Dr. Mustafa Coşkun Kale
Gıda Enflasyonun da, Dünya Dördüncüsüyüz
171 ülke içinde Türkiye % 89.1 oranın da gıda enflasyonuyla malesef Dünya 4 ncüsü oldu. Dünya da en yüksek gıda enflasyonu görülen ülke sıralaması da şu şekilde oluştu;
1 nci % 390 enflasyonla Lübnan,
2 nci % 229 enflasyonla Venezuela,
3 ncü %104 enflasyonla Zimbabve,
4 ncü % 89.1 gıda enflasyonuyla Türkiye...
Artan gıda fiyatlarına yetkililer "savaş var savaş !" diye dursun, savaşın devam ettiği Ukrayna da bu oran %14.3, Rusya da ise %17.9 !
Bu ne anlama geliyor ? diye soracak olursanız;
Türkiye son 15 yıldır, bitkisel üretimini % 15 artırmasına rağmen, nüfusunu göçmen, sığınmacı, turist v.s ile birlikte % 30 oranında artırdı. Yani bir nevi her geçen yıl gıda ürünlerinin arzı , talep karşısın da yetersiz kaldı. Buna ilaveten;
1- Türkiye gerek hayvansal gerekse de bitkisel üretimin ana girdileri olan, mazot, enerji, kimyevi gübre, zirai ve hayvansal ilaçlarda da malesef %98 oranında dışa bağımlıdır.
2- Türkiye, hayvan beslenmesinde kullanılan mısır, soyanın kendisi ve ayçiçeği, soya gibi yağlı tohum küspelerine; et ve yumurta tavukçuluğun da % 90, büyük baş süt hayvancılığın da % 65, büyük baş besi de % 50 civarın da malesef dışa bağımlı.
Bu oranlara ilaç, yem takviyeleri v.s ilave edecek olursak, bir süt ineğinin 4 memesinden sağılan sütün 3 memesini yabancılar için sağım yaptığımızı kolayca anlamış oluruz...
Gıda üretimi için gerekli, yukarıda belirtilen belirtilen mazot, gübre ve ilaca dışa bağımlı olmamız sayesin de, savaşın tetiklediği bu emtiaların fiyat artışları, el ülkesine 1 birim yansırken bize en az 2 birim olarak yansıyor.
Neden mi?
1- Her ülkenin kendi imkanına göre "n'olur n'olmaz" diye kara gün için muhafaza ettiği "yedek akçe" olarak tuttuğumuz 40 milyar dolarımız ile, malum 128 milyar dolarıda şu veya bu şekilde heba edince, zaten döviz ihtiyacı çok yüksek olan ülkemiz dövizsiz kaldı.
2- Gün be gün artan enflasyon ve döviz karşısın da; hani o meşhur "faiz sebep, enflasyon sonuç" teorimiz "nas var nas" la süslenerek, faiz inerse enflasyonun da ineceğini öngörüp (!) ateşe benzin döker gibi faiz indirince; hem enflasyonu, hemde dövizi yükseltip, liramız yüzde yüzün üzerin de degersizleşti.
Üstelik kredi faizleri indirdik denilen faizin iki katına çıktı. Sonuç da, hem enflasyon, hem döviz hemde faiz yükseldi. Böylece ekonomik krize "nasıl olsa gelmeye geleceksin, bâri hemen gel !" diye davetiye çıkarıldı.
3- Sonrası malum, gıda üretimi için elzem mazot, gübre, ilaç ve yem hammaddesinin 1 birimini liramız degersizleştirilmeseydi 8 lirayla almak varken, artan dolar nedeniyle 2 birime yani 15 liraya almaya mahkum edildik. Bundan dolayıdır ki, el ülkesin de gıda enflasyonu 1 birim artarken, bizde onların 2 katı birden arttı.
İşin dahası var. Süt ve et üreticilerinin girdi fiyatları yükselişi durmak bilmiyor. Bundan dolayıdır ki; Ulusal Süt Konseyi çiğ süt fiyatını 15 Mayıstan geçerli olmak üzere, 5.7 liradan % 30 artırarak 7.5 liraya yükseltti.
Üretimin devamı için üretici 1 kg süt satarak en az 1.5 kg yem alması lazım. Ulusal Süt Konseyi'nin verdiği fiyat yaklaşık 1 kg süte karşılık 1.2 kg yeme denk geliyor. Yem fiyatı düşmeden üretici yine haklı olarak "medet ! beni kurtaracak yok muu ?" diye bas bas bağıracak. Yada 5 kg'lık yoğurdu marketler de 85-90 liraya almaya mecbur kalacağız.
Besicilikle uğraşan insanımızın durumu daha da vahim. Büyük baş hayvan besicilerinin üretimine devam edebilmesi için 1 kg karkas satış bedelinin 20 kg yem bedeline eşit olması gerekir. Yani 1 kg kemikli eti üretici 100-120 liraya satabilsin ki üretimine devam edebilsin. Bunu anlamı ise; kıymetli et dediğimiz bonfile, pirzola v.s hariç diger kemiksiz etlerin marketler de en az 180-200 lirayı görmesi hiç de zor değil.
Peki sonuç n'olur derseniz ? sanki israf ekonomisini, sanki ülkeyi eflasyon-döviz-faiz sarmalına düşüren besicilermiş gibi, sanki onların maliyet fiyatı karşılanmış da, "hayvan var besiciler kesime getirmiyor" diye tû kâka edilerek; tam da ithal et lobicilerinin ellerini ovuşturarak beklediği gibi, ithalata kapı açılacak, yerli üretici darbe üstüne bir darbe daha yiyecektir.
O zaman da, elleri böğrün de Kızılcık'lı, Tombak'lı Eşe Dezzeler "kele bu dövlete biz netdik kele ?" diye feveranların ardı önü de kesilmeyecektir...
Ne demişti şu bizim Kavşut Köyümüzde ki Güccüklerin İsmâl;
"vallâ gardaş, açlığınâ susuzluğunâ dayanabilirsen, ölê bir suyu, ölê bir yeşilliği var ki bizim memleketin..."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.