Bu Yüzyıl, Yüz Akımız Olacak

Türkiye…

Kurduğumuz 16 devletin sonuncusu 100 yaşına girdi. Geride bıraktığımız bir asrın siyasi tecrübelerini bir düşünsenize… Ortalama bir Baltık ülkesinin bir asırda edindiği tecrübeyi, bir günde kazanıyoruz. Dünya denen bu satranç oyununun bütün Kasparovları burada. Bu coğrafya siyasi oyunun en zor modunu oynuyor: terör örgütleri, darbeler, aşırı tarikatlar, çeşitli dinler, sosyoekonomik ayrı ayrı kutuplar ve daha neler neler… Atilla İlhan maziye şöyle sesleniyor ya hani: “Kim kalkı İttihat ve Terakkiden?”. Tarihe dönün bir bakın, büyük medeniyetlerden kim kaldı? Mısır, Yunanistan, Moğolistan gibi antik medeniyetlerin kaçı dünyaya ayak uydurabildi? O bir zaman salyalarını akıtarak cihanın yarısını sömüren, milyonları katleden Portekiz nerede şimdi? Esameleri okunmuyor…

Üniversitedeyken Edirne Türk Ocağı’nda Doç. Dr. Mehmet Kaan Çelen Hocayı dinliyordum. Sohbetimizin konusu Dündar Taşer idi. Şöyle demişti hoca: “16 devlet kurdum demek, 16 devlet yıktım demektir.” Ardından merhum Taşer’den şu alıntıyı yapmıştı: “Milli şuurdan uzaklaşış, bizi şaşı yapmıştır.” Ne veciz söz! Şaşı ha! Doğuyu ve batıyı işaret eden iki parmağa aynı anda bakmaya çalışmaktan şaşı. Çift istikametten şaşı. Medeniyet inkırazından şaşı…

Tarih bir pusula gibidir.

Bir sağa, bir sola, bir şarka, bir garba döner durur. O pusulanın ibresi; geçtiğimiz yüzyılın başlarında garba, yani batıya dönmüştü. İstikametimizi de o pusulanın gösterdiği yere göre tayin ettik. Nitekim mecburduk da… Güçlü idiler, etrafımız kuşatılmıştı. Belki kamufle olmak içindir bilmiyorum, onlar gibi görünmeye, onlar gibi düşünmeye, onlar gibi yargılamaya başladık. Yüz yıldır bu böyle… Bazı bazı Babil’i, Kahire’yi, Atina’yı, Floransa’yı gösteren pusula, uzun bir müddet İstanbul’u da göstermiştir. Fakat hava öyle puslu, öyle sisli ki, ibreyi görene aşk olsun! Bununla birlikte istikamet tayin etmek için her zaman pusulaya ihtiyaç yoktur. Piri Reis, yolunu hep pusulayla mı bulmuştur? 16’ıncı asırda, dünyanın en iyi haritalarından birini pusula yardımıyla mı çizmiştir? Elbette hayır! İnsanın en doğru pusulası kalbidir. Temiz bir kalp ve sağlam bir idrak istikametini tayinde hiç şaşmaz.

Gelelim şimdiye.

Bir zaman yazdığım bir köşe yazısında şöyle demiştim, “Benim Garp medeniyetinden anladığım, derleme bir beşeri medeniyet mirasının ulaştığı nihai tekâmül zinciri. Bu tekâmül zincirinin amilleri, içtimai sahada vatandaşlık bilinci, ulus sevgisi, sanat ve zanaatın bir karşılığının olması, taassuplardan uzak iyi ilişkiler, temiz idrakler, uygar bir anlayış vesaire. Fakat bu beyan, beni Rennes nehri civarında gökkuşaklı bayraklar altında yürüyen eşcinsel kortejlerin attığı “La Vive” sloganlarına da dâhil eder mi? Galiba eder. Bu bağlamda benim Batı olarak nitelendirdiğim her şey modernitenin nostaljik albümünde kaldı artık. Batı, hakikaten batıyor. Fakat doğu da doğmuyor! Ne yapmalı?” Soruyu yine sorunun sahibi cevaplasın. İstikamet tayin etmeli! Yepyeni bir istikamet…

Batı bütün değerleriyle yerin dibine batıyor…

İsrail’de gazeteciler aileleriyle birlikte öldürülüyor: “demokratik” ABD’den “ölüm bu mesleğin doğası” yorumu geliyor. Kur’an yakma eylemleri “ifade özgürlüğü” olarak nitelendiriliyor, ama aynı saikle hükümeti protesto ettiğinizde Emanuel Macron’dan Twitter’a sansür baskısı yapılıyor. Öte yandan Baltık ülkeleri YPG/PKK mensupları için “benim teröristim” diye ayak diretiyor. NATO’daki “müttefiklerimiz” iç güvenlik gerekçeleriyle düzenlediğimiz operasyonlarımızda İHA’larımızı düşürme cüretinde bulunabiliyor. Yani geride bıraktığımız yüzyılda batı her ne değer ürettiyse, reddi miras yapıyor. O halde ne diye bu tek dişi kalmış canavarın peşinden sürüklenip duralım?

Türkiye’ye ikinci yüzyılda, yeni bir yüz gerekiyor.

Müellifini anımsayamıyorum, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın o meşhur “İstikbal göklerdedir” sözüne bir şerh düşülmüştü: “İstikbal köklerdedir” diye. Türk Devleti, ikinci yüzyılına “Türkiye Yüzyılı” gibi büyük bir iddiayla başladı. Zarfın mazrufa sığmadığı bir dönemden geçiyoruz. Artık köklerden aldığımız ilhamla, “biz” diye işaret ettiklerimizin kim olduğunu yeniden değerlendirmemiz gerekiyor. Üstadımız Ziya Gökalp, bizden olan kimseleri şu kriterlerde değerlendirebileceğimizi işaret ediyor: etnik, linguistik, teolojik ve folklorik. Yani aynı milletten olduğumuz, aynı ümmetten olduğumuz, aynı dili konuştuğumuz yahut aynı kültüre sahip olduğumuz kimseler, bizden olmak için gayet yeterli. O halde neden biz, bir arada değiliz? Artık zamanı gelmedi mi?

Sığ kafalar bu görüşlerimi derhal tenkit edeceklerdir. Varsın etsinler.

Bu ülkede bazı eblehlerin kendisini ve başkalarını siyasal olarak kategorize ettikleri metrikler var: onlar için yeterince alkol alıp başörtüsüne el uzatırsanız laik, McDonalds taşlayıp Atatürk’e küfrederseniz İslamcı, bozkurt yaparak Çinli sanıp Koreli dövdüğünüzde Ülkücü oluveriyorsunuz. Dolayısıyla bu zevatın ne söylediğinin zerre kadar kıymeti yok. Jakobenlere geçit vermemek, varoşların itibar görmesi demek değildir.

Bu yüzyılda, yüzümüz kara çıkmayacak.

Turan, malumun ilamı. Dilde, fikirde ve işte birlikte olacağız. Bu büyük ülke, soydaşları ve din kardeşleriyle daha da büyüyecek. Dünyaya adalet, barış ve huzur gelecek. Aleme yeniden nizam vereceğiz. Türk muzaffer olursa, dünya müreffeh olur. Muzaffer olacağız. Bunları yapabilmemiz için köhnemiş bütün siyasetleri, yük sayıp üzerimizden silkip atacağız. Taassuplarımızı bir kenara bırakacağız. Bir bütün olacağız. “Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır.” diyor Gazi, işlerimize odaklanacağız. Tarihten intikam almayacağız. Devri sabık yaratmayacağız. Taş üstüne taş koyacağız.

Bu yüzyıl, yüz akımız olacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ömer Kara Arşivi