Habibe BAYKALKÖK

Habibe BAYKALKÖK

Uzağı Yakın Eden Güçlerin Can Dostlarına İthaf Gök Bayrak

"Zaman çalsa da bir şeyleri bizden;
Bize kalan,
Bir vefa, bir selâm,
Bir de güzel dostluktur”.       
 Dil, gönül birliğinden akan ırmaktır; gönlümüzde yaşayan Türk Dünyasındaki Ata diyarından Türkistan sevdalılarının gönlüne bu ırmaktan bir esinti göndermeye çalışır iken; birlik ve bütünlüğümüzü ortak kültür coğrafyamızla örtüştüren en güzel örnek, aşağıda Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesinin önünde yan yana dalgalanan Türk Bayrağı ile Gök Bayraktır. Her iki devleti temsil eden bu iki bayrak, aynı zamanda gölgesinde yer bulan kahramanlarının ve tasavvuf diliyle sûfîlerinin gönlünü ve dilini gelecek tarihe de taşımaktadır. Asırlardır beşiğimiz olmuş bu topraklarda, bizlerin mukaddes bulduğu değerler uğruna Alp-Eren’ce yoğrulmuş olmanın hikmetini, öğrencilerimize de aktarmaya çalışmadık mı? Bir yandan şehitlik mertebesine erenlerimize gıpta ederken; aynı zamanda onlara lâyık nesiller yetiştiremememizin üzüntüsünü de için için hissetmedik mi?
Gidilen her yol, insanı yüreğinin çağırdığı yere götürür. Atalarımızın inşa ettiği medeniyet doğrultusunda, bizlere bıraktıkları Türk devletlerinin aslan  yürekli yiğitlerinin ardından yola devam etmek görevimizdir elbet!.. Bu görevde yolumuzu aydınlatan “dil ve din feneri” ni, ancak ortak akılla elde tutabiliriz diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Tarih boyunca, Issık ve Baykal göllerinden, Tanrı ve Altay dağlarından, Tuna'ya at koşturan, kökümüzü koruyarak insana adanmışlığı sinesinde barındıran Alp-Eren’lerimizin kesintisiz koşusu, bugün de bizi heyecanlandırmıyor mu?
Kazakistan'a geldikten bir hafta sonra, eşimin görevi gereği  Alma-Ata'da faaliyet gösteren Avrasya Araştırma Enstitüsü'nün kongresine gidiyorduk. Önce, Üniversitemizin bulunduğu Türkistan şehrinden araba ile iki-üç saatlik mesafedeki Çimkent'e, oradan da uçakla Alma-Ata' ya gitmemiz gerekiyordu. Türkistan'dan tutulan özel taksiyle yolculuk başladı. Hoş  sohbet bir şoför, biraz Türkçe, biraz Kazakça, “köylere,  ‘avul’ denir, bu köyün adı Gök köy, Arslanbab, Fârâbî…”  diye konuşuyor; avullardan geçtikçe, Anadolu’daki köy adlarını sıraladığını düşünüyorsunuz âdeta!.. Yol kenarlarında o kadar çok mezar var ki (yolculukta hayatını kaybedenler, hemen oraya defnedilmiş), şoför hemen âmin diyor, elini yüzüne sürüyor;  Fatiha okuyup âmin dedikten sonra, tekrar sohbete devam…  Bize İstiklâl Marşı’ndan dörtlük dahi okudu. Sonra büyük şairlerinden, Abay-Han ve Aksakallar’ından, toy (düğün-sünnet, diş açma vb.) geleneğin ve sohbetin güzelliği karşısında, yolun bitmesini istemiyorduk içimizden.. Dikkatinizi çekti mi bilmem: Üniversite veya yüksek okul mezunu bu şöför. Şunu ifade edelim ki, okullaşma oranında bizden daha ilerideler. Burada geleneksel sanayi neredeyse yok denecek kadar az. Tarım ve hayvancılık sürmekle birlikte istihdam alanı çok dar olduğundan, yollarda hemen her taksiyi böyle bir hizmet için durdurabilirsiniz. Ancak her şeyin bir sonu olduğu  gibi yolun sonu da geldi; fakat ben yolculuk boyunca hem anlatılanları dinledim, hem de etrafı izlerken çok, ama çok hüzünlendim. Bir zamanların ötesi hikâyelere ve destanlara gittim geldim.


