Abdulbaki GÜNIŞIĞI
Ezan Sesinden Çan Sesin Kaçanlar
Bu yazıyı yazmak istemezdim. Fakat gelişen yeni hadiseler ve içinde yaşadığımız son otuz yılın birikimleri beni bu yazıyı yazmaya sevk etti. Bu yazım gazetelere ve dergilere yazdığım son yazı olacaktır. Devletimden ve onun kurumlarından ümidimi kestim. Otuz yıllık hayal kırıklıklarım ve nerede ise bin yıllık tarihimiz içindeki içimi ezen acı geçmişimizle birleşince, artık bir daha yazı yazmamaya, hiçbir siyasi ve sosyal hareketin içinde bulunmamaya, siyasi parti ve kuruluşların seçim ve oylamalarına, hiçbir derneğin içinde bulunup hizmet etmemeye karar verdim. Evlatlarıma da vasiyetim derdimize derman olmayan, çektiğimiz acıları televizyon ve radyolarında dinledikleri halde bu acıları dindirecek hiçbir çalışmaya imza atmayan siyasi partilere oy vermemeleridir.
Bir müslüman ne zaman ezan sesinden , çan sesine kaçar. Bunu iki yönden inceleyelim. Birinci yön müslüman üzerinden olsun. Bir müslüman bilinen kişi sadece ismen müslümana benziyor ve hayatında islam ile ilgili herhangi bir müştereklik yok ise, bu güya müslüman ilk fırsatta arzu ettiği hayatın çan sesinin geldiği yerde olduğuna karar verdiği anda, ezan sesini terk ederek çan sesine kaçar. İkinci yön ise müslümanın kendisi islam ile müşterek bir hayat yaşıyor, fakat içinde bulunduğu toplum ve siyasi ve sosyal şartlar kendisini rahat bırakmıyor, bazı istemediği hayat şartlarını kendisine dayatılıyor ve bu dayatmalara bir çare bulamıyor ise hicret etmek zorunda kalacaktır. Hicret edecegi bir islam yurdu bulamadığı zaman, kendisine her türlü yoldan yapılan propagandalara inanarak veya gerçekten kendisinden önce hicret edenlerin anlattıklarına bakarak, islamı daha rahat yaşayacağını tahmin ettiği çan sesinin altına kaçacaktır. Birinci kaçış, islamdan olmakla, bu ikinci kaçış ise islamı yaşamak için olduğundan mahiyetleri itibarı ile ayrıdırlar. Fakat sonuçları itibarı ile bir benzerlikte gösterirler. Her iki müslümanda kendi istedikleri hayat şartlarına müdahil olunup sıkıştırıldıkları için farktı gayeler içinde olsa ezan sesinden çan sesine kaçmışlardır.
Çan sesinin geldiği yerde hürriyet ve demokrasi vardır. Fakat bu öyle bir demokrasidir ki sadece kendi vatandaşlarına ve kendi dindaşlarınadır. Burada bir çifte standart vardır. Fakat birinci yöndeki kişi için bu çifte standart kendisi aleyhinde değil gibidir. Genede bir gün sadece isminden dolayı mağduriyet yaşama ihtimali vardır. Fakat ikinci grup kişiler için mağduriyet muhakkak gibidir. Buna rağmen her iki yöndede ezandan, çana kaçış vardır ve bu kaçışın sebebi her ne olur ise olsun müslümanlar için yüz karasıdır.
