Kahramanmaraş’ın Milli Değerleri!
Bu değerlerin başında edebiyat dünyamızı aydınlatan önemli şahsiyetler geliyor. Kahramanmaraşlı bu şahsiyetler Türk edebiyat tarihine damga vurmuştur.
YEDİ GÜZEL ADAM’IN AĞABEYİ:
NURİ PAKDİL
”Yüreğimin yarısı Mekke’dir, geri kalanı da Medine’dir.
Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır.”
Kahramanmaraş’ta 1934’te dünyaya gelen Nuri Pakdil, ailesinin tavrı nedeniyle eğitim hayatını aralıklarla sürdürdü. İlkokuldan itibaren yazmaya başlayan Pakdil, ortaokuldayken tanıştığı “Büyük Doğu” dergisiyle hem düşünce ve hem de yazı macerasına ivme kazandırdı.
Ailesinin okumasını istemediğini “Bir Yazarın Notları”ndaki yazısında dile getiren usta edebiyatçı, bu durumu şöyle anlatmıştı:
“İlkokulun öğretisiyle, annemin babamın öğretisi kanlı bıçaklı savaş halinde miydi birbiriyle? Ama evimize kimi günler oturmaya gelen o çok sevdiğim bayan öğretmenimi, annem de çok sevmez miydi? Annem, bazen bu öğretmenimle de gözyaşları içinde konuşmaz mıydı? Şu ilkokul, hep düğüm atılan acayip bir iplik miydi? Annem, babam ilkokuldan, genelde, tüm okullardan neden bu denli tiksiniyordu? Başka kentlerde de var mıydı ilkokulu, genelde tüm bu okulları özdeş bir duyguyla gören anne babalar?”
Lise yıllarında “Hamle” dergisini çıkardı
Ortaokula 3 yıl gecikmeli başlayan Pakdil, 1954 -1955 yıllarında Maraş Lisesi’nde okurken, beraber eğitim gördüğü iki arkadaşı ile birlikte “Hamle” isimli edebiyat dergisini çıkardı. Bu küçük lise dergisi Ankara’dan İstanbul’a birçok yazarın ve şairin dikkatini o dönem çekmişti.
Nuri Pakdil, Maraş Lisesi’nin ardından İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Kahramanmaraş’ta çıkan “Demokrasiye Hizmet” ve “Gençlik” gazetelerinde de yazıları yayınlanan Pakdil, bir süre “Yeni İstiklal” gazetesinde sanat sayfaları düzenledi.
Üniversite yıllarında aralarında Sezai Karakoç ve Necip Fazıl Kısakürek’in de bulunduğu edebiyatçı, sanatçı birçok düşünürle yakın ilişki kurdu.
Yedi Güzel Adam ile Edebiyat dergisini çıkardı
Nuri Pakdil, edebiyat hayatı boyunca “Büyük Doğu” ve “Diriliş” dergileriyle de güçlü bağlar kurdu. Bu dergilerin çevresinde ayrıca çok sayıda yeni şair ve yazar yetişti. Pakdil, Diriliş dergisinin yayına ara verdiği ve bir daha basılıp basılmayacağının belli olmadığı dönemde, Türk edebiyatında “Yedi Güzel Adam” olarak bilinen ekipten Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt ve Akif İnan ile “Edebiyat” dergisini yayınlamaya başladı.
“Sabır üssü” olarak tanımladığı “Edebiyat” dergisi, 1969’un Şubat ayından 1984 Aralık’a kadar aylık olarak okuyucuyla buluştu. Pakdil, dergide yazanlara müstear isimler takmakla meşhurdu. Kendisinin de dergide 16 farklı ismi bulunan Pakdil, en çok “Ebubekir Sonumut” adını kullandı.
Pakdil, bu süreçte 1972 yılında Edebiyat Dergisi Yayınları’nı kurdu. Bu yayınların ilk kitabı Pakdil’in “Batı Notları” oldu.
“Hız telâşı tedirgin etti iç sistemimizi. Belki en iyisi yürüyerek gidilir yaşamaya.”
1984 yılına kadar 18 kitap çıkardı
Pakdil, 1984 yılına kadar “Biat”, “Batı Notları”, “Bir Yazarın Notları”, “Anneler ve Kudüsler”, “Klas Duruş”, “Edebiyat Kulesi”, “Bağlanma”, “Sükut Suretinde”nin de aralarında olduğu 18 kitap çıkardı.
Nuri Pakdil ‘in “Otel Gören Defterler” başlıklı 6 kitaptan oluşan deneme serisi 1997’den itibaren okuyucuyla buluştu. Uzun bir dönem otellerde yaşayan Pakdil, bu seride inzivaya çekilmiş bir yazarın tahlillerini, sorgulamalarını ve kendisiyle hesaplaşmalarını kaleme aldı.
Kitaplarıyla deneme türünün ustalarından
Yazarın “Bağlanma” adlı kitabı da birçok açıdan onun ve Edebiyat Dergisi’nin edebiyat ve düşünsel bağlamının anlaşılabilmesi için manifesto niteliğindeydi. Hem Orta Doğu hem Batı edebiyatından yaptığı şiir ve düşünce yazısı çevirileriyle edebiyat dünyasında farkını ortaya koyan Pakdil, “Bir Yazarın Notları” adlı eserinde amacını “İnsan! Seni savunuyorum; sana karşı!” cümlesiyle özetlemişti.
,”Benim için yazı yazmak bir bakıma savaşmak demektir”
Pakdil, devrimciliğinin temelini, İslam’a olan sarsılmaz bağlılığının oluşturduğuna da her zaman sözleriyle dikkati çekerek, şu ifadeleri kullanmıştı:
“İslam dini kıyamete kadar sürecek sürekli devrim anlayışını öngörür. Yeryüzünde zulüm, haksızlık, adaletsizlik var olduğu sürece, bu zulmün, bu haksızlığın, bu adaletsizliğin kaynağı olan egemen güçlerin yok edilmesi için, Müslümanların devrimci mücadelesi de sürecektir. Kirli mülkiyete karşı, kara siyasaya karşı devrimci savaş kesintisiz sürecektir. Çünkü İslam dini bunu öngörmektedir. İslam dini özgürlükçüdür, ilericidir, devrimcidir, bağımsızdır, sömürünün her biçimine karşıdır, başta anamalcılığa karşıdır, başta yabancılaşmaya karşıdır İslam Öğretisi. İnsanın, yalnızca, ’emeğinin karşılığını yiyebileceğini’ vurgular bu din.
Benim için yazı yazmak bir bakıma savaşmak demektir. Çünkü yazılarımda, her türlü putçuluğa karşı, her türlü yabancılaştırmaya karşı, her türlü sapmalara karşı vermekte olduğum savaş anlatılmaktadır. Yazılarımda kirli mülkiyet tutkusunun insanı ele geçirmesi anlatılmaktadır. Yazılarım, kapitalizme ve sömürü düzenine karşı bir tepkiyi, bir eleştiriyi ifade etmektedir.”
Kudüs’üne 81 yaşında kavuştu
Türk edebiyatının “Kudüs Şairi” olarak tanımlanan usta yazar, Kudüs için hissettiği yürek sızısını, “Yüreğimin yarısı Mekke’dir, geri kalanı da Medine’dir. Üstünde bir tül gibi Kudüs vardır” ifadeleriyle kaleme döktü.