 Neden mi? Nerdeyse iki yüz km. yol gittik, bir kaç küçücük köyün dışında bom boş arazi. Benim kulağıma nerden, nasılsa,  kimin olduğunu dahi hatırlayamadığım  aşağıdaki dörtlük fısıldandı sanki:
      " Çık nerdesin, zuhur et!
        Biz sizi bekliyoruz,
        Yıllardır yollarında,
        Yorgun, emekliyoruz!..."
Baktım baktım, asıl sahipleri zaten göç edeli bin yıllar olmuş. Onlar her şeyi hak ederek "güzel atlara binip, güzel yerlere gitmişler.
Türkistan’dan Alma-Ata’ ya

Türkistan şehri iki bin yıl önce kurulmuş; hiç olmaz ise mânen sahip çıkmak lâzım derken; Alma-Ata'yı gezip görünce, yeşeren umutlarımdan büyük bir heyecan duydum.
Kazakistan’ın Alma-Ata şehri,  aslında, burada söylenen şekliyle “küçük Dubai”!...  Caddeler Ankara Atatürk Bulvarı kadar geniş, evler cetvelle çizilmiş gibi plânlı. Caddelerin sağında-solunda sırayla sulama kanalları, ağaçlar, kaldırımlar, yeşil alanlar, o kadar çok ki... Yayalar, yanlışlıkla yaya geçidi dışından geçse, otomobiller neredeyse duruyor. Otopark sorunu olmadığı için dışarıda rastgele park etmiş araba görüntüsü de pek yok. Tanrı dağlarının devamı olan Alata dağının eteğine kurulmuş bu ilk başkente, Nursultan  Nazarbayev’in  ilk sarayı da ayrı bir ihtişam veriyor. Bir ucundan diğer ucu gözükmeyen parklara baktıkça, hayıflanmadım da değil. Türkiye'de olan parklarda yok ediliyor.Eski Kazak müzesini  gezdiğimde ise, dillere destan geleneğimiz ve o zamanın ihtişamı karşısında hepimiz şaşkına döndük. Müzede bilinen ilk kılık-kıyafet, kullandıkları ev ve süs eşyaları; eğlence ve çocuk oyunları,  oyuncakları; geleneksek yönetim biçimlerine yönelik hanlık, hakanlık, oba ve ocak teşkilatları, ata-dede geleneğinden ne yok ki !…

Biraz da yemek ve girişimcilik kültüründen söz edelim. Hemen belirtmek lâzım, öyle her yerde at eti, at sütü yok; ülkede tarım ve hayvancılık ön planda olduğu için kırmızı et çok pahalı değil. Sebze-meyve de öyle. Türkiye’den gelip, hizmet sektöründe ( yiyecek- giyecek, restoran ve kahve alanında) faaliyet gösteren birçok girişimcimizle karşılaştık; ticari mekânlarında yemek yedik, çay içtik. Daha çok ortakçılık yöntemiyle iş yeri açabildiklerini söylediler.
Bir hafta sonra o güzellikleri bırakıp, Türkistan'a döndük.Çok etkilendiğim, şu  güzelliği de sizlere aktarmak isterim: Bir vesile ile kendisi Özbek, adı Batır Beg;  eşi Kazak olan bir esnafla (kasap) tanıştık, birkaç kez evine gittik. Kısa da olsa bir dostluk oluştu. Hacca gitmiş, Hz. Ebûbekir’in on altıncı (göbek) soyundan gelen bir soy kütüğüne sahip. Eşi de Ahmet Yesevi’yi irşat eden Arslanbab’ın köyünden ve onun soy kütüğünden geliyormuş (masal gibi gelebilir sizlere). Batır Beğin bize sitemine bakınız, görüşemediğimiz bir hafta sonrasında özlemle: “Men her gün bu camdan bakıyorum, sizi görebilirmiyim diye.. (cam dediği dükkânının vitrini). O sıcacık ifade ve mahzun bakışı, bizi çok hüzünlendirdi. Selâm olsun geleceğimize, selâm olsun bizi din ve dilde birleştirenlere!… Bu sevgi bağı adına sesleniyorum...
Ve ahh!. diyorum, ne olur bir olsak, beraber olsak, ruh nehrimiz aynı yöne aksa, millî irade aynı medeniyet tasavvuruyla aynı örse vursa, üniversitelerimiz çağın ihtiyaçlarıyla donanıp teknoloji öncüsü olsa; karamsarlıklarımızdan kurtulup tarihe yön veren bağımsız devletler olarak yaşama azmimiz bir daha kesintiye uğramasa!… Ben Kazakistan'ım, ben Türkistan'ımla BÜYÜK TÜRKİSATAN’ın kalbiyim;  Büyük  Orta Asya' dan çıkıp Merv'den, Malazgirt’ten Balkanlar'a ulaşan Alp-Erenlerim diyen Yesevi’lerin  seslerini duyar gibiyim; hatta abartmış demezseniz, sessiz yükselen Anadolu’yum, demek istiyorum.


Zaten bayraklarımız, Albayrak  ile Gökbayrak, her yerde yan yana.. Cumhuriyet bayramımızın kutlama töreninde çok güzel bir tanıtım izledim; insana gurur veriyor inanın. Üniversiteye girerken en yüksek bir duvara asılmış Türkiye’nin Mustafa Kemal Atatürk' ü ile Kazakistan’ın hâlen Devlet Başkanı olan Nursultan Nazarbayev’inin resimleri sizi karşıladığında, sevinciniz bir başkalaşıyor. Nabzınızın farklı attığına şahit oluyorsunuz. O zaman şu dua süzülüyor diliniz ve gönlünüzden: Kazak-Kırgız, Özbek-Uygur, Oğuz-Türkmen (Türkiye ve Azerbaycan, ve aynı soya mensup diğer coğrafyalarda bulunan tüm kavimler ) hepsi aynı kültür şemsiyesi altında Türk; “dili bir, fikri bir, işi bir”, ama devletleri ayrı; ve fakat uluslar-arası arenada menfaatlerini korumaya yönelik olarak "Türk Birliği" ni istemekten daha tabii ne olabilir ki?

      Madem ki, bu kadar Kazakistan Cumhuriyeti-Türkistan şehri hatırası anlattık; ilgilisine şu bilgileri vermek de ödev oldu kanımca: Kazakistan, 16 Aralık 1991’de bağımsızlığını kazanmış, dünyanın dokuzuncu  büyük coğrafyasıdır (2.717.000 km2). Başkenti, Astana (320.000 nüfus); dili, Kazakça (resmi dil, Rusça halklar-arası anlaşma dili); para birimi, Tenge ( 85 Tenge=1 Tl); uluslar-arası kodu +7.  Komşuları: Kuzeyinde Rusya Federasyonu, batısında Rusya Federasyonu ve Hazar Denizi, doğusunda Çin Halk Cumhuriyeti, güneyinde Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan bulunuyor.
Gezi/hatıra yazısının sonuna yaklaşırken
Buralara gelmenin yıllardır özlemini duymuştum ve geliş heyecanımı sizlerle paylaşmıştım. Ne yazık ki, ayrılma vakti geldi diye, içimden, özümden hüznümü, hüzünlü topraklara karıştırıp, birazını da yanıma alıp, ayrılıyorum. Ata ve Ana Yurt’un ayrı oluşunu hüzünle dillendirirken bir baktım ki üç-dört ay gelip-geçmiş ve biz dönüyoruz. Söz geldi kendime (bir söz vardır ya!), onu hatırlıyorum ve diyorum ki, "evli evine, köylü  köyüne" artık!...
Ayrılma zamanı yaklaştıkça ben hayli buruklaştım. Sanki yıllardır burada yaşamışım; her şeyimi buralarda bırakıp gidiyor gibiyim. Ünlü Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ'ın bir zamanlar bir kitabını okumuştum. Birisi soruyor: Bu kadar senedir Amerika'ya gidip geliyorsunuz  (altmışlı yıllar). Neler gördünüz, ne var ne yok oralarda?.. diyor.  Onun cevabı aynen şöyle idi: "Herkesin  bakış açısına, beklentisine göre, bir Amerika'sı var."  Bence harika bir cevap… Ben de kendi gözlem ve ruh dünyama göre sizlere Kazakistan'ın, özellikle Türkistan'ın ecdadımızdan süzülüp gelen mirasından, bir buket sunmaya çalıştım. Bahsetme şansını yakaladığım için de hem  mutluyum hem de hüzünlüyüm. İyi ki o güzel Atalarımız varmış ve bizlere, asırlarca övünebileceğimiz hasletler bırakmışlar.


Sevili okuyucularım;
 Söz/yazı biterken, izninizle aşağıdaki bir özel not ve özel teşekkürümü de sizlerle paylaşmak isterim.  Gururumuz ve felsefecilerimizden Dr. Mustafa Kök ağabeyimin teşviki ve yazılarıma zaman zaman müdahalesi olmasaydı, bu kadar yazamayabilirdim. Emeklerini esirgemediği için huzurunuzda teşekkür ederek kendilerine sağlık ve uzun ömürler diliyorum. Ayrıca MaraşGündem internet gazetesi editörüne ve ekibine teşekkürler…  Bu coğrafyanın bir sözü ile "az-boz" da olsa, bu güzel Ata yurdundan Ana Yurt’a bilgi aktarabildiysem, ne mutlu bana; daha önemlisi de, Ne Mutlu Türküm Diyene!..
Hz. Ahmet Yesevi’nin selâm ve duâsıyla, sizlere şimdilik veda diyorum. Hoşça kalın..
BİR  ÖZEL NOT VE İKİ YORUM:
   “Boş durmayın, boşa çalışın” diye bir söz var ya… Ben de sanki, aynen öyle yaptım, bana verilen bu fırsatla, köşe yazılarıyla sizlere ulaştım. Bir anlamda bir kültür elçiniz olmak için Türkistan'a geleli, tek parmakla ve tek elle üç aydır yazı yetiştirmeye çalıştım. (Türkiye’de sinir sıkışması dolayısı ile ameliyat olup gelmiştim, ödem yapmış; hâlâ elimi-kolumu kullanamıyorum.) Sağ olsun, emeklerini esirgemediği gibi, her gün arayıp sorarak, bana enerji veren, Kazak Dr. (Nörolog) Lezzet Hanımefendi  (adı gibi birisi) sayesinde, iyileşmeyi bekliyoruz. İkinci Özel teşekkürüm de ona... Dolayısıyla gerçekten  tek el ve tek parmak üzerinden yapılan bir gayret… Gülüyorum bazen (sizin de gülmeniz için yazıyorum zaten!); sağlam elime hakkını helâl et, seni çok yordum diyorum.
  ALLAH'IM YÜCE KUR'ÂN’DA “OKU!..”  emrini neden vermiştir?.. İlimde, bilimde, çalışarak, insanlık âlemine faydalı olmamız için değil mi?  "Karınca kararınca" altıncı köşe yazımı da bitirdim ve sizlerle paylaştım. Keyifle okuduysanız ,duanız duam olur inşallah!
Bugünün teknolojisi en küçük kültür hizmetinin dünyanın her yerine ulaşmasını sağlıyor. Ben de binlerce yorum aldım, Facebook üzerinden... Burada şu iki yoruma yer vereceğim izninizle!…
İslâm kültürü ve Ecdat kanıyla esinlenen  yirmi sene önceki bir öğrencim, köşemizdeki yazıyı okuyunca, beni de   duygulandıran, özümüze yaraşır şu yorumu yapıyor:aynısını kopyaladım.
     Habibe Hocam Merhabalar;
Yazınızı okudum ve gözlerimden akan yaşları tutamadım. Bahsettiğiniz yerleri görmek bana da nasip oldu ve bir yıl yaşadım Kazakistan' da... Hiç yabancılık çekmediğim bir yer idi. Üzerinden üç yıl geçmesine rağmen, dilimden hiç düşmez Kazakistan. Yazınız, Kazaklarla Türklerin arasındaki bağı çok güzel özetlemiş. Genç-yaşlı, herkesin okumasında fayda görüyorum.
Elinize, Dilinize, Fikrinize ve Kaleminize Sağlık!...”
Saygı ve Hürmetlerimle…
Öğrenciniz Osman Babür.
         Diğer  paylaşmak istediğim de, kendi özüm balamın (kızım) yorumu:
“İlk öğretmenim ve ilkokul öğretmenim Sevgili Annem; verimlilik bu işte. Kaç senedir, uzak yerlere gitti annem, çocuk ve torun bakmak için. Bu sene de Babacığım'a yârenlik yapmaya Kazakistan'a gitti. Yine boş duramamış (verimlilik bu işte) ve bu güzel yazılarla bizleri bilgilendirerek mutlu etti.
Gönlüne ve eline sağlık, muhteşem olmuş hepsi birbirinden güzel!…
  Anneciğim!,bir de önerim var:
Gelmeden, hepsinin gazete çıktısını alıp orada üniversite kütüphanesi, konukevi, misafirhane’ye koy, lütfen. İlk gidenler için harika bir rehber...
Çok öptüm, ellerine sağlık...”
Ben de kızımın önerisine uydum, CD ve yazılı çıktı aldım. Denilen yerlere bıraktım.
Sana  da Teşekkürler canım kızım.
06 Ocak, 2015, Türkistan

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Habibe BAYKALKÖK Arşivi