1448 yılından itibaren Rusya knezlikleri kuvvetlenmeye ve Türklerin birbirleri ile olan mücadelelerinde bir tarafı tutarak, diğer tarafı aradan çıkarmaya başlamıştı. Tarihin kaydettiği en büyük devletlerden olan Altınordu devleti iç ve dış müdahalaler neticesinde yıkıldıktan sonra başta kazan, kasım, kırım, astrahan ve büyük küçük nogay hanlıkları olarak bölündüler. Ruslara en yakın olan kazan hanlığının müslümanları daha altınordu devletinin zamanında iki sebebten ezan sesini terk ederek, kendi zalim ecelleri olacak rus çanının altına kaçmaya başlamışlardı. Bu kaçışın birinci sebebi, yönetimde bulunan ve halkı ile arasında bir bağ kalmayan beceriksiz ve rus yanlısı siyaset izleyen hanlar ve onları kukla yapan mirzalar dan kaçış için olmuştur. Bir kısmı ben yöneteyim niyeti ile ruslardan kendi kardaşlarının kanı için yardım almaya gidenlerin, ezan sesini çan sesine değişmesi ile olmuştur. Bu kaçışların diğer sebebi ise yönetimdeki adaletsizlikler olmuştur.Kendi hanlıklarında adalet bulamayan müslümanlar, kendilerine gösterilen sahte itibara inanarak ezan sesinden çan sesine kaçmışlardır. Ruslar ise bu çan sesine gelenler ile beraber, ezan sesinin geldiği her hanlığı bizzat bu müslüman kardaşlarını kullanarak, islamın oku emrini terk ederek çağın teknolojisini takip etmeyen ve geliştirmeyen müslüman kılıklı yönetimlerin içini boşalttığı bu devletleri tek tek ele geçirmişler, hemde kan ve zulm ile. Bu hareket 1927 yılında ve son hanlık olan Buhara hanlığınında ele geçirilmesi ile neticelenmiş ve ezan okunan son yerde çana teslim olmuştur. Bu teslimin ilk başlangıcına bile ve isteye ezan sesinden kaçıp çan sesine sığınan müslümanlar sebeb olmuşlardır. İkinci sebeb ise onları çan sesine zorlayan kendi dindaşlarının zalim ve duygusuzve adaletsiz yönetimleri olmuştur.
Kurtuluş harbimizden sonra bu sefer vatan toprağımız olup kaybettiğimiz her yerden zulüm gören kardeşlerimiz çan sesinden ezan sesine kaçmışlar. Fakat aradan geçen çok kısa bir zamanda geldiklerine pişman olup tekrar gitmek isteyenler olmuştur. Özbekistan dan gelen muhacirler tekrar ezan sesine kavuşmak için suriyeye giderken yoldan çevrilmişlerdir. Çünkü on sene içerisinde çan sesinden ezan sesine kaçanlar bizzat burada ezan sesinin kendi kardaşları tarafından kesildiğini görünce eyvah demişlerdir. Taa o günlerden bu zamana kadar verilen mücadeleler neticesinde kendi öz yurdunda parya olan müslümanlar son günlerde rahat bir nefes almaya başlamışlar, fakat bu yakın zamandada başlarına başka gaileler gelmeye başlamıştır. Nerede ise seksen yıl içerisindeki yanlış eğitimimizin, düşman devletlere işçi olarak gönderip onların insafına terk ettiğimiz insanlarımızın onlar tarafıdan işlenmesi ile ortaya kendi vatanına, milletine ve dinine düşman bir nesil yetişmiş ve bu nesil düşmana gerek göstermeyecek halleri devletin ve milletin başına sarmıştır. Bu günlerde yurdun bir köşesinde kendi polisi ve askeri ile silahlı çatışmalara girenlerin dedeleri bundan yüz sene önce bizzat çarpıştıkları polislerin ve askerlerin dedeleri ile ortak düşmana karşı savaşmışlardı. Aradan geçen ğaflet yılları, gayrimilli eğitim, anasını ve babasını doğrayan evlatlar, kendi kızını ve oğlunu öldüren ana ve babalar yetiştirmiştir. Bu cinnet hallerinin tek sebebi mille kodlarımıza ve insan karakterine ters eğitim ve öğretimdir. İçinde vicdan ve insan hakları temel alınmayan islamdan nasipsiz eğitimin neticesi, cani karakterli bir nesil olarak geri dönmüştür.