Nuri Pakdil, 2015’te 81 yaşında geldiğinde Kudüs’e giderek, Mescid-i Aksa’da cuma namazı kıldı ve hayali gerçek oldu.
Türkiye’deki İslami uyanışa büyük önem veriyorum
İslam dünyasının Kudüs’e tavrını çok “trajik” bulduğunu dile getiren Pakdil, “Zaten İslam dünyası kendi arasında kavgalı durumdadır ve maalesef Kudüs’e yönelme imkanı şu anda gözükmüyor. İslam dünyasının kurtuluşu ancak ve ancak Türkiye’nin ayağa kalkmasıyla mümkün olacaktır. Ben yeryüzündeki İslami hareketin, Türkiye’den başlayacağına inanıyorum. Bu inancı içimde her zaman capcanlı tutuyorum. Türkiye’deki İslami uyanışa büyük önem veriyorum.” demişti.
Nuri Pakdil, üst solunum yolları enfeksiyonu nedeni ile kaldırıldığı Ankara Şehir Hastanesi’nde 18 Ekim 2019’da 85 yaşındayken hayatını kaybetti.
Usta edebiyatçının cenazesi, Hacı Bayram Veli Camisi’nden kılınan cenaze namazının ardından Taceddin Dergahı’nda defnedildi.
Nuri Pakdil’in 7 Güzel Adam’ın her birisi için bir tanımlamada bulunuyordu:
“Rasim Özderen denge adamı, Akif İnan iadam, Alaeddin Özdenören deli fişek, Cahit Zarifoğlu artist, Erdem Bayazıt Beyoğlu beyzade”
GÜL YETİŞTİREN ADAM:
RASİM ÖZDENÖREN
“İçinizdeki İslam’ı gösterin. Çünkü İslâm, sizin üzerinizde görünmek ister. İman gizlidir, İslâm açık. İman kalbtedir, İslâm zahirde.”
Rasim Özdenören 1940’ta Maraş’ta dünyaya geldi. Şair Alaeddin Özdenören’in ikiz kardeşi olan yazar, Kahramanmaraş Lisesinde, edebiyatla yakından ilgili Erdem Bayazıt, Hasan Seyithanoğlu, Sait ve Cahit Zarifoğlu kardeşlerle arkadaş oldu.
Öğrencilik yıllarında arkadaşlarıyla Türkiye’nin önde gelen edebiyat dergilerini izleyip, yerel gazetelerde sanat sayfaları düzenlemeye başlarken, birlikte, o dönem yayınına ara verilen Maraş Lisesinin Hamle dergisini yeniden çıkardılar.
İlk hikayesi Varlık’ta 1957’de yayınlandı
Usta yazarın ilk hikayesi, “Akarsu”, Varlık dergisinde 1 Ocak 1957’de çıktı. Aynı dergide, “Kasap” ve “Bayır Dereden Öyküler” adlı eserleri de yayınlandı. Özdenören’in ilk hikayeleri 1957-1958 arasında Türk Sanatı ve Arayış dergilerinde okuyucuyla buluştu.
Usta kalem, edebi hayatı için bir dönüm noktası olan lise öğrenimini 1958’de tamamladı.
Üniversite öğrenimi dolayısıyla ailesiyle İstanbul’a taşınan Özdenören, İstanbul Üniversitesinde, İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsünü 1964’te, Hukuk Fakültesini ise 1967’de bitirdi.
“Biz hepimiz lüzumundan fazla ciddiyiz.. Belki de bunun için mutlu olamıyoruz…”
Sezai Karakoç ile 1962’de tanışan yazar, 1964-1965’te Yeni İstiklal gazetesinin sanat sayfasını yönetti, 1950’li yıllarda yazdığı, “Eskiyen”, “Oda”, “Yolda”, “Kan Otları”, “Mani Olunmuş Adam”, “Ricat”, “Çark”, “Sabah”, “Koridor” ve “Düğüm” adlı hikayelerini aynı sayfada yayımladı.Türk hikayesinde yerlilik unsurunu benimseyen
Özdenören, 1969’da Nuri Pakdil, Mehmet Akif İnan, Erdem Bayazıt ve Alaeddin Özdenören ile “Edebiyat” dergisinin kurucuları arasında yer aldı.
1969’da Edebiyat dergisinde yazıları yayınlandı
Akif İnan ve Erdem Bayazıt gibi isimlerle 1969’da, Nuri Pakdil’in yayımladığı “Edebiyat” dergisinde yazılar kaleme alan Özdenören, “Kalkınma İktisadı” konulu yüksek lisans çalışması için 1970’te ABD’ye gitti.Usta yazar,
New Mexico Üniversitesinde tezini tamamlayamadan geri dönerek, Eylül 1971’de Ayşe Çalkaya ile Kahramanmaraş’ta evlendi. İkilinin, Ömer Ümran ile Merve adını verdiği iki çocuğu dünyaya geldi.
7 Güzel Adam’dan biri
Cahit Zarifoğlu, Mehmet Akif İnan, Erdem Bayazıt ve Alaeddin Özdenören ile 1976’nın sonunda “Mavera” dergisini kuran yazarın, hikaye ve yazıları Varlık, Türk Sanatı, Arayış, Hamle, Dost, Soyut, Yeni İstiklal, Diriliş, Edebiyat, Mavera, Yeni Devir, Yeni Zemin, Yedi İklim, Kaşgar, Hece, Zaman, Yeni Şafak, Yeni Dönem’de yayımlandı.
Özdenören, 1967’de ilk kitabı “Hastalar ve Işıklar”ın ardından 1973’te “Çözülme”, 1974’te “Çok Sesli Bir Ölüm” adlı kitaplarını okuyucuyla buluşturdu. Prag’da yapılan Uluslararası TV Filmleri Yarışması’nda Jüri Özel Ödülü’nü kazanan Çok Sesli Bir Ölüm 1984’te, Çözülme ise 1973’te, televizyona film olarak uyarlandı.
Yazarın “Çarpılmışlar” kitabı 1977’de, “Gül Yetiştiren Adam” romanı 1979’da, “Denize Açılan Kapı” eseri 1983’te, Hz. Yusuf kıssasından yola çıkarak kaleme aldığı “Kuyu” 1999’da, “Ansızın Yola Çıkmak” ile “Hışırtı” 2000’de, “Toz” ise 2002’de okuyucuyla buluştu.
Rasim Özdenören’in, Türk edebiyatına damga vuran Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Nuri Pakdil, Mehmet Akif İnan, Alaeddin Özdenören ve Ali Kutlay’dan oluşan 7 güzel adam arasında yer aldığı belirtiliyordu.
İçerikte medeniyetten, gelenekselden ve maneviyattan kopuşun doğurduğu çelişkileri, çözülmeleri, buhranları anlatan yazar modern okumalar eşliğinde tezini sağlamlaştırdı. Özdenören’in geleneksel ve modern harmanlaması diline de sirayet etti.
Bütün eserleri İz Yayıncılık’tan çıkan usta isim en son aylık yayımlanan Hece dergisinin yayın yönetmenliğini üstlenmişti.
Sağlık sorunları nedeniyle bir süredir Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde tedavi gören Rasim Özdenören, 82 yaşında, 23 Temmuz 2022’de hayatını kaybetti.
