Abdulbaki GÜNIŞIĞI
ER MEYDANI EDEB MEYDANIDIR
Çocukluğumdan bu yana ata idmanımız olan güreşi hem sever ve hem yaparım. Oğullarımı da bu idman ile büyüttüm. Onların kıspet giyip er meydanında güreşlerini seyrettim. O güreşler vesilesi ile onlara er meydanının aslında bir yiğitlik ve edeb meydanı olduğunu, o güreştikleri yıllarda anlatarak öğretmeye gayret ettim. Kendilerinden de hem güreşlerinde ve hem de özel hayatlarında bir güreşçi de olması gereken edeb ve yigitliği göstermelerini, yaşamalarını istedim.Sakatlandıklarında hemen yanlarına koşmadım. Kendi ayakları üstünde durmalarını ve bu meydanın er meydanı olup burada ölümde olacağını bilmelerini istedim ki günü geldiğinde vatan için de aynı duruşu sergilesinler, tereddüt etmesinler istedim.
Güreş deyip geçmeyin. Türk milletinin özünü çıkarıp işte Türk budur diyeceğiniz, o kadar manevi yönü çok olan bir diğer idman dalı yoktur. Bu öyle bir idman dır ki, aslında bu idman yapanı, sağlıklı ve güçlü yaptığı gibi kişiliğinin de sağlam ve edebli olmasını temin eden hassalara sahiptir.
Bu idmanın edeb kısmı ise bütün diğer faydalarından en fazla önemli olan kısmıdır. Çünki kişi bir diğer kişinin bizzat kendisi ile mücadele ediyor. Neticede biri galip, bir diğeri ise mağlup oluyor. Mağlubiyet kişinin nefsine en zor gelen bir hadisedir. Bundan dolayıdır ki, bu idmanı yapanlar için hem insan ruhuna ve hem Türkün şahsına mahsus bazı kurallar, örf ve adetler ve an’aneler meydana getirilmiş ve bu mağlubiyetin kesin bir netice değil, geçici bir kayıp olduğu ve bir gün kendisinin de galip gelebileceği vurgulanmıştır.
Yüzlerce yıl askerlerimizin eğitiminde birinci derecede önemli olan bu idmanı, nerede ise her Türk erkeği yapmış ve bundan ötürüde Türk’ün milli idmanı olmuştur.
1969 yılından bu yana Kahramanmaraşta yaşamaktayım ve maraşımız bu güzel ata idmanımızın en çok yapıldığı bir yurt olmuştur. Bütün güreşler de ve önemli olan her anda, yılın belli aylarında ve günlerinde devamlı güreş müsabakaları yapılır. Köylerde çoğunlukla kısa şalvar dediğimiz güreş yapılır iken şehirde kıspet ve pırpıt ile güreşler yapılır. Güreşe hazırlanmanın çok güzel bir ilk kısmı vardır. Buna Farsçadan alınma bir kelime ile peşrev diyoruz. Güreş ata idmanımız fakat, maalesef atalarımızın farsça merakı yüzünden bizim olan bir idmanın ilk ısınma hareketlerine, pe, yani ayak kelimesinden, dolanma eki ile ayakta ısınma, dolaşma manasında peşrev denmiştir.
Güreşçiler yiğitleme hareketleri olan peşrev ile hem ısınır ve hem gövde gösterisi yapar, rakiplerine gözdağı verir iken, seyircilere de güzel bir sunum yapmış olurlar. Güzel peşrev yapan güreşçiler seyirciden büyük alkış alır. Peşrevin sonunda seyirci, yere üç defa temenna ( eli yere vurarak göğüse götürme) yapılarak selamlanır. Daha sonra cazgır dua eder, ardından güreşçilerin adlarını ve sanlarını, nereli olduklarını sorar, onlardan faydalanarak, kafiyeli bir şekilde güzel sözler ile seyirciye güreşçi hakkında bilgi verir.
Güreş bitip biri galip gelip, biri mağlup olduğunda ise, galip gelen edepsiz hareketler yapmadan, rakibini kolundan tutarak kaldırır ve kucaklayarak kulağına, bu gün bana yarın sana diye fısıldar. Bu ne demektir? Bu gün ben daha iyi idim, felek benden yana çaldı. Fakat üzülme burası er meydanıdır, bu gün ben galip gelmiş olabilirim, ama yarın bakarsın sen daha iyi güreşip beni yenebilirsin demektir. Bu sözler iki güreşçi arasında, yaptıkları müsabakanın sertliğini alır, karşılıklı dostluk ve arkadaşlık kurmalarına vesile olur.
Aksi olup, yenen güreşçi, sağa sola, kabasına biz (çuvaldız) batırılmış öküz gibi koşup, taklalar atıp, son sesi ile gürleyip zırlıyor ise işte bu yaptığı edebsizlik yüzünden, yerde yatmakta ve oturmakta olan güreşçinin nefsinin ezilmesi ve kendisini yenen güreşçiye karşı kin duymasına sebeb olur. Bu yapılan ise güreşten umulan faydanın yerine, husumet ve kavga getirir ve her iki güreşçiyi tutanlar arasında gerginlik ve çok uygunsuz hallerin vukuuna zemin hazırlar. Güreşten maksat ne idi ve neticesi ne oldu.
Atalarımız bu gibi hafif meşrep halleri hiçbir zaman yapmadılar. Ta ki futbol denen Türkün hiçbir yanına yakışmayan, aparma sporun (idman değil) yaygınlaşması, geldiği kültürün insanlıktan zerre kadar nasipsiz olması ve bu sporu yapan gençlerinde, bu sporun geldiği yerdeki sporcuları taklit ile insan nefsine ağır gelen halleri sadr etmeleri neticesinde, içinde ölümlerde olan bir çok elim hadise meydana gelmiştir. Kayseri ile Sivas arasında oynanan maçın sonunda kırk kişiye yakın insan ölmüştür.
Bizim Güreş hocalarımız, bize mindere veya çayıra çıkar iken, sağ ayağınız ile ve besmele çekerek çıkın derler idi. Özellikle bu hususta itina gösteren Avni Tarhan hocamı hatırlarım. Burası ermeydanıdır. Burada sakatlanmak, hatta ve hatta ölmek te vardır. Rakibiniz ile tokalaşıp, kucaklaşıp güreşe öyle başlayın, neticesinde ise yenen, yenilenin gönlünü alacak güzel sözler söylesin ve helallaşıp çayırdan ayrılın derler idi.
Fakat bu gün gelinen noktada, kim galip gelir ise, rakibini yerde bırakıp, taklalar ve naralar atarak, sanki dünyanın sonu ve sadece kendisi sağ kalmış gibi yaygara yapmakta ve yerdeki güreşçinin bir gün kendisinin de olabileceğini aklına getirmemektedir. Bu tıpkı her cenazede, mezarlığa gidip, cenazeyi gömdükten sonra hayatına hiçbir şey olmamış ve bir gün kendisinin de buraya geleceğini unutan insanın halini andırıyor. Günlerden bir gün, maraşımız da yapılan karakucak güreşlerinde, Maraşlı olmayan bir güreşçi galip gelmiş ve bunun üzerine , bazı kendini bilmez, edebten bi haber seyirciler, galip gelen güreşçiye türlü sözler ve tavırlar ile hakaret etmişler idi. Eskilerden gün görmüş bir büyüğümüz bu yapılanlar karşısında sessiz kalmayarak, orada bulunan ve kendinden habersiz kalabalığa çok güzel bir hitap ile ders vermiş ve aynen şöyle söyleyerek gönüllerimizi ferahlatmış, yahu daha ölmemişiz dedirtmiş idi. Beyler , beyler, burası er meydanı, yenen de yenilende Türk evladı. Burada söz olmaz. Cazgırlar bu oturduğu yerde densizce konuşanlara bir kıspet göndersinde meydana çıksınlar. İşte bu denli sözler karşısında, oturduğu yerde atıp tutanlar mahçup olmuş ve güreş idmanımızın bir idman olmaktan öte bir töre olduğunu ve Türk’ün şanına yakışır tavırlar içinde olmamızı herkese hatırlatmış idi.
İşte bu yazımı yazmama sebeb olan da yukarıda yazmış olduğum, kaybettiğimiz güzel değerlerimiz içindi. 2017 yılında atalarımızdan miras kalan en büyük güreş müsabakalarının yapıldığı yağlı güreşin olimpiyatı sayılan saray içi Kırkpınar güreşlerinde yapılan , asla bir erkeğe yakışmayan hafiflikler bu yazıyı yazmama sebeb oldu.
Baştan itibaren, hem seyircinin ve hemde güreşçinin hangi idmanı yaptığından habersiz oldukları, tıpkı para için yapılan ve insanlığın kazandığı bütün değerlerden yoksun diğer Avrupa menşeili sporlar gibi hal ve tavırlar televizyonun karşısında sinirlerimi bozdu. En küçüğünden (tozkoparan) baş pehlivanlık güreşlerine kadar, yapılan bütün müsabakalarda atalarımızdan bir damla örf ve adet kırıntısına rastlamadım. Her kim yeniyor ise, rakibini yüzüstü bırakıp, deli danalar gibi koşup, af edersiniz merkeb gibi bağırıyor, her taraftan hızla çayıra koşan seyircilerde kaçan danalarını yakalamak isteyen mal sahipleri gibi yenen güreşçiye saldırıp, onu omuzluyor, yerdeki güreşçiyi ise ayaklarının altında eziyorlar.
Bu yapılan rezaleti ise cazgırlar ve bütün hakem heyeti seyrediyor. Bütün dünyaya Türkün güzel hasletlerini , yiğitliğini, mertliğini ve alicenaplığını sergileyeceğimiz tek idman dalımız olan güreşi, ayaklar altına alan bu insanlara ne güreşçi ve nede pehlivan denmez, denemez. Olsa olsa, sahadaki rakibini boynuzlayan boğalara benzetilebilirler.
Nerede o asalet, nerede o Türkistan yaylalarından getirdiğimiz güzel adetlerimiz. Nerede vakar ve itibar. Hiç birisi yok. Yenen güreşçiyi döğenler, söğenler, birbirini yumruklayan seyirciler, gülmeyen yüzler ve işte Kırkpınar yağlı güreşlerimizin hali pür melali. Tıpkı kaybettiğimiz bütün manevi değerlerimizin yüzümüze çarpılan halini seyrediyor gibiyiz.
Bu minval üzre , rakiplerini döğerek, ezerek, elense yerine sille ve kesme vurarak , yerde yatıp zaman geçirerek, son dakikada alınan bir puanla rakiplerini yenen güreşçiler. Bütün bu heyhulanın içinde nihayet sıra bu senenin birincisini belli edecek müsabakaya geldi. Son güreş Orhan Okulu pehlivan ile İsmail Balaban arasında yapıldı. İsmail’in herkesin gözünün içine baka baka, rakibinin gözünü defalarca oyması, elense çekiyorum diyerek sille ve yumruk arası vurmaları ve aldığı ceza ile devam eden güreşte, nihayet bir puanlık atağı ile İsmail kazanmış oldu. Seyreden herkesi çileden çıkaran bütün bu davranışlarını takip eden hakemler ve cazgırların sadece bir sarı kart vererek devamını sağladıkları güreş, atalarımızın şanına ve şerefine hiç yakışmadı. Bundan önceki yıllarda Ahmet taşçı pehlivana yapılan haksızlık ve edebsizlikler aklıma geldi.
Son yıllarda asaletimizden çok şeyler kaybettiğimiz ortaya çıkan bir millet olarak, bu kaybettiklerimiz canlı olarak kırkpınarda gözümüze sokularak bir daha görmüş olduk. Her şeyin sadece yenmek, fakat nasıl ve ne şekilde yener isen yen üzerine kurulduğunu, izzet ten yoksun bir hale gelen güreşimizin de bundan payını aldığın esef ile seyrettim. Keşke seyretmese idim. Bana bu hali yaşatanları Hakk’a şikayet ediyorum. Güzel şeyler yazamadığım için her kesten özür diliyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.