Adnan GÜLLÜ
Cihan Harbi ve Mondoros Mütarekesi
“Tarihini unutan milletlerin coğrafyasını başkaları çizer”
Dünyanın yeniden paylaşımından pay almak için 11 Kasım 1914’te resmen Birinci Dünya Savaşı’na ( o dönemde ki adıyla Cihan Harbi’ne) giren Osmanlı İmparatorluğu, savaş boyunca 10 cephede (1-Kafkasya 2- Irak 3- Filistin 4- Suriye 5- Çanakkale 6- Galiçya 7-Makedonya 8- Romanya 9- Hicaz 10- İran ve Libya’da )savaştı. Çanakkale dışında ki tüm cephelerde yenildi. Bir de Irak cephesin de ki Kut’ülAmare başarısı vardı. Savaş sırasında Osmanlı ordusunda 2 milyon 608 bin kişi silahaltına alındı. Bunlardan 325 bini şehit oldu, 400 bini yaralandı, 200 bini esir düştü, 1 milyon 360 bini hastalandı, kayboldu firar etti.
Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’ndan ağır bir yenilgiyle ayrılmıştı. Bu sırada 13 Ekim 1918’de Talat Paşa Hükümeti istifa etmiş ve yerine Ahmet Rıza Paşa Hükümeti kurulmuştur. Kut’ülAmare’de esir alınan İngiliz Generali Townshend’in arabuluculuk yapmasıyla Osmanlı Devleti adına Bahriye Nazırı Rauf Bey ile İtilaf devletleri adına İngilizlerin Akdeniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Calthorpe (Keltorp), ile 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla, Anadolu’nun ve Trakya’nın bütün toprakları işgal edebilecek durumda düşmüştü. Osmanlı Devleti ile itilaf(anlaşma) Devletleri arasında Limni adasının Mondros Limanında imzalanan ateşkes antlaşmasının şartları çok ağırdı. Bir nevi Osmanlı Devleti’ni kendi elleriyle itilaf devletlerine altın tepside gibiydi.
Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Orbay’ın Başkanlığı’nı yaptığı Osmanlı Heyeti ile İngiliz Amiral Calthorp (Keltorp)’un Başkanı olduğu İtilaf Devletleri Heyeti arasında imzalanan Mondros Mütarekesi ile silahlı çatışma sona ermiştir. Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren bu antlaşma aslında çok ağır şartlar taşıyordu. Mondros Mütarekesi aslında Osmanlı Devleti’nin yıkılışını öngörmekte; İtilaf Devletleri’ne Osmanlı İmparatorluğu’nun herhangi bir bölgesine, güvenliklerini tehdit edecek bir durum nedeni ile işgal hakkını tanımakta idi.
Peki, ama Rauf Bey, bu kadar ağır hükümleri olan bir antlaşmayı nasıl imzalamıştır Çünkü Amiral Calthorpe, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın ağır hükümlerinin uygulanmayacağına ilişkin bir gizli belge hazırlamış ve bu belgeyi imzalayarak Rauf Bey’e vermiştir. Anlaşılan Rauf Bey’de “İngiliz Centilmenliğine” güvenerek Mondros Antlaşması’nı imzalamıştır.
İstanbul Hükümeti ise bu maddelerin ileride yapılacak başka görüşmelerle koşulların daha hafifletilebileceğini sanıyordu. Bu düşüncenin kocaman bir yanılgı olduğu ileri ki günlerde kendini gösterecekti. Çünkü emperyalist devletler, masa başında Osmanlıyı zaten paylaşmışlardı ve uygulamak için fırsat kolluyorlardı. O fırsat Sevr Antlaşması ile ortaya çıktı. Sevr görüşmeleri için Osmanlı Sadrazamı Damat Ferit Paşa, başkanlığında bir Osmanlı heyeti Haziran 1920’de Fransa’nın başkenti Paris’e gitti. Bu heyete Paris’te çok hor davranıldı, adeta tutuklu muamelesi yapılmaktaydı. Uzun görüşmeler sonucunda Sevr Antlaşması 10 Ağustos 1920’de Türkleri tamamen sömürge haline getiren ve Anadolu’nun ortasına sıkıştıran 433 maddelik idam fermanını Sevr’de namlı porselen fabrikasının çinili salonunda Osmanlı adına üç kişiden oluşan Bağdatlı Hadi Paşa, Rıza Tevfik Paşa ve Reşat Halis’ten oluşan tarafından imzalanmıştır. Bu antlaşma sonucunda Osmanlı İmparatorluğu Anadolu’da 480 000 kilometrelik alana sıkıştırılmış olup, emperyalistler Konya veya Bursa merkezli sıradan batıya bağımlı uydu devlet olmalarına müsamağ gösteriyorlardı.
Ancak başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Anadolu bu olmuş bitmişe hayır diyerek kurtuluş meşalesini ateşledi. Daha sonra Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının öncülüğünde başlatılan Milli Mücadele sonunda 256.000 kilometrekarelik alan kurtarılarak yeni devletin coğrafyasına eklendi. 1937’da Fransızlarla sürdürülen müzakereler sonucunda 2 Eylül 1938’de kurulan Bağımsız Hatay Devleti, 29 Haziran 1939 günü devletin yasama organı olan 22 üyesi Türk olan 40 üyeli Millet Meclisi'nin aldığı karar gereği Türkiye'ye katılmış ve Hatay ili olmuştur. Hatay, Türkiye Cumhuriyeti Devletine 47.000 (bin) kilometrekarelik arazi ile katılmıştır ve böylece Türkiye Cumhuriyeti Devleti bugün ki coğrafya sınırlarına kavuşmuştur.
ORTA DOĞU ve OSMANLI İMPARATORLUĞU
Orta Doğu bugünkü şeklini, Osmanlı İmparatorluğu’nun bölge üzerinde ki gücünü kaybetmesi ve Birinci Dünya Savaşı esnasında İngiltere ile Fransa’nın öncü olduğu gizli anlaşmalar neticesinde etki ve nüfuz alanları oluşturmak için yapılan harita çalışmaları sonucu olmuştur. Tarih sürecinde Dicle ve Fırat’ın arasında kalan bölge Mezopotamya (iki nehir arasın da ki topraklar) olarak ifade edilmiştir. “Orta Doğu” terimi ilk defa Amerikalı Amiral AlfredMahan tarafından 20. Yüzyılın başında bölgeye yönelik ABD politikalarını kolaylaştırmak için kullanılmıştır. Daha öncesinde İngilizler, aslında Batı Asya’ya da Ön Asya olan bu bölge için “YAKIN DOĞU” Doğu Asya için ise “UZAK DOĞU”terimlerini kullanıyorlardı. Tarihte daha önce yaşamış bir IRAK ya da SURİYE devleti veya bu isimle anılan bir halk olmamıştır. Osmanlı idari bölünmesinde; 1500 yıla yakın bir zaman coğrafi ad olarak Bağdat ve Basra’ya IRAKMusul Bölgesine ise EL CEZİRE adı verilmiştir. “Irak” adı Osmanlı İmparatorluğu döneminde merkeze olan uzaklığından gelmektedir. Irak’ta özellikle 19. Yüzyıl sonlarında ilk kez petrol yataklarının bulunduğunu 19. Yüzyıl sonlarında ilk kez Almanlar keşfetti. Onların ardından İngiltere ve Fransa’da bölgeyle ilgilenmeye başladı. İngiltere 19. Yüzyıl sonlarından itibaren bölgenin etnik yapısını iyi incelemiş ve Kürt, Arap ve diğer unsurları Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandırarak bölgede ki otoritesini sarsmaya çalışmıştır. 1916’da ki Sykes- Picot Anlaşması’ndan Rusya’nın ayrılması sonrası Orta Doğu, İngiltere ve Fransa arasında paylaşılmıştır.
1908 yılında Osmanlı Devleti’nin genel nüfusu 32.101.384 kişi idi. Bu nüfusun 26.625.993’ü Müslüman Türkler, Araplar ve bir kısım Arnavut, Boşnak ve Kürtlerdi. Geriye kalan 5.475.391 kişi de çeşitli millet ve mezheplerden Hristiyanlardı. Osmanlı nüfusu 1911- 1912 Trablusgarp Savaşı nedeni ile 1.310.000 kişi 1912-1913 Balkan Savaşı nedeniyle de 3.490.656 kişi azalmıştır. 1914 yılında Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’na 27.300.278 genel nüfus ile girilmişti. Nüfusun %41’i Türk,%28 Arap ve %5’i Kürt, geri kalan ise Müslüman olmayanlar(Rum, Yahudi, Ermeni) idi.
1919 yılında İstanbul Hükümeti barış konferansında verdiği muhtırada savaş sonrası nüfusu şöyle açıklamamıştır. Anadolu ve vilayetlerinde kalan 11.750.000 kişi bu nüfusun %78’i 9.291.346 Müslüman Türkler ve Kürtler, %9’u 1.014.612 Rum, %5’i 542.572 Ermeni % 8’i Musevi ve diğer yabancı unsurlar. Anadolu’nun kontrolü dışında İstanbul’da 823.582 kişi bulunmakta bunun (580.482 Türk ve 252.550 Rum ve Ermeni) Doğu Trakya ‘da 631.094 nüfus bulunmaktaydı. Yabancılarla ile iş birliği içinde ki yaklaşık 1,5 milyon Rum ve Ermeni nüfus çıkarıldığında Kurtuluş Savaşı’nda 9.441.894 olduğu anlaşılır. Bu durumda Osmanlı İmparatorluğu 1908’den 1920 yılına kadar 12 yıl zarfında 22.659.490 insanını kaybetmiştir. Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanan insan kaybı uğranılan ihanetler bir yana korkunç miktarlardadır. Pek az milletin başına bu boyutta bir felaket gelmiştir. Osmanlı Orta Doğu hariç hiçbir cephede savaş kaybetmemiştir ancak geri çekilmek zorunda kalmış, bu yüzden o cephelerde yenilgi ile anılmıştır. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu’yu nasıl kaybettiği az bilinen konudur. Osmanlıdan sonra Orta Doğu hiçbir zaman huzur bulmamış olup kan denizinde hala boğulmaktadır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.