TÜRK EDEBİYATININ ZARİF ŞAİRİ:
CAHİT ZARİFOĞLU
“Seçkin bir kimse değilim
ismimin baş harfleri acz tutuyor
Bağışlamanı dilerim”
Temmuz 1940’ta Ankara’da dünyaya gelen Cahit Zarifoğlu, okuma-yazmayı, resim yapmayı ve Kur’an-ı Kerim okumayı, okula başlamadan önce, annesi Maraşlı Evliyazadelerden Şerife Hanım ile anneannesi ve mahalle hocalarından öğrendi.
Zarifoğlu, Şanlıurfa’da başladığı ilköğrenimini, 1951’de Kahramanmaraş’ta tamamladı.
Babasının görevi sebebiyle Zarifoğlu’nun çocukluğu Silvan, Baykan, Siirt, Siverek ve Kızılcahamam’da geçti. Usta kalem, lise son sınıfta edebiyat ve matematik derslerinden bütünlemeye kaldığı için 1955’te başladığı lise öğrenimini 1961’de bitirdi.
Kahramanmaraş’a dönerek kısa bir süre vekil öğretmenlik yapan Zarifoğlu bir gazetede çalışmaya başladı. Başarılı edebiyatçının ilk şiirleriyle denemeleri, yerel gazete ve dergilerde yayımlandı.
Lise dönemi hayatının dönüm noktası
Lisede Türk edebiyatının önemli isimleriyle dostluklar kurdu
Zarifoğlu ile Türk edebiyatının önemli isimlerinden Rasim Özdenören, Alaeddin Özdenören, Erdem Bayazıt, Ali Kutlay ve Mehmet Akif İnan’ın Maraş Lisesinde başlayan arkadaşlıkları, “Diriliş”, “Edebiyat” ve “Mavera” dergilerinde sürdü.
Daha sonra “Yedi Güzel Adam” olarak da hatırlanacak olan aynı arkadaş grubu, 1956-1959 arasında “Yenilik”, “Yeni Ufuklar”, “Seçilmiş Hikayeler”, “Türk Sanatı”, “Varlık”, “Yeditepe”, “Dost”, “Pazar Postası” gibi yayınlarda yer alarak, “Maraş’ın Sesi” gazetesinin sanat sayfasında yazı ve eleştiriler kaleme aldı.
“Ve oturdu mu bir masaya
Hakkını verir çay içmenin”
İlk şiir kitabı İşaret Çocukları’nı aynı yıl kendi imkânlarıyla 1967’de bastırdı. Şair, sonradan kitabının, dağıtım imkânı bulamadığı için yazıhanesine bıraktığı kişilerce ısınmak amacıyla yakıldığını duydu.
“Bu adam kitapların uçlarına
Çizilmiş itilmiş resim
Korkmadan yaşar tebessüm gösterir
Ağır başıyla nöbet alır
Dağdan kaçar şehri çevirir
Ve bırakır gönlünü bir tazı sıçramasına”
Çıkmasına ön ayak olduğu “İnkılap” gazetesinde yaptığı haberlerin yanı sıra günlük yazılar yazan ve sanat sayfası hazırlayan Zarifoğlu’nun bu sayfalardaki yazıları, 1980’de çıkan “Yaşamak” kitabında topladığı günlüklerinin ilk örnekleri oldu.
Zarifoğlu, 1961’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümüne girdi, uzun süren öğrenciliğin ardından 1971’de mezun oldu.
Kısakürek ve Karakoç etkisi
İstanbul’da üniversite öğrenimi gördüğü dönemde, Necip Fazıl Kısakürek ile Sezai Karakoç’un, Cahit Zarifoğlu’nun kişiliği ve şiiri üzerinde büyük etkisi oldu.
Yazı hayatı boyunca lisedeki arkadaş grubuyla birlikte hareket eden Zarifoğlu’nun şiirleri Mart 1966’da yeniden çıkmaya başlayan “Diriliş” dergisiyle “Türk Dili” ve “Soyut” dergilerinde, Cemal Süreya’nın “Papirüs”ü, Memet Fuat’ın “Yeni Dergi”sinde yayımlandı.
Cahit Zarifoğlu, haftalık “Yeni İstiklal” gazetesinin Rasim Özdenören tarafından yönetilen sanat sayfasında 1965’te asıl başlangıcını yaptı.
Abdurrahman Cem ve Cahit Zarifoğlu imzalarıyla peş peşe 13 şiir kaleme alan başarılı edebiyatçı, bu şiirleri 1967’de yayımladığı ilk kitabı “İşaret Çocukları”na aldı.
“Yedi Güzel Adam” kitabı 1973’te çıktı
Edebiyat çevrelerinde ilgiyle karşılanan, ilk kitabını kendi parasıyla çıkaran ve yeterince dağıtamadığı için büyük kısmı elinde kalan Zarifoğlu’nun Eylül 1973’te çıkan ikinci kitabı “Yedi Güzel Adam”, en bilinen eserlerinden biri oldu.
Zarifoğlu, Nuri Pakdil, Mehmet Akif İnan, Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt ve Alaeddin Özdenören ve Ali Kutlay’ı “Yedi Güzel Adam” şiirinde anlatmış ve bu grubun adı artık, “Yedi Güzel Adam” olmuştu.
Şairin “İns” adlı eseri 1974’de Edebiyat Dergisi Yayınları arasında çıktı.
Hayatının sonuna kadar TRT’de çalıştı
Cahit Zarifoğlu 1976’da TRT Genel Müdürlüğü’nde mütercim-sekreter olarak görev aldı. Bu kurumda önce Ankara’da 1983’ten sonra da İstanbul Radyosunda olmak üzere ölümüne kadar çalışmaya devam etti.
Necip Fazıl’dan “artist” seslenişi
Amatör çizimler yapan başarılı edebiyatçıya, Kısakürek’in “artist” diye seslenmesinin ardından, liseden itibaren “Aristo” olan lakabı, “Artist” oldu.
İçine kapanık bir karakteri olan ve şiirini temelde “İkinci Yeni”nin kazanımları üzerine kurarak bu akımda kendi yeniliğinin peşine düşen Zarifoğlu, alışılmadık söz dizimiyle, imge ve bütünlüğe verdiği önemle, Türk şiirine kendi orijinalliğini getirebilen şairlerden biri oldu.
Şiir yazmakta zorlanmayan, kendi deyimiyle “ilhamı ele geçiren” Zarifoğlu’nun şiirleri İngilizce ve Arapçaya çevrildi.
Gül Çocuk dergisinde de yazan Zarifoğlu, “Çocuklar için yazmak, acılarımı azaltıyor.” ifadelerini kullanmıştı.
Şair, pankreas kanseri nedeniyle, 7 Haziran 1987’de İstanbul’da vefat etti.
Abdurrahman Cahit Zarifoğlu “Sultan” şiirinde şöyle seslenmişti:
“Seçkin bir kimse değilim/ ismimin baş harfleri acz tutuyor/ Bağışlamanı dilerim
Sana zorsa bırak yanayım/ Kolaysa esirgeme/ Hayat bir boş rüyaymış/ Geçen ibadetler özürlü/ Eski günahlar dipdiri/ Seçkin bir kimse değilim/ İsmimin baş harflerinde kimliğim/ Bağışlanmamı dilerim
Sana zorsa bırak yanayım/ Kolaysa esirgeme/ Hayat boş geçti/ Geri kalan korkulu/ Her adımım dolu olsa/ İşe yaramaz katında/ Biliyorum
Bağışlanmamı diliyorum”
“Zarifoğlu, çocukluğun izinde koşmuştur hep”
“İşaret Çocukları”, “Yedi Güzel Adam”, “Menziller”, “Korku ve Yakarış”, “Şiirler” isminde şiir kitapları olan Zarifoğlu, “Serçekuş”, “Ağaçkakanlar”, “Katıraslan”, “Yürekdede ile Padişah”, “Motorlu Kuş”, “Küçük Şehzade”, “Kuşların Dili”, “Gülücük” ve “Ağaçokul” isminde çocuk kitapları da kaleme aldı.