Bütün bu bozulmalara engel olması gereken kanun ve yasalar ise, bunları engellemek yerine teşvik eden bir hale gelmiştir. Çeşitli suçlar toplum tarafından cezalandırılması gereken haller iken kanun önünde suç sayılmamış ve kanıksanmıştır. Seksen yıldır bizleri yöneten siyasiler bir çok kanunun ne kadar kötülüklere vesile olduğunu görüp kendi ağzı ilede seslendirmiş olmalarına rağmen bunları düzeltecek bir yola girmemişlerdir. Herkesin kanını donduran cinayetler aziz Türk milletinin vicdanını sızlatmış, fakat seçtiğimiz milletvekillerimizin kılı kıpırdamamıştır. Baklava çalan çocuklara onlarca yıl ceza veren kanunlar var iken, devleti ve milleti soyanlar bey gibi gezmişlerdir. Küçük küçük çocukları hunlarca katledenler, insan ruhuna aykırı bir hal olan ve toplum vicdanında kabul görmeyen kaldırılmış idam cezası yüzünden hak ettikleri ceza ile cezalandırılmamış ve bu katiller yaşatılmış , onların gözü yaşlı ana babası devletinden ümüdini kesmiş ve güvenini yitirmiştir. Molotof atılarak binlerce araç yakılmış ve o kadar yaygın olmuştur ki her önüne gelen hasmına molotof atıp evini ve aracını yakmaya başlamıştır. Bu kadar mala zarar veren bu suçlar için ,uyduruk beş ay gibi bir ceza verilen bu kişiler, kontrollu serbestlik gibi kanayan bir yara haline gelen bir uygulama ile aracı ve evi yanan insanların gözünün içine bakarak mahkemeden gülerek çıkmaya başlamışlardır. Bizzat benim aracımı yakan, ondokuz yıllık evimden ayrılıp kiraya çıkmama sebeb olan şahıs mahkemede sırıtarak, bir an kendimi kaybettim, pişmanım gibi beylik laflar ile benzeri cezalardan sekiz defa bırakıldığı gibi gene kontrollu serbestlik ten elini kolunu sallayarak çıkıp evine gitti.Harcadığım avukat parası, kaybettiğim arabam ve vereceğim kiralar benden giden maddi kayıplar ve evlatlarım ile yaşadığım kabus gibi on yıl keseme manevi kaybım olarak kaldı. Bir de devletime olan güven kaybım.
Benim aklımın erdiği nerede ise kırk yılın üstünde yaşadığım bütün mahkemelik hadiselerimde haklı olduğum hiçbir meselenin mahkemede hallini görmek nasip olmadı. Daima kayp eden taraf oldum. Her seferinde içinde bulunduğum hallere çare bulmayan veya çıkardıkları kanunlar ile caninin ve soyguncunun ve hırsızın hakkını koruyan siyasileri Allaha havale ederek neticelenen durumlar devam etti. Haberlere bakıyorsunuz, suç işleyenler, bütün kanunları ezbere biliyor. Bu kanunları nasıl suiistimal edeceklerini gayet iyi biliyorlar. Bütün bunları bilen avukatlar, hakimler, savcılar ve siyasi partiler ise bunları sadece seyrederek hayatlarına devam ediyorlar. Bu denetimli serbestlik ile her işlediği suç kesesine kalan ve hiçbir ceza almayan kişiler ise gittikçe daha arsız ve cesaretli olup, dahada azgınlaşarak, tek suçu devletine ve kanunlara güvenip işinde gücünde olan insanlara zulm ediyor, gasp ediyor, yakıyor ve canlarını alıyorlar. Mahkemede kravat takıp, utanmadan pişman olduğunu söyleyen bu canilere hakimlerimiz en üst haktan indirim yaparak milletin vicdanında derin yaralar açıyorlar. Bir devlet adalet olmadığı zaman uzun süre yaşayamaz.
