Ülkücü şehit Hasan Hüseyin ve Bedri Akbaş'ın anneleri hakka yürüdü
Ülkücü şehit Hasan Hüseyin ve Bedri Akbaş'ın anneleri Ayşe ana tedavi gördüğü hastanede hakka yürüdü.
Ülkücü şehit Hasan Hüseyin ve Bedri Akbaş'ın anneleri Ayşe ana tedavi gördüğü Kahramanmaraş Necip Fazıl Kısakürek Hastahanesinde verdiği yaşam mücadelesini kaybederek hakka yürüdü.
HASAN HÜSEYİN AKBAŞ KİMDİR?
Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesine bağlı Maraba (Çatova) köyünden olup 27 yaşındaydı. Ailece, köyde oturuyorlardı. Kıbrıs Savaşı gazisiydi. Kahramanmaraş Eğitim Enstitüsü'nde okuyordu. Mayıs 1978'de, ETKO'nun başkomutanı olduğu iddiasıyla tutuklanmıştı. Adana Kapalı Cezaevi'nde yatmaktayken olay günü 15 Mart 1980'de Ülkücülerin bulunduğu koğuşlara yapılan büyük bir baskın sırasında yanındaki bir arkadaşıyla birlikte şiş ve bıçak darbeleri ile delik deşik edilerek şehit edildi. Cenazesi, memleketinde toprağa verildi. Cezaevine girdikten iki ay sonra kardeşi de Elbistan'da şehit edildi.
HASAN HÜSEYİN AKBAŞ ŞEHİT EDİLİŞİ
Adana Kapalı Cezaevi’ndeki ülkücüler son derece sıkıntılı günler yaşıyorlardı. Sayıları ikiyüz kadardı ve Dördüncü Bölüm’e konulmuşlardı. Dördüncü Bölüm ise, cezaevinin tam ortasındaydı. Üç tarafları solcular tarafından çevrilmişti. Üstelik, solcuların sayısı da binin üzerindeydi. Cezaevindeki bölümleri, sadece büyük demir kapılar ayırıyordu. Ancak, bunlar hiç bir işe yaramıyordu. Solcu gençler, sık sık bu kapıları kendi görüşlerindeki gardiyanlara açtırıp, ülkücülere baskınlar düzenliyorlardı. Bunlardan en kanlısı, 1979 yılında gerçekleşti. Bir öğle vakti, ülkücülerin üzerine yağmur gibi taş yağmaya başladı.
Solcular, cezaevinin çatılarına kadar çıkmışlardı. Sloganlar, cezaevinin dışından da duyuluyordu: - Kahrolsun faşistler, kahrolsun faşistler. Belli ki bu saldırı planlı yapılıyordu. Ülkücü gençler, neye uğradıklarını şaşırmışlardı. İlk anda, meydanda bulunanlardan 10 kadarı atılan taşlarla yaralandılar. O sırada Abdurrahman Kılıç ve Hasan Hüseyin Akbaş, kapıya yakın bir yerdeydiler. Kaçmaya çalıştılar, ama dört bir yandan taş yağdığı için kaçamadılar. Akbaş, kapının önünde şişlendi. Arkadaşları taş yağmuru arasında yardım etmeye koştular. Ancak, çok geç kalmışlardı. Ökkeş Şendiller yanına gittiğinde, Hasan Hüseyin Akbaş Kelime-i Şahadet getiriyordu: -Eşhedü... Olmadı, sonunu getiremedi.
Akbaş’ın dudaklarından sadece bu kadarı döküldü. O sırada, sol görüşlü gençler Abdurrahman Kılıç’ı yakaladılar ve kendi bölümlerine doğru çektiler. Ardından da saldırı için açtıkları kapıyı tekrar kapadılar. Arkadaşları solcuların eline düşmüştü. Ülkücü gençler kapıya yüklendiler. Bütün çabalarına rağmen, kapı bir türlü açılmıyordu. Yaklaşık 15 dakika sonra kapıyı açtıklarında, Abdurrahman Kılıç’ı bir kan gölünün içinde buldular. O da çeşitli yerlerinden bıçaklanmış ve şişlenmişti. Ancak, nabzı atıyor, henüz yaşıyordu. Abdurrahman Kılıç’ı, kollarından tutarak kendi bölümlerine doğru çektiler.
Hep birlikte bağırmaya başladılar: - Asker, yaralı var, ölü var... Bu bağırmalar hiç bir işe yaramıyor, çatılardan yağmur gibi taş ve kiremit yağmaya devam ediyordu. O arada, Abdurrahman Kılıç da sürekli olarak kan kaybediyordu. Çatışma, tam üç saat sürdü. Asker içeri girdiğinde, artık çok geçti. Abdurrahman Kılıç, kan kaybından hayatını kaybetmişti. Hasan Hüseyin Akbaş ve Abdurrahman Kılıç için yapacak hiçbir şey yoktu. Askerler, yaralanan ülkücüleri cezaevi arabasına bindirdiler. Hastaneye götürmek üzere yola çıktılar. Bu sırada planın ikinci parçası uygulamaya konuldu. Yaralıların götürüldüğü cezaevi aracı, Adana sokaklarında kurşun yağmuruna tutuldu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.