Geçici Misafirlikten Kalıcı Gerilime: Suriyeliler ve Türkler Arasındaki Çatışmaların Stratejik Derinliği

Yaklaşık 15 yıla tekabül eden bir konu olan bu durum şimdilerde spekülatif bir boyuta evrilmiştir. Bugün olayların toplumsal infiale yol açacak seviyeye gelmesi bazı kesimler tarafından komplo veya provokasyon olarak değerlendirilse de meselenin derinliği farklı varyasyonları bünyesinde barındırmaktadır.

Kayseri’de başlayıp Hatay, Kilis, Gaziantep, Konya ve Şanlıurfa gibi muhafazakârolarak kabul gören şehirlere yayılan öfke gösterilerinde tansiyon son derece yüksek olan ritmini korumaktadır. Bu şehirlerin bir diğer ortak noktası AK Partiye yıllardır en çok destek verilen şehirler olmalarıdır.

Buna karşılık sınırın öte tarafında Suriye’de yaşanılanlarda olayların temayüz ettiği yerlerde başat aktörlerin HTŞ-YPG vb. terör uzantılarının faaliyet gösterdiği ve Türkiye’nin geçmişte düzenlemiş olduğu askeri operasyonlar neticesinde kontrol altına aldığı ve ihya ettiği kentler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ayrıca Türkiye’nin bölgedeki etkinliğinden rahatsızlık duyan birtakım odakların gerilimde pay sahibi olması yüksek bir ihtimal olarak görülmektedir. Şu an Suriye’de yerel sivil halkın boşalttığı yerlerde rejim harici özerk bölgeler yer almaktadır. Yapboz misali çok katmanlı bir demografisi bulunan ve sosyolojik olarak kompartımanlara ayrılmış olan ülkede Türkiye’nin varlığı son derece kritik bir rol oynamaktadır. Öte yandan bölgede on binlerce PKK-YPG’li teröristin yapılandığı bilinen bir gerçek olarak güncelliğini korumaktadır. Bu yapılanmanın tarihi serencamına baktığımızda 1980’li yıllarda burada kamplaşmaya başlayan örgüt,çözüm süreci ve ardından başlayan hendek-barikat operasyonları neticesinde şehir ve kırsal oluşumunun zedelenmesi ile Suriye’deki otorite boşluğundan istifade etmek adına Suriye’nin içlerinde yapılanmaya gitmiştir. Son dönemde burada özellikle PKK’nın yoğun olarak bulunduğu yerlerde özerklik seçimlerinin Türkiye’nin baskısı ile ertelenmesine bir misilleme olarak PKK ile Suriye istihbarat örgütü olan El-Muhaberat’ın ortaklığında gerçekleşen bir komplo olduğu ihtimali üzerinde durulmaktadır. Bu durum neticesinde Türkiye’deki Suriyelilere karşı öfke ikliminin yaratılması, sınırın öte tarafında yarım kalan hesapların tamamlanması Türkiye’nin bölgede saf dışı bırakılmak suretiyle huzur ve güven ortamının aksülamel edilmesi planlanan bir konu olarak ifade edilmektedir. Yıllardır kimi otorite ve düşünce kuruluşları tarafından beyan edilen Avrupa’da yükselen aşırı sağ ve göçmen karşıtlığı tezi, geçtiğimiz günlerde yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde çoğunluğu Aşırı Milliyetçi Partilerin sağlamasıyla doğrulanmıştır. Bu perspektiften bakıldığında Türkiye açısından tehdit unsuru olarak görülebilecek bu trendden Türkiye’nin de pay alması söz konusu olmaktadır.

Nitekim Neo-muhafazakâr, Fundamentalist veya Radikal İslamcı parti yönetimlerinin bu bağlamda iktidarda kalması olası veya istenilen bir durum olarak gözükmemektedir. Dolayısıyla Türkiye’de daha milliyetçi bir bloğun oluşturulması Avrupa açısından da elzem bir durumdur. Bundan sonraki süreçte Türkiye’nin bölgesel barışı sağlama noktasında daha müşahhas adımlar atması muhtemel bir durum olarak değerlendirilmektedir. Türkiye’nin savunma ve güvenlik doktrininin iç tehdit unsurları olarak değerlendirilebilecek olan çok etnikli yapının istismar edilmesi ve demografisinin tarumar edilmesinin önlenmesi hususunda regüle edilmesi, bölgesel tehdit ögeleri ile mali ve askeri anlamda mücadele edilmesi, hukuk ve propaganda araçlarının bu süreçte işlevsel kullanılması gerekmektedir. Ayrıca Türkiye’nin göç alma potansiyeli epistemolojik bir yaklaşım ile değerlendirilmeli, gettolaşmanın yaşanması ile yabancı istihbarat ve terör örgütlerinin sızma, espiyonaj, hücreleşme gibi riskleri önlenmelidir.

Birtakım kesimlerin mağduriyet yaratmak suretiyle Türkiye’yi uluslararası arenada yalnızlaştırma ve Milli politikaların etkisizleştirilme müteşebbisliğinin kanalları tıkanmalıdır. Yabancı göçmenler hususunda duygusallıktan uzak rasyonel gerçeklikler ile örtüşen Milli bir paradigma çizgisinde hareket edilmesi önem arz etmektedir. Bu anlamda sivil ve resmi otoritelerin iyi yönetişim çerçevesinde bir araya gelmesi ile belirgin bir irade ihdas etmesi mühimdir. Bu süreçte diplomatik vasıtalarla meselenin çözümcül bir temelde konumlandırılması gerekmektedir. Türkiye’nin bölgesel barış ve huzur mottosuna husumet besleyen şebekelerin tespit edilmesi noktasında hassasiyet izhar edilmeli ve bunlarla mücadeledeki kararlılıktan taviz verilmemelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Samed Dikici Arşivi