Son beş yılda islam dünyasının başına geçirilen ve adını arap baharı diyerek süslü kelimeler ile yutturulan hadiseler zinciri milyonlarca müslümanı yerinden ve yurdun etti. Bu müslümanların bir çoğu bu belaları başlarına açanların çan sesinin sahibi olduğunu bildikleri halde kendi yönetimlerinden bu güne kadar tıpkı benim yukarıda anlattığım gibi bir gün görmediklerinden, bilerek veya bilmeyerek ezan sesinden çan sesine kaçtılar. Bunları mazur görmemiz bir yere kadar. Fakat Türkiyemize göçen üç milyona yakın suriyelinin bir kısmının ısrarla her gidenin, kapıdan kovalandığı, aşağılandığı, ve botları bizzat çan sesinin sahipleri tarafından batırıldığı halde ısrarla ezan sesinden çan sesine kaçmaları ise tarihte hiç yaşamadığımız bir kaçma sebebi olarak yerini aldı. Dört yıldır, her imkanından faydalandığı, ve üç defa kişi başına bin doların üstünde para vererek, bindiği kayıkta denize terk edilen bir kişinin ısrarlarına, küçük çocuğunu ve hanımını öldürmek bahasına aynı kaçış için para vermesine ne denilir. Bu istenilmeyen yere , ezan sesinden çan sesine kaçışın sebebi nedir. Bütün dünyanın üzüldüğü ajlan bebeği hatırlayınız. Bu bebeği bizzat babası, dört yıldan beri yaşadığı, yaşayabildiği, ezan sesi ile uyuyup uyandığı bir yeri bile ve isteye çan sesine tercih etmesinin neticesinde kaybetmiştir.Buradaki ezan sesinden kaçış, islamdan ve müslümandan kaçıştır ve bedeli büyük olmuştur.
Macaristan sınırında bin bir türlü rezillikler içerisinde, en ağır hakaretlere maruz kalan suriyeli mültecilerden bir genç, bunlar bizi istemiyorlar diye itiraf etmiştir. O halde soruyorum, size buradan gidin diyen bir Türkiye yok. Burada size dininizden ve dilinizden dolayı hakaret eden, kovalayan ve aşağılayan yok. Bu kadar ısrarla ezan sesinden çan sesine kaçışınızın sebebi nedir o zaman. Nerede ise kaçanların yarısı yolda boğuluyor, yunan askeri tarafından batırılıyor iken, bütün bunları bile bile hala ölüme ve aşağılanmaya gidenler, ezan sesini çan sesine tercih ettiklerinden dolayı bu gidişte ısrarlıdırlar. Bizim, devletimizin tek yapacağıda, ezan sesinden çan sesine kaçmak için her yolu deneyen bu insanlara, engel olmamak, mümkünse gitmelerini kolaylaştırmak ve yaşadıkları ve yaşayacakları rezil hayatı ibret olsun diye, geride kalanlara göstermektir.
Türkiyemizden, Türk asıllı olup ezan sesinden çan sesine kaçanlara gelince. Bunlar da iki bölümde incelenmelidir. Birinci bölümdekiler, ezan sesine hasret bırakılmak istenen yılların kaçışları idi. Şimdi ise ezan sesinden kurtulamayacağını anlayan, çan sesinin meraklıları kaçmaktadırlar. Artık kendi vatandaşlarımızdan, çan sesi hasreti ile kaçanlar, aslında istedikleri hayatın burada ikame olamayacağından ümidini kesen, katı, baskıcı laik bir zihniyetin iktidar olamayacağını gören ümitsizlerdir. Birde her şeye rağmen yurdunu , vatanını, mensubu olduğu milletini sevmesine rağmen, hayatı boyunca değersiz olarak muamele görenler. Buradaki adaletsiz hayattan ümidini kesip, acaba çan sesinin olduğu yerde, bu adaletsizliklerden kurtulabilirmiyim diyen, kalbi kırılmış insanlar , ezan sesinden çan sesine kaçmak istemektedirler.