Zarifoğlu, günlük türünde “Yaşamak”, roman türünde “Savaş Ritmleri” ve “Anne” eserlerini yazarken, deneme türündeki “Bir Değirmendir Bu Dünya” ve “Zengin Hayaller Peşinde” isimleriyle toplanan eserlerinin yanı sıra, “Sütçü İmam” adlı tiyatro oyunununa da imza attı.
Şairin üniversite tezi “Rilke’nin Romanında Motifler” adıyla kitaplaştırıldı. Beyan Yayınları ayrıca “Konuşmalar”, “Romanlar,” “Hikayeler”, “Çocuklarımızla Atlara Biniyorduk”, “Okuyucularla”, “Mektuplar” ve “Radyo Oyunları”nı okurla buluşturdu.
VAROLUŞUN HİKMETİNİ ARAYAN KİŞİ:
ERDEM BAYAZIT
“Önünü alamıyorum bu kör gidişlerin yollarda
Herkes bir yere gidiyor önünü alamıyorum
Çaresiz direniyorum bu dönüm noktalarında kimse elini uzatmıyor
Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya boşalan
bir deniz gibi
Bu sesler ormanında kaybolan bir çağ bu”
Tam adı Adil Erdem Bayazıt olan ünlü şair, Kahramanmaraş’ta, 18 Aralık 1939’da dünyaya geldi.
Erdem Bayazıt’ın çocukluk ve ilk gençlik yılları kışın Maraş’ın Yörükselim mahallesindeki büyük konakta, yazları ise Güzlek ve Çağsak’taki yaylalarda doğayla iç içe geçti. Daha ilkokul çağlarındayken dönemin popüler tarihi romanlarını okudu.
Lisede Yusuf Ziya Beyzadeoğlu ve Mustafa Atatanır gibi öğrencilerine edebiyat zevki aşılayan öğretmenlerden ders alan Bayazıt, ileride edebiyat dünyasında isim yapacak Cahit Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Alaeddin Özdenören ve Mehmet Akif İnan gibi okul arkadaşlarıyla oluşturdukları bir edebiyat ortamı içinde bulundu.
İlk şiirleri 1958’de “Hamle” dergisinde yayımlandı
Henüz lise yıllarında Cahit Zarifoğlu, Nuri Pakdil, Rasim ve Alaeddin Özdenören’le “Hamle” dergisini birkaç sayı yayınlayan Erdem Bayazıt, yine Pakdil’in yayına hazırladığı “Hizmet” gazetesinde sanat ve edebiyat sayfası hazırladı.
Çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı da yapan Bayazıt’ın ilk şiirleri 1958’de “Hamle” dergisi ve “Gençlik” gazetesinin sanat ekinde, sonraki şiir ve yazıları ise “Büyük Doğu”, “Edebiyat”, “Mavera” ve “Yedi İklim” dergilerinde yayımlandı.
Bayazıt, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne kaydolarak buradan mezun oldu.
Sebeb Ey
Edebiyat çevrelerince “Yedi Güzel Adam”dan biri olarak anılan ve “Mavera” dergisinde de yazı işleri müdürlüğü görevini yürüten şairin “Sebeb Ey” isimli ilk şiir kitabı, 1972’de edebiyatseverlerle buluştu.
“Zamanın idrak incisi ses döner döner döner de
Yönelir sebebe
Sebeb ey.”
“İpekyolu’ndan Afganistan’a”
Bir süre Cumhuriyet gazetesinde muhabirlik de yapan şair, Nuri Pakdil ve Necip Fazıl Kısakürek başta olmak üzere Sezai Karakoç ile Fethi Gemuhluoğlu’ndan etkilendi.
Bazı şiirleri İngilizceye de çevrilen Erdem Bayazıt, 1981’de arkadaşlarıyla Ajans 1400’ü kurarak Şenol Demiröz, Yücel Çakmaklı, Ahmet Bayazıt, Çetin Tunca, Halil İbrahim Sarıoğlu ve Necdet Taşçıoğlu’ndan oluşan ekiple, Pakistan, İran, Hindistan ve Afganistan’a yolculuk yaptı, belgesel filmler hazırladı.
Bayazıt, ayrıca 1987 yılında Kahramanmaraş milletvekili olarak girdiği TBMM’nin 18. Dönem çalışmaları süresince Milli Eğitim ve Çevre Komisyonlarında görev aldı.
Sanatkar varoluşun hikmetini arayan kişidir
Şiirlerinde mesajı ön planda tutan, şiir anlayışını öncelikle “Büyük Doğu” ve Sezai Karakoç’la biçimlendiren şairin kaleme aldığı son şiirleri ise “Risaleler” adı altında 1987’de Akabe Yayınları tarafından kitaplaştırıldı.
Bayazıt bir söyleşisinde, şiirini ne amaçla yazdığına dair şu ifadeleri kullanmıştı:
“Şiirim hakkındaki olumlu olumsuz bütün eleştirileri ve değerlendirmeleri saygı ile karşılıyorum. Şüphesiz en sağlam hüküm zamana aittir. Bir kere daha vurgulamak gerekirse bence sanatkar varoluşun hikmetini arayan kişidir. Şiirimi var eden tek gerçeklik budur.”
Akciğer kanseri sebebiyle 69 yaşında hayatını kaybetti
Usta şair, yaptığı iki aylık gezide izlenimlerini topladığı “İpek yolundan Afganistan’a” adlı eseriyle 1983’te Türkiye Yazarlar Birliği Basın Ödülü’nü kazandı. 1988 yılında “Risaleler” adlı şiir kitabıyla da Türkiye Yazarlar Birliği tarafından ödüle değer görülen Bayazıt, yine TYB tarafından gerçekleştirilen “Türkçe’nin 5. Uluslararası Şiir Şöleni” kapsamında Yahya Kemal adına düzenlenen büyük ödülün sahibi oldu.
Daha sonra İstanbul’a yerleşen, evli ve dört çocuk babası olan Erdem Bayazıt, akciğer kanseri sebebiyle 69 yaşındayken 5 Temmuz 2008’de İstanbul’da vefat etti.
“Erdem Bayazıt’ın tarzında şiir bir çeşit duaya dönüşür”
Erdem Bayazıt’ın şiirindeki anlam ilk olarak doğa etrafında öbekleşiyor. İçinde bir nahiflik de taşıyan bu şiirler başlangıçta yüksek perdeli bir ses tonuyla konuşuyor. Güneş, dağ, deniz gibi iri cüsseli imgelere yaslanıyor. Kitleler önünde seslendirilmeye yatkın. Bazı imgeler ise savaş metaforu etrafında bir araya getirilmeye uygun. Ancak bu şiirlerdeki savaş ve başkaldırı poetik bir karakter taşıyor.
