Bu hikâye, bizimle ilgili: Kapalı Mekân Nesli.
Her şey, doğayı arkamızda bıraktığımız gün başladı.
Evlerimizi, ıvır zıvır ile doldurduk.
Suni ışıklar, güneş ışığının yerini aldı.
Öyle ki; evlerimiz, içinden kesinlikle ayrılmak istemediğimiz yerlere dönüştü.
Keza, hayatımızın % 90’ını kapalı mekânlarda geçiriyoruz.
Ne Yaptık?
Yemek pişirdik… Duş aldık… Uyuduk…
Fakat, kendimizi evlerimizin içine kapattık.
Evlerimizi öyle inşa ettik ki; içinden hiçbir şey kaçamıyor.
Zaten, hiçbir şeyin kaçamayacağı bir noktaya gelindi.
Hava kötüleşince de kimyasallar ile durumu düzeltmeye çalıştık.
Ayrıca, karanlığa dayanabilmek için evimizin tüm odalarına küçük suni güneşler yerleştirdik.
Sorunlar gerçekleşmeye başladığında da – Gerçi, başlangıçta, fark etmek çok zordur – bazılarımızın uyumaya; bazılarımızın nefes almaya; bazılarımızınsa, kaşınmamaya ihtiyacı vardı.
Velhasıl, mutsuz olmaya başladık.
Mutsuzluğumuzu gidermek için ise, mutlu lambalar yaktık.
Ya Sonra?
Sonrasında, bilim insanları, evlerimizdeki havanın dışarıdaki havadan beş kat daha kirli olduğunu keşfetti.
Öyle ki; güneş ışığının yetersizliği, çocukların öğrenmesini etkiliyor. Ayriyeten, tansiyonlarını yükseltiyor.
Zaten, evlerde toksit madde yoğunluğunun en yüksek olduğu odaların çocuk odaları olduğu ortaya çıktı.
Bir diğer gerçek ise, şu ki; milyonlarca ev, yaşamak için oldukça sağlıksız.
Dahası, rutubetli ve küflü evlerde yaşamanın astım riskini % 40 arttırdığı keşfedildi.
Milyonlarca insanın kapalı çevre sebebiyle astım ve alerjiden mustarip yaşadığı öğrenildi.
İşte içinde bulunduğumuz yer burası.
Bu hikâyenin sonu ise, size bağlı.
Çünkü; henüz yazılmadı. Yaşanmadı.
Eğer kapalı mekân neslini önemsiyorsanız, bir şeyler yapın. Düşünmeye başlayın ve farklı yaşayın.
Güneş ışığının ve temiz havanın hayatınıza tekrar girmesine izin verin.
Önemseyin!
Unutmayın ki; küçücük değişiklikler bile gelecek nesil için kocaman farklılık yaratır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.