaptıklarımızın, yapacaklarımızın doğruluğundan yüzdeyüz emin olmak haklılığımızın değil, cehaletimizin alametidir.
Dücane Cündioğlu
Yanlışın yaygınlığı onu doğru haline getirmez.
Dücane Cündioğlu
İnsan yaptıklarından çok, yapmadıklarıyla insandır. Kaçındıklarıyla.
Dücane Cündioğlu
Korkunun olduğu yerde zekadan söz edilemez. Zekanın lafı mı olur, Türkiye korkmaktan vazgeçtiğinde, belki de o gün, beyninde değil, kalbinde saklı akılla asıl düşünmeye başlayacaktır.
Dücane Cündioğlu
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.