Beni tanıyan herkes, az çok vatan, millet, din ve diyanet meselelerinde nerede durduğumu, mücadelelerimi bilir. Fakat bu hafta yaşadığım adalet tiyatrosundan eve zor döndüm. Hiçbir suçun cezasız kalmaması gereken bir dini hayata inanan benim gibi insanlar da artık ümid kalmadı. Haberlerde seyrediyoruz. Bir şahsın dükkanından kasasını çalıp soyanlar, gayet pişkin bir şekilde, tamam çaldık, atın bizi içeriye, fakat parayı vermeyiz. Cezamız dört ay değil mi razıyız. Fakat parada bize lazım onu vermeyeceğiz diye, devletin uyduruk kanunları ile nasıl hemhal olduklarını utanmaz bir şekilde ortaya koydular. Ben merak ediyorum, bu kadar acz içeren ve parası çalınan kişinin hakkının ortada bırakıldığı, sadece hırsızın faydalandığı bir kanunu çıkaranlar, o siyasiler mutlumudurlar. Evlerinde huzurlumudurlar. Elin kızını parçalara bölüp gitar kutusunda çöpe atan saçı sakalı birbirine karışmış insan bozuntusuna çocuk muamelesini yapanlar, aynı hadise başlarına gelmiş olsa ne düşünürler. Hala kokuşmuş avrupanın uyduruk onsekiz yaş sınırında ısrar eden vurdumduymaz milletvekillerimiz, hukukçularımızın vicdanları hiç sızlamazmı. Kayseride ki küçük çocukları ayrı ayrı odalarda hunharca katleden alçağı hala besleyen devletlilerimiz yüzünden, bir ana ve baba çocuklarının katilini kendi verdiği vergiler ile besleyen devlete sevgi ve saygı duyarmı.
Mala zarar vermenin cezası altı ay hapismiş. Onuda on kere yapsanız her defasında cezanız, kontrollu denetim denen komedi ile sonlanıyor. Suçlu bunu bildiği için kravatı takıp, pişmanım diyor ve sizin uğradığınız zarar, kesenize kalıyor. Bu adalet ile bir devlet daha ne kadar yaşar. Her kime mikrofon uzatsanız, aynı meselelerden şikayet ediyor. O vakit soruyorum. Bu allahın emri olan kısas cezasını ne zaman uygulayıp, incinen adalet duygumuzu tamir etmeyi düşünüyorsunuz. İdam cezası geri gelmediği. Devletin polisine, askerine kurşun sıkanlara, sadece biber gazı sıkıldığı, oraya buraya molotof atanların yakalandıktan üç dakika sonra evine gittiği, her suç işleyenin ısrarla suistimal ettiği oyuncak kanunlar değiştirilmediği sürece hiçbir siyasi oylamaya katılmayacağım. Bir daha bu mevzular dahil hiçbir konuda yazı yazmayacağım. Hiçbir hakkımı almak için devletin, bizimle dalga geçtiği adliye denen lüzumsuz masraf binasına uğramayacağıma ant içtim. Sadece alçakların, hırsızların ve canilerin kayırıldığı bu uyduruk kanunları değiştirdikleri zaman, devletim var diyeceğim ve o devletin her kurumuna hizmet etmeyi ,saymayı evlatlarıma tavsiye ve emr edeceğim. Aksi halde çan sesine kaçmaz isemde, ezan sesinin olduğu bu yerde ezanın emr ettiği adaletin olmadığını hiç unutmayacağım. Bize çan sesini tercih ettirenlere hakkımı haram ediyorum. İnne lillah ve inne ileyhu raciun. Herkesi sonsuz adalet sahibi Allaha emanet ediyorum. Bende hakkı olanlar haklarını helal etsinler. Fakat ben devletimi yönetenlere hakkımı helal etmiyorum. Adaleti tesis etmedikleri sürecede benim devletim var demeyeceğim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.