
Esat BEŞER
Bosna-Hersek ve Sırplar
Yıllar öncesinde – tam on yıl önce – Samsun yerelinde, bir gazetede, yine aynı başlıkla yayınlanan yazımı güncelleyerek ve üzerine eklemede bulunarak, siz okurlarımızın ilgi ve beğenisine arz ederim.
Öncelikle, bunu belirtmek isterim ki; Balkanlar’da etnik çeşitliliği yüksek bir ülke olan Bosna-Hersek ve Sırplar konusu tarihi, siyasi ve toplumsal yönde incelenebilir.
Bu bağlamda, bu yazımda, ben de Bosna-Hersek ve Sırpların bu yönlerini incelemekteyim.
Tarihsel Arka Plan
Osmanlı İmparatorluğu’nun 15. yüzyılda fethettiği Bosna-Hersek, 400 yılı aşkın bir süre, Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. Bu süreçte, İslam yaygınlaşmıştır ve Boşnak kimliği oluşmuştur.
Bosna-Hersek, I. Dünya Savaşı sonrası, Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı’nın (Yugoslavya) bir parçası olmuştur.
1990’lı yıllarda, Yugoslavya dağılınca, Bosna-Hersek’te, etnik gerginlikler artmıştır. Ayrıca, Boşnaklarla Bosnalı Sırplar arasında yaşanan ve ciddi çatışmalarla hatırlanan Bosna Savaşı’nda, Sırp güçleri Srebrenica’da katliam gerçekleştirmiştir ve bu katliam, uluslararası hukuka göre, bir soykırım olarak kabul edilmiştir.
Bosna-Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti olmak üzere, iki devletçiğe bölünen Bosna-Hersek, üç başlı bir sistemle yönetilmektedir ve bunu Dayton Barış Anlaşması belirlemektedir. Etnik gruplar arasında, denge sağlamak amacıyla yapılan bu anlaşma, aynı zamanda, ülkenin anayasasıdır. Ne var ki; ülkede, karmaşık bir yönetim sistemi oluşturmuştur.
Ülkenin tüm siyasi mekanizmalarının üzerinde, Avrupa Birliği’nin atadığı Yüksek Temsilci yer almaktadır. Ki; bu temsilci, Cumhurbaşkanını bile görevden alabilecek denli yetki sahibidir.
Ülkeyi üçlü bir Cumhurbaşkanlığı Konseyi yönetmektedir. Müslüman Boşnaklar, Ortodoks Sırplar ile Katolik Hırvatlardan oluşan bu üç etnik gruptan dört yıllığına seçilen birer Cumhurbaşkanı her sekiz ayda bir dönüşümlü olarak değişmektedir. Tüm resmi görevler de aynı şekilde, her dört yılda bir etnik gruptan bir diğerine geçmektedir. Göreve gelen kişi ise, alt kademelere de kendisinden olanları getirmektedir. Böylecene, her görev değişiminde, tüm yapı tümüyle değişmektedir.
Bosna Savaşı’nın sona ermesinden bugüne kadarki süreci ikiye ayıran Bosnalı gazeteci yazar Mirnes Kovac, savaştan sonraki on yılın umut verici ve istikrarlı olduğunu ifade etmektedir:
“2006 yılına dek uluslararası toplumun Bosna’daki varlığı ve etkisi, hem askeri hem de siyasi olarak çok güçlüydü. Daha iyiye gidiyorduk. Gelişme vardı. Hatta, Avrupa Birliği üyeliği sürecinde, Hırvatistan’a çok yakındık.”
Ne var ki; 2006 yılından sonra, uluslararası toplum, tutumunu değiştirmiştir. Avrupa Birliği’nin atadığı Yüksek Temsilcilerin profili de günbegün zayıflamıştır.
Balkanlar konusundaki yazılarıyla ve kitaplarıyla tüm dünyada tanınan Kovac’ın tespitine göre, bu durumdan yararlanan Sırplar, güçlerini ve bağımsızlık taleplerini arttırmışlardır.
Kovac, şunları aktarmaktadır: “Bosna-Hersek Sırp Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Milorad Dodik, artık açıkça ayrılmaktan bahsetmektedir. Ne var ki; uluslararası toplum ve büyük güçler, Sırpların bağımsızlığını asla tanımazlar.”
Sırplar, ülkeyi kasıtlı olarak, istikrarsız bir durumda tutarak, kendi devletlerini kurmak isterler. Öyle ki; bu istekleri, yeniden savaş başlatır. Çünkü; Boşnaklar, kazanımlarından hiçbir zaman ödün vermezler. Ellerindeki gücü kaybetmekten korkan Sırplar ise, mevcut durumun değişmesine de karşı çıkmaktadırlar.
Sırp Cumhuriyeti, ülkeden ayrılma yönünde söylemler geliştirse de uluslararası toplum, bu tür girişimlere katiyen sıcak bakmamaktadır ve ne yazık ki; Bosna-Hersek’teki etnik gruplar arasında siyasi ve toplumsal gerilimler günümüzde halen devam etmektedir.
Bana Özel Açıklama
Bosna-Hersek ve Sırplar araştırma konuma ilişkin Prof. Dr. Serkan Şen, bana özel açıklamada bulundu.
OMÜ Türkçe Öğretimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Serkan Şen, Balkan coğrafyasının Soğuk Savaş Dönemi'nden itibaren Rusya ile Batı Bloğu arasında bir hesaplaşma alanı olarak görüldüğüne ve bu tehlikenin günümüzde de devam ettiğine dikkat çekmektedir:
“Sırpların Rus yanlısı politikası Balkanlar'da bir tehdit aracı olarak, Müslüman coğrafyayı hedef alabilmektedir.”
Osmanlı'nın Balkanlar’daki insanlarımıza aktardığı İslam kültürünü ve bu kültürün Türk yorumuyla birlikte, geleneklerini de şekillendirdiğini ifade eden Prof. Dr. Şen, yakın zaman önce yaşamış olduğumuz Bosna-Hersek'teki katliamların bölgeye ilişkin Türkiye'nin dikkatli politikalar geliştirmesi gerektiğini şu sözlerle aktarmaktadır:
"Balkanlar'da huzuru tesis edebilecek ve Osmanlı barışını yeniden güncelleyerek hayata geçirebilecek bir tutuma ihtiyaç vardır. Bu bağlamda, gerek küresel güçlerin gerekse Türkiye'nin Osmanlı örneği çerçevesinde bölgeye ilişkin politikalar üretmeleri gerekmektedir.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.