Daha sonraki şiirlerinde bütün kabarmalar, fırtınalar, boğuşmalar Allah’ı anışta, kalbin ritminin evrendeki büyük ritimle buluşmasında anlamını bulur ve yatışır. Dışa doğru atılma ve yükselme arzuları içe doğru bir derinleşmeye evrilir. Şiir bir çeşit duaya dönüşüyor.
Erdem Bayazıt’ın Bulmak şiirinden bir alıntı:
“Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden
İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden
Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm”
MESCİD-İ AKSA ŞAİRİ:
MEHMET AKİF İNAN
“Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu
Götür Müslüman’a selam diyordu.
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslam diyordu.”
Mehmet Akif İnan, 12 Temmuz 1940’ta Şanlıurfa’da doğdu.
Eğitim hayatına bu kentte başlayan İnan, lise son sınıfı okumak için 1958’de dayılarının bulunduğu ve hayatının dönüm noktası olan Kahramanmaraş’a gitti. Öğrencilik hayatını faal bir şekilde geçiren İnan, aynı yıl bir grup arkadaşıyla ilk deneyimi olan Derya gazetesini çıkardı.
Edebiyata meraklı İnan, liseyi bitirdiği yıl Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü kazandı ancak 2 yıl sonra okulu bıraktı.
“YEDİ GÜZEL ADAM”DAN BİRİ”
Mehmet Akif İnan, 1960’ta Kahramanmaraş’ta şair, yazar, fikir adamı Necip Fazıl Kısakürek ile tanıştı.
İnan, burada fikir ve edebi çalışmalarıyla Türk edebiyatına damga vuran, aralarında Nuri Pakdil, Sezai Karakoç ve Cahit Zarifoğlu’nun da bulunduğu, “Yedi Güzel Adam” olarak milyonların beğenisini kazanan şair ve yazarlardan biri olarak öne çıktı.
Yarıda bıraktığı fakültesine geri dönen İnan, öğrenim hayatını edebiyat, dergi, şiir ve yazarlıkla meşgul olarak sürdürdü.
Eserlerle dolu yıllar
Fikir adamı İnan, 1964-1969 yıllarında Türk Ocağı Genel Başkanlığı da yaptıktan sonra 1969’da Nuri Pakdil ile Edebiyat Dergisi’ni kurdu. Ardından 1969-1972 yıllarında Türk Taşıt İşverenleri Sendikasında uzman görevinde bulunan İnan, ilk kitabı “Edebiyat ve Medeniyet Üzerine” adlı eserini 1972’de çıkardı.
İlk kitabından bir alıntı:
“Geçmişi ile ilgisini kesmiş bir edebiyat, çağı ile de alakasını koparmış demektir. Yani çağdaş da değildir, muallaktır, gayribeşeridir ve edebiyat olmak niteliğinden yoksundur kısacası.”
İlk şiir kitabını ise 1974’te “Hicret” adıyla çıkaran usta kalem, 1976-1990’da ise kurucusu olduğu Mavera Dergisi’nde çeşitli görevlerde bulundu.
Usta kalem, 1985’te “Din ve Uygarlık” adlı denemeler kitabını çıkardı, ardından 1991’de “Tenha Sözler”i yayınladı.
Ölümsüz eseri “Mescid-i Aksa” şiiri
Milli ve manevi değerlerine bağlı Mehmet Akif İnan’ın ölümsüz eseri ise 1979’da yazdığı “Mescid-i Aksa” şiiri oldu. İlk defa gazeteci yazar Akif Emre tarafından Akıncılar Dergisi’nde yayınlanan şiir, kısa sürede ülke çapında büyük beğeni kazandı.
İslam’ın ilk kıblesi olması dolayısıyla dünya Müslümanlarının göz bebeği olan Kudüs’e yönelik İsrail’in saldırılarından duyduğu derin üzüntü, duayen kalem İnan’ın dizelerine yansıdı. Bütün Müslümanların ruhuna hitap eden bu şiiriyle İnan, adeta tüm İslam coğrafyasının da ortak dili olma başarısını gösterip halk arasında “Kudüs Şairi” olarak gönüllere taht kurdu.
“Gözlerim yollarda, bekler dururum
“Nerde kardeşlerim” diyordu bir ses.
İlk kıblesi benim ulu Nebimin
Unuttu mu bunu acaba herkes.
Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Götür Müslüman’a selam diyordu.
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslâm diyordu.”
Akciğer kanserine yakalandı
Akciğer kanserine yakalandığı ortaya çıkan İnan, 1999’un haziran ayında tedaviden ümidin kesilmesi üzerine, sürekli “Peygamber Diyarı” diye nitelendirdiği memleketi Şanlıurfa’ya döndü. İnan, ramazana denk gelen 6 Ocak 2000’de hayata gözlerini yumdu.
ÇÜNKÜ YALNIZLIĞIM TAŞ ÇIKARTIR BAŞKA YALNIZLIKLARA…
ALAEDDİN ÖZDENÖREN
“Bana aldırma
Sen bana bakma ölüm
Ben de biliyorum
Uygun olmadığımı
Bu dünyaya”
20 Mayıs 1940’ta Kahramanmaraş’ta doğan Alaeddin Özdenören, öykücü Rasim Özdenören’in ikiz kardeşi. Necip Fazıl Kısakürek ile akrabadır.
Özdenören, Maraş’ta başladığı öğrenimini babasının tayiniyle Malatya ve Tunceli’de, emekliye ayrılmasıyla Maraş’ta sürdürdü. Ailesinin 1958’de İstanbul’a dönmesi üzerine orta öğrenimini 1962’de Eyüp Lisesinde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden “Bergson’da Özgürlük Problemi” adlı teziyle mezun oldu.
Gırtlak kanserine yakalanan Özdenören, 26 Haziran 2003’te Balıkesir’de vefat etti.
Şiir ve edebiyat yazılarını Diriliş, Edebiyat ve kurucularından olduğu Mavera’nın yanında Kayıtlar, Hece, Edebiyat Ortamı, Yedi İklim, Ay Vakti, Simya gibi dergilerde yayımlayan Özdenören, Yeni İstiklal, Yeni Devir, Millî Gazete, Zaman, Sağduyu, Tutanak gibi gazetelerde köşe yazarlığı yaptı. Yeni Devir gazetesi ve Edebiyat Dergisi’ndeki köşe yazılarında “Bilal Davut” imzasını kullandı.
“Onun içindir ki ölüm…”
Alaeddin Özdenöeren, Türkiye Yazarlar Birliği üyesiydi. Yalnızlık Gide Gide adlı şiir kitabıyla 1996 Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Şairi Ödülü’nü kazandı.
“Yavrum
Yalnızlığı şu son kıyısını da atla
Ve anla ki hayat
En özgür biçimini sende denemiştir
Onun içindir ki ölüm”
ŞİİR PERİSİ “NİNESİ”
Alaeddin Özdenören, bir söyleşide “şiir perim” diye andığı ninesinin ona çocukken anlattığı Maraş masallarını, okuduğu Karacaoğlan şiirlerini edebiyat zevkinin başlangıcı olduğunu söylüyor.
Ortaokuldan itibaren Faruk Nafiz, Necip Fazıl, Kemalettin Kamu, Ahmet Kutsi Tecer, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Sıtkı Tarancı, Mehmet Emin Yurdakul, Orhan Şaik Gökyay, Kağızmanlı Hıfzı, Erzurumlu Emrah, Âşık Veysel, Namık Kemal, Recaizade Ekrem, Cahit Külebi’nin şiirlerini ve Karacoğlan’ın Maraş’ta okunan bütün türkülerini ezberlediğini anlatıyor.
Maraş Lisesinde okuduğu yıllarda sonradan edebiyat dünyasında isim yapacak olan ikiz kardeşi Rasim Özdenören ile Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Mehmet Akif İnan, Şeref Turhan, Ali Kutlay, Ahmet Kutlay gibi arkadaşlarının oluşturduğu edebiyat grubunun içinde yer aldı
Maraş’ta daha önce çıkan Hamle dergisini yeniden yayımlayan ve mahalli gazetelere sanat ekleri hazırlayan bu grup Pazar Postası dergisi aracılığıyla İkinci Yeni şiiriyle tanıştı.
Sezai Karakoç ile tanışması kendi şiirini bulmasında bir dönemeç
Alaeddin Özdenören’in “Habersiz” adlı ilk şiiri, 1958’de Hamle dergisinde çıktı. Hamle ve Mavera dergisinin kurucuları arasında yer aldı.
Alaeddin Özdenören’in İstanbul’da Sezai Karakoç’la tanışması kendi şiirini bulması yolunda önemli bir dönemeç oldu. 1966’da yeniden çıkmaya başlayan Diriliş’te yer aldı. Klasik şiirin duyarlılıklarına açık olan Özdenören’in şiiri Fuzuli, Şeyh Galib, Ahmed Haşim ve Sezai Karakoç çizgisinin devamı gibidir.
“Divan Şiiri Savunma İstemez” başlıklı yazısında divan şiirindeki özü aynen aktarmanın değil çağdaş duyarlılık içinde katkılarda bulunarak geliştirmenin gereği üzerinde durdu. Ona göre her sanatçı bunu kendi kişiliğinin hamurunda yoğurarak yapmalıdır. Lirik ve narin duyarlılıklar, hüzün, estetikleşmiş yiğitlik şiirlerinin ana temalarını oluşturdu.
Şiirleri kuşağının diğer şairlerine göre daha lirik
Şair, ilk şiir kitabı Güneş Donanması’nda. çoğunluğu Diriliş ve Edebiyat dergilerinde yayımladığı on üç şiirini bir araya getirdi. İkinci şiir kitabı Yalnızlık Gide Gide’yi ilk kitabından yirmi bir yıl sonra 1996’da çıkardı. Toplam yirmi bir şiirden oluşan kitapta, ilk kitabındaki lirik tutumu ve duyarlılığı sürdürdü. 1975-1999 arasında yazdığı tüm şiirlerine yeni şiirlerini de ekleyerek Şiirler adıyla yayımladı.
İkinci Yeni ve Sezai Karakoç’un etkisindeki şiirlerinde yabancılaşma sorununu işledi. Şiirinin en belirgin özelliklerinden biri kuşağının diğer şairleri olan M. Âkif İnan, Cahit Zarifoğlu gibi şairlere nispetle daha lirik olmasıdır. Aşk, ayrılık, ölüm, çocuk, zaman, üzüntü, acı, kader gibi kavramlar etrafında örülen bu şiirlerin ilk özelliği insanı kavrayan bir duygusallıkla inşa edilmeleridir.
“Her an mevcut olan bir hüzün”
Mustafa Aydoğan, Alaeddin Özdenören’in şiirlerini “insanın makus talihinin izini takip eden, insanın kendisi ile baş başa kalmasının şiiri” olarak nitelendirir ve şu tespitte bulunur:
“Özdenören’in şiirlerindeki öznenin toplumsal olanla, tarihle, mekânla bağlantısını pek kestiremeyiz. Hatta zaman bile bir ucu açık durur. Zamanı genişlemesine kullanır Özdenören. (…) Hüznü herkese açık bir hüzündür. Ve her an mevcut olan bir hüzün… Hüznün beslendiği iklim ise yalnızlığın iklimidir”
MÜESSİF BİR YİTİM:
ALİ KUTLAY…
7 Güzel Adam’ın Ali Kutlay’ı 15 Haziran 1940’ta doğdu. İlk, ortaokul ve lise eğitimini Kahramanmaraş’ta tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nde üniversite eğitimini sürdürdü.
Ali Kutlay, Hukuk Fakültesi son sınıfından itibaren ve mezuniyetinin ardından, yaklaşık 10 yıl Almanya ve İsviçre’de yaşamış, bu süreçte İsviçre kökenli Migros firmasının üst yönetim kadrosunda görev yaptı. Firmanın Türkiye faaliyetlerine girişi üzere 1970 yılında idari ekibiyle birlikte Türkiye’de kurulumunda yer almış ve yöneticilik görevine ülkesinde devam etti. 1974 yılında eczacı Gonca Hanım’la evlendi. Emekliliğinin ardından bir müddet Hukuk Danışmanlığı yapan Kutlay, 3 kız çocuğu babası.
Edebiyata hayatı boyunca çok düşkün olan Kutlay, Kahramanmaraş Lisesi’ndeki eğitimi süresince Yedi Güzel Adam olarak anılan sınıf arkadaşlarıyla birlikte Hamle dergisini çıkardı.
Ayrıca Edik, Başkent Ankara, Türk Sanatı, Arayış, Varlık dergileri ile Demokrasiye Hizmet ve Gençlik gazetelerinde 1956-1961 yılları arasında yazmış, Yeni İstiklal’de ise bir yazısı 1965 yılında kendisinden habersiz gönderilerek yayınlandı.
Öykü yazmaya 16 yaşında başlayıp 18inde bırakan Ali Kutlay’ın basılmış bir eseri bulunmuyor.
Merhum Yazar, Rasim Özdenören, Kutlay için “Ali Kutlay, benim öykü yazmama vesile olan arkadaşımdı.” diyor.
Ali Kutlay 7 Kasım 2008’de hayatını kaybetti.
NECİP FAZIL KISAKÜREK (D.1905-Ö.1983)
Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatının "Sultanü'ş-şuarâ"sı Necip Fazıl Kısakürek 1905 yılında İstanbul'da doğdu. Soyu Dulkadiroğulları'na dayanan Maraşlı Kısakürekzâdelerden Fazıl Bey ile Meliha Hanım'ın oğludur.
Dört-beş yaşlarındayken dedesinden okuma-yazmayı öğrendi. Annesinin teşvikiyle on iki yaşında şiir yazmaya başladı. İlköğrenimini çeşitli okullarda tamamladıktan sonra beş yıl devam ettiği fakat diploma alamayarak ayrıldığı Heybeliada'daki Bahriye Mektebi'nde Yahya Kemal, Hamdullah Suphi, gibi hocalardan ilk edebiyat zevkini aldı.
Fransız mektebinde, Robert Kolej'de, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'nde, Güzel Sanatlar Akademisi, Devlet Konservatuvarı gibi okullarda öğretmenlik yaptı. "1934 yılında tanıştığı Abdülhakim Arvasi, onun hayatının dönüm noktasını oluşturur. O ana kadar tam anlamıyla bir 'ben' şairi olan, bireyin iç sıkıntılarım, korku, vehim gibi duygularını işleyerek edebiyat çevrelerinde 'Kaldırımlar Şairi' unvanıyla anılan Kısakürek, bu tarihten itibaren şiiri ve eylemiyle dindar-muhafazakâr kitlelerin sözcülüğünü yapacaktır."
1942'den sonra basım-yayın hayatına atıldı ve ölümüne kadar geçimini yayıncılık ve yazılarıyla sağladı. Ağaç ve Büyük Doğu dergisi ile Büyük Doğu Yayınları'nın sahibi ve yazan olarak fıkra, makale ve şiirler yayınladı.
60 yıllık çileli bir yazı hayatı sürdürdü, hayâlindeki gençliği yetiştirmenin mücadelesini verdi; bu uğurda çeşitli sıkıntı, cefa ve ıstıraplara katlandı, yazılarından dolayı birçok kez mahkûm edildi.
Necip Fazıl, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiir’ine damgasını vurmuş büyük bir şairimizdir. Şiirlerinde insanın evrendeki yerini araştırmış, madde ve ruh problemlerini, iç âlemin gizli duygu ve tutkularım dile getirmiştir. Oturmuş bir dile ve sağlam bir tekniğe sahiptir. Necip Fazıl, tiyatro, hikâye, roman ve fikrî eserler vermiş çok yönlü bir sanatçıdır. Özellikle tiyatrolarında olmak üzere, hemen bütün eserlerinde şiirlerinde işlediği temalar üzerinde yoğunlaşmıştır.
Eserleri: Şiir: Örümcek Ağı (1925), Kaldırımlar (1928), Ben ve Ötesi (1932), Sonsuzluk Kervanı (1955), Çile (1974), Şiirlerim (1969).
Tiyatro: Tohum (1935), Bir Adam Yaratmak (1938), Künye (1938), Sabır Taşı (1940), Para (1942), Nâm-ı Diğer Parmaksız Salih (1948), Ahşap Konak (1964), Reis Bey (1964), Siyah Pelerinli Adam (1964), Ulu Hakan Abdülhamid Han (1969), Yunus Emre (1969), Kanlı Sarık (1970), Mukaddes Emanet, İbrahim Edhem (1978).
Roman: Aynadaki Yalan (1980), Kafa Kâğıdı (1984)
Hikâye: Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil (1933), Ruh Burkuntularından Hikâyeler (1965), Hikâyelerim (1970) Meş'um Yakut (1928).
Necip Fazıl'ın bu eserlerden başka senaryo, otobiyografi, biyografi, hâtıra, dinî-tasavvufî, siyasî-tarihî, konferans, hitabe, fıkra vb. türlerinde elliden fazla eseri vardır.
ABDURRAHİM KARAKOÇ(D1932- Ö.2012)
Cumhuriyet Dönemi Türk Halk şiirinin en güçlü şairlerinden biri olan Abdurrahim Karakoç, 7 Nisan 1932 tarihinde Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesinin Celâ köyünde -şimdiki adıyla Ekinözü ilçesinde - doğdu. İlkokulu köyünde okudu ve dört yılda bitirdi. Daha sonra okula gitmedi fakat çok kitap okuyarak kendini yetiştirdi.
1984 yılında sanat hayatını sürdürmek ve çocuklarım okutmak için Ankara'ya taşındı. Yazılarında ülke ve dünya gündemine ait sosyal, kültürel, sanatsal ve siyasî konularla ilgili düşüncelerini eleştirel bir üslupla kaleme aldı. Abdurrahim Karakoç'un edebiyatla ilgisi daha ilkokul yıllarında dedesinin ve babasının şiirlerim okuyup dinlemekle başladı. O, babasından Köroğlu destanım, Kerem ile Aslı hikâyesini; Yunus'un, Karacaoğlan'ın, Dadaloğlu'nun ve Seyrani'nin şiirlerini dinleyerek, ezberleyerek yetişti. Karakoç'un yayınlanan ilk şiiri bir taşlama olup bu şiir 1950 yılında Elbistan Kaymakamlığının çıkardığı "Engizek" dergisinde yayınlandı.
Şiirleriyle çağdaşı olan şairleri etkilemiş olan Karakoç'un 100'ün üzerinde bestelenmiş şiiri vardır. Bunlardan Musa Eroğlu tarafından bestelenen "Mihriban", "Unutursun Mihriban'ım", "Omuzumda Sevda Yükü", Bayram Bilge Tokel tarafından bestelenen "Dağ ile Sohbet", Ekrem Çelebi tarafından bestelenen "Sultanım" adlı şiirler Türk Halk müziğimize taze bir kan kazandırmıştır.
Abdurrahim Karakoç'un şiir türündeki ilk eseri Hasan'a Mektuplar adıyla 1965 yılında yayınlandı. Diğer eserleri şunlardır: El Kulakta (1969), Vur Emri (1973), Kan Yazısı (1978), Suları Islatamadım (1983), Dosta Doğru (1984), Beşinci Mevsim (1985), Gökçekimi (1991), Akıl Karaya Vurdu, (1994), Yasaklı Rüyalar (2000), Gerdanlık -1 (2000), Parmak İzi (2002), Gerdanlık-II (2002), Gerdanlık III (2005)
Nesir türündeki düşünce, sohbet, mektup ve röportaj türündeki yazılan da Düşünce Yazılan (1990) ve Çobandan Mektuplar (1997) adlı kitaplarında topladı. Abdurrahim Karakoç, 07 Haziran 2012 tarihinde Ankara'da vefat etti.
BAHAETTİN KARAKOÇ(D. 1930 -)
Şair bir ailenin ferdi ve Abdurrahim Karakoç'un ağabeyi olan Bahaettin Karakoç, 1930 yılında Kahramanmaraş'ın Ekinözü ilçesinde doğdu. İlköğrenimini doğduğu köyde yaptı.
İlk şiiri 1942 yılında Yurt Gazetesi'nde yayınlandı. 1983 yılında "Bir Çift Beyaz Kartal" adlı kitabıyla şiir dalında Türkiye Yazarlar Birliği ödülünü aldı. 1986 yılında çıkarmaya başladığı Dolunay Sanat ve Edebiyat Dergisi ve Dolunay Şiir Şölenleriyle şiiri ayağa kaldırmaya soyundu ve vermek istediği mesaj Türkiye geneline yayıldı. Kurmuş olduğu Dolunay Yayınlan ile de yazarlık ve şairlik damarı olan gençleri edebiyat dünyasına kazandırmayı amaçladı. Kendisine 2004 yılında Karacaoğlan Onur Ödülü, 2008 yılında ESKADER ödülü, 2009 yılında Kahramanmaraş İl Özel İdaresi Sanat Ödülü, 2011 yılında Evliya Çelebi Ödülü, 2011 yılında İLES AM Üstün Hizmet ve Başarı Ödülü verildi. 2014 yılında Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi tarafından fahri doktorluk unvanı verildi. Ve daha birçoğu…
Eserleri: Mevsimler ve Ötesi (1962), Seyran (1973), Sevgi Turnaları (1975), Ay Şafağı Çok Çiçek (1983), Kar Sesi (1983), Zaman Bir Beyaz Türküdür(1984), İlk Yazda (1984), Bir Çift Beyaz Kartal (1986), Menzil (1991), Uzaklara Türkü (1991), Güneşe Uçmak İstiyorum (1993), Şiir Burcunda Çocuk (Müşterek antoloji 1993), Beyaz Dilekçe (1995), Güneşten Öte (1995), Dolunay Şiir Güldestesi (Antoloji-1996), Leyi ü Nehar Aşk(1997), Aşk Mektupları (1999), Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman Ay Işığında Serenatlar(2001), Sürgün Vezirin Aşk Neşideleri (2004), Ben Senin Yusuf un Olmuşum (2006), Gündemde Yine Aşk Var (2008).
KARACAOĞLAN(XVI-XVII. YY.)
Asıl adı Hasan olan ve Karayağız olduğu için Karacaoğlan mahlasını kullanan Âşık tarzı Türk Halk Edebiyatımızın en büyük şairi Karacaoğlan'ın XVI. yüzyılın sonları veya XVII. yüzyılın başlarında yaşadığı tahmin edilmektedir.
Karacaoğlan'ın yaşadığı devir kadar doğduğu yer üzerinde de çeşitli fikirler ileri sürülmektedir. Bunun sebebi, Karacaoğlan'ın bazı şiirlerinde, doğum yeri sayılabilecek türlü yer adlarının geçmesidir. Bu yer adlarına dayanarak kimi araştırmacılar Bahçe ilçesinin Varsak Köyü'nde doğduğunu ileri sürmüşlerdir. Bir başka söylentiye göre de Feke ilçesinin Gökçe Köyü'ndendir. Bunun yanında Gaziantep, Adana, Kilis, Silifke, Gülnar, Mut, Tarsus gibi şehirler de Karacaoğlan'a sahip çıkmaktadırlar. Bu iddiaların hepsi şairin şiirlerindeki yer adlarına dayanılarak ortaya atılmıştır. Oysa Karacaoğlan pekçok şiirinde Maraşlı olduğunu dile getirmiştir:
"Maraş illerine giden kervancı
Selam söyle bizim ile obaya"
"Vatanımız Adana, Maraş
Çukurova ilimiz vardır."
"Turna niyetiniz Maraş mı ola?"
"Ahır dağından görün Maraş bağını
Engizek'te derler ilin çoğunu
Bayra'dan, Bertiz ‘den Konur Dağı'nı
Göksün güzel derler, ilin var dağlar."
Bazı araştırmacılar, Karacaoğlan'ın Maraş'ın Sır köylerinden olduğunu, sazı Maraş'ın âşıklar kahvehanesinde öğrendiğini ifade etmektedir. Şair Ertuğrul Karakoç, "İncecik’ten bir kar yağar tozar Elif, Elif diye" mısralarına dayanarak, mısralarda geçen "İncecik’in Elbistan'a ait bir köyün ismi olduğunu söylemektedir. Gerçekten de Elbistan'da İncecik adlı bir köy bulunmaktadır.
Osman Sarı, Karacaoğlan'ın özellikle bir koşmasında geçen yer isimleriyle ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmaktadır: "Maraş ve çevresinin, Karacaoğlan'ın şiirlerinde, diğer illerimizle kıyasla oldukça geniş ve kapsamlı bir şekilde yer aldığını, O’nun birkaç şiiri vardır ki, bu şiirlerin tamamen Maraş yöresine ilişkin olduğu açıkça görülür. Tamamen Maraş yöresinin dağlarını, ırmaklarını, kasaba ve köylerini, hatta bazı önemsiz dereleri bile içine almakta, şiir baştanbaşa Maraş yöresini ve coğrafyasını gerçekten çok güzel yansıtmaktadır.’’
Karacaoğlan'ın nerede vefat ettiği ve mezarının nerede olduğu hakkında da çeşitli rivayetler vardır. Akşehirli A.Hamdi Efendi ise, hatıra defterinde Karacaoğlan'ın "Maraş civarında Cezel Yaylası'nda doksan altı yaşında iken vefat eyleyip vasiyeti üzerine tenha bir pınar başına defti olunup sazı çürüyünceye kadar başucunda ağaçta asılı durduğu tevatüren mervidir." demektedir.
ÂŞIK MAHZUNÎ(D.1940-Ö.2002
Âşık Mahzunî, 1940 yılında Kahramanmaraş'ın Afşin ilçesinin Berçenek (şimdiki adı Tarlacık) köyünde doğdu. Asıl adı Mehmet Şerif Cırık'tır. Ancak adım sonradan Şerif Mahzunî olarak değiştirdi. Âşıklık geleneğini küçük yaşlarda öğrendi. 12 yaşında bağlama çalmaya başlayan Âşık Mahzunî, ilk derslerini de amcası Âşık Fezalî'den aldı.
Ankara'da askerî okullarda okudu ve orduda görev yaptı. 1961 yılında ordudan ayrıldı. Bundan sonra kendini ozanlığa adayan şair, Âşık Veysel, Davut Sularî gibi âşıklardan etkilendi. Henüz yirmi yaşındayken "İşte Gidiyorum Çeşmi Siyahım" adlı ilk plağım çıkarttı. İlk plağıyla geniş bir kitlenin beğenisini kazanan Mahzunî, Âşık Veysel tarafından da takdir gördü.
Yaklaşık 3000 kadar şiiri olan Mahzunî, 400’ün üzerinde 45'lik plak, 15 kadar LP, CD ve 50'den fazla kaset doldurdu. "Domdom Kurşunu", "Amman Doktor", "Çeşme Siyahım", "Gizli Gizli", "Bilmem Ağlasam mı", "Boşu Boşuna", "Dumanlı Dumanlı Oy Bizim Eller" gibi Türküleri başka sanatçılar tarafından da okunan Âşık Mahzunî, Türkiye'nin hemen her yerinde ve Türkiye dışında birçok ülkede konserler verip çeşitli şenliklere katıldı.
Ayrıca Âşık Mahzunî, şiirlerinin bir bölümünü Dolunaya Tül Düştü(1995) adlı kitapta topladı. Âşık Mahzunî 2002 yılında vefat etti.
HİLMİ ŞAHBALLI(D.1953-)
Günümüz Türk Halk şiirinin güçlü ozanlarından biri olan Hilmi Şahballı, 1953 yılında Kahramanmaraş'ın Türkoğlu ilçesinin Sanlar köyünde doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Kahramanmaraş'ta yaptı. İlkokulda öğrenciyken yazmış olduğu bir şiir öğretmeninin dikkatini çekmiş, bunun üzerine öğretmen yörenin güçlü şairlerinden Hayati Vasfı Taşyürek ile tanıştırmış, Hayati Vasfi'nin imtihan amacıyla verdiği ayağa çok güzel cevap verince şairden büyük iltifatlar görmüş, bu olay Şahballı'yı şiir yazmaya teşvik etmiştir. Yine kendi ifadesiyle 10 yaşlarında Erzurum'a âşıklar şölenine götürülmüş ve Âşık Reyhanı, Murat Çobanoğlu gibi güçlü şairlerin de yer aldığı atışma yarışmasında birincilik ödülü kazanmıştır. 1973 yılında bir plak şirketinin düzenlemiş olduğu Âşıklar Yarışması'nda birinci seçildi, burada soyadının önüne "Şah" mahlası verildi ve o günden sonra "Şahballı" mahlasını kullandı.
Hilmi Şahballı; Abdurrahim Karakoç, Hayati Vasfi Taşyürek, Âşık Veysel, Neşet Ertaş gibi şairleri kendisine rehber aldı. Ulusal televizyon kanallarında "Ozanların Dilinden" ve "Türküler Pınarı" adlı programlar yaptı.
Çok yönlü bir sanatçı olan Şahballı, altı adet sinema filminde oynadı, 63 plak, 26 kaset doldurdu ve 1050 adet şiire imza attı. Şiirlerinde samimi, açık ve akıcı bir ifade bulunan Şahballı, âşıklık geleneğinin tüm özelliklerini yaşamış ve şiirlerine yansıtmıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.