M.Fatih ERDOĞAN
TÜRKİYE’NİN DEPREM GERÇEĞİ
Deprem bu kez İzmir'i vurdu ve Türkiye bir kez daha yasa boğuldu. Yazımı yayına hazırlarken can kaybı 91’e ulaştı. Depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allahtan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Bu tür afetlerin bir daha yaşanmaması için dualar ediyorum. Ne bizim ülkemiz insanlarına ne de dünya insanlığına bu tür afetleri Rabbim bir daha yaşatmasın inşallah.
Türkiye'de aktif 550 fay hattı olduğu biliniyor. İTÜ'lü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Okan Tüysüz, 18 şehrimizin fay hattı üzerinde kurulu olduğunu söylüyor. "Aksaray, Bolu, Yalova, Bursa, Sakarya, Manisa, Balıkesir, İzmir, Denizli, Aydın, Kahramanmaraş, Erzurum, Hakkâri, Hatay, Eskişehir, Muğla, Bingöl ve Kütahya."
Ülkemizin, jeolojik, topografik ve meteorolojik yapısı yanında, fiziki ve sosyal zarar görülebilirliğin yüksek olması nedeniyle başta deprem olmak üzere sel, heyelan ve orman yangını gibi doğal olaylar afete dönüşerek büyük ölçüde can ve mal kaybına yol açıyor.
Doğal afetler nedeniyle her yıl ortalama binlerce kişi hayatını kaybediyor. Her yıl milyarlarca liralık ekonomik kayıp oluşuyor. Diğer doğal afetlere oranla çok sayıda yerleşim yerini, dolayısıyla büyük nüfus gruplarını etkilemesi ve yol açtığı kaybın daha fazla olması nedeniyle depremler, ülkemizi etkileyen en önemli afet türüdür.
Topraklarımızın yüzde 66’sı aktif fay hatları üzerinde yer almaktadır. Nüfusumuzun yüzde 70’i yüksek deprem riski altında olan yerlerde yaşamaktadır. 1990 yılından günümüze meydana gelen önemli doğal afetlerden etkilenenlerin yüzde 84’dü, hayatını kaybedenlerin yüzde 97’si ve yaralananların yüzde 99’u deprem gerçeğiyle yüzleşmiştir.
17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde meydana gelen depremler (Marmara Depremleri) sonucunda ortaya çıkan hasarın büyüklüğü afet ve kentleşmeye ilişkin politika ve uygulamalarının sorgulanmasına neden olmuştur.
Depremler, ülkemizin büyük çaplı afetlere hazır olmadığını, afet öncesi, anı ve sonrasına ilişkin kurumsal, yönetsel, yasal ve uygulama sorunları ile eksiklikleri bulunduğunu ortaya koymuştur.
Ayrıca, etkinliği kaybolmuş kent planlama uygulamaları, birinci sınıf tarım arazilerinin sanayi tesislerine tahsis edilmesi, göç, izinsiz ve denetimsiz yapılaşma ile yanlış yer seçim süreçleri gibi kentleşmeye ait sorunların yerleşim alanlarını afetlere karşı nasıl dayanıksız ve güvensiz hale getirdiği de görülmektedir.
Yaşanan her deprem sonrasında karşı karşıya kaldığımız maliyetler ve afet yönetim sistemimiz ile ilgili yapılan analizler sonucunda; ‘tehlikelere karşı önlem alınmasının gereği anlaşılmış olmasına rağmen, afet yönetiminin bu önlemleri bir bütün olarak sistemli bir biçimde ele almaktan uzak olduğu görülmektedir’. Ayrıca, konunun kamuoyu gündeminde düşük önceliğe sahip olduğu, karar vericiler ve toplumun bütün kesimlerinin konuyu yeterince sahiplenmedikleri ve sorumluluklarını yerine getirmedikleri, planlama alanında afet risk yönetiminin göz ardı edildiği bilinmektedir.
Kısaca söylemek gerekirse ülkemizde deprem riski taşıyan yerler en ince detayına kadar bilinmektedir. Bina stoklarımızın yaşanacak bir depremde ne hale geleceği de yazılıp çizilmektedir. Buna rağmen gerek vatandaşların gerekse kamu görevlilerinin yeni yapılan binalarla ilgili deprem mevzuatını yerine getirmedikleri de bilinmektedir.
Sık sık yaşanan imar afları, kaçak yapıların çokluğu, uygun olmayan zeminlerde yükselen gökdelenlerin artan sayısı maalesef söylenenlerle yapılanların örtüşmediği gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Devlet kurumları kamu binalarının yapımında tüm mevzuata uyulmasını sağlamalıdır. Vatandaşlar ise kendi evini, iş yerini yaparken sorumlu davranmalı ev yapayım derken lütfen çocuklarına mezar yapmamalı, sevdiklerine içinde can verecekleri tabut yapmamalıdır.
Millet olarak aklımızı başımıza almazsak, sorumluluklarımızdan kaçarsak; ‘İzmir depremi sonrasında yaşananlar ihtimaldir ki her deprem sonrasında da yaşanacaktır